Kurtuluş sokakta, umut isyanda
Seçim yasalarını düzenleyen bu son taslakla bir kez daha AKP-MHP faşist blokunun iktidarını her türlü yolla koruyacağı, devlet yönetimini seçim yoluyla öylece bir başka burjuva güce dahi teslim etmeyeceği ilan edilmiş oldu. Yasal olsun ya da olmasın attığı her adım bunun kanıtı. HDP'yi kapatma davası, siyasal yasakların genişletilmesi, devrimci-demokratik güçler üzerindeki polis terörünün tırmandırılması, Kürdistan'daki sömürgeci saldırıların artması, gerici bölgesel ittifakların yapılması gibi adımlar da halklarımızın önüne koyduğu barikatlar olacak.
AKP-MHP bloku eliyle rejimin yarı-askeri faşist karakterinin dönüştürülerek sivil faşist diktatörlük biçiminin inşa edildiği, işçi sınıfı ve ezilen halklara karşı genel bir strateji olarak faşist devlet terörünün en katı uygulamalarla devreye konulduğu 2015-2016 siyasal momentinden bu yana rejimin yapısal krizi aşılamadı. Akim kalan 15 Temmuz kanlı darbe girişiminden de geçerek ilerleyen ve saray iktidarında sembolize olan diktatörlük, burjuva egemenler arası hegemonya krizini de aşamadı, egemenler iki temel kampa bölündü. Oysa, işçi sınıfı ve ezilenleri teslim almaya dönük stratejik yönelim bir kenarda tutulacak olursa, bu hegemonya krizini aşmak da faşist devletin doğal dürtülerinden biriydi. Başarılamadığı gibi saflaşma derinleşerek günümüze kadar geldi.
Yapısal krizi derinleştiren de, egemenler arası hegemonya krizini büyüten de, saray diktatörlüğünün tüm saldırı strateji ve taktiklerine rağmen kesin sonuca ulaşmasını engelleyen de aynı sebep: İşçi sınıfı, Kürt halkı ve kadın özgürlük hareketi başta olmak üzere ezilenlerin öncü bölüklerinin direnişi! Buraya yeniden dönmek üzere şimdilik bu noktayı kaydedip geçelim.
AKP-MHP faşist iktidar bloku, son altı yılda devletin bekasını, burjuva sınıf egemenliğini, özel mülkiyet düzenini ve siyasal iktidarın devamlılığını güvencelemeye dönük her türlü adımı attı. Diktatörlüğün sivri ucu daima işçi sınıfı ve ezilenlere, yurtsever, devrimci ve komünist güçlere dönük dururken, burjuva egemenler arası hegemonik mücadele sahası da faşist iktidarın müdahale alanı oldu. Yasal düzenlemeler kadar gayri-yasal uygulamaları da devreye koydu, hukuksal engelleri fiili adımlarla aştı. Örneğin, saray diktatörlüğü, 2015 yılından bu yana tüm seçimlerde her türlü hileli yöntemi kendi lehine kullandı. Seçim sonuçlarını tanımadı, seçimleri iptal etti. Devletin tüm olanakları diktatörlüğün devamı için saraya akıtıldı. Faşist iktidar bloku meşruiyetini seçim yoluyla sürdürmek için 2018 yılında siyasi partiler ve seçim yasasında değişiklik yaptı, ittifakları yasalaştırdı. Bu yolla genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı. HDP şahsında halklarımızın seçim sonrasında ne tür faşist uygulamalara maruz kaldığına ise bu bahiste değinmiyoruz.
Aynı AKP-MHP, 2018 seçimlerinde iktidarda kalmasını sağlayan yasal düzenlemeyi sanki kendisi yapmamış gibi şimdi hazırladığı yeni bir seçim yasasıyla yeniden bu alana müdahale ediyor. Düzenleme, AKP-MHP faşist blokunun seçimlerde iktidarını korumaya dönük attığı adımlardan yalnızca biri. Tam bir siyasal mühendislik çalışması olan yasal düzenleme, burjuva güçler arası mücadelede AKP-MHP faşist blokunun elini güçlendirme işlevini üstleniyor. Özcesi, yaşadıkları oy kaybı ve ekonomik-siyasal gelişmeler dikkate alınarak az oyla mevcut milletvekili sayısına ulaşmayı hedefliyorlar. Bu yolla ezilen halklar lehine herhangi bir yasa koyucu işlevi kalmamış ancak faşist politikalara meşruiyet kazandıran, diğer yandan burjuva bloklar arası hegemonya krizini yönetmeye yarayan parlamentoda egemenliklerini korumak, CHP ve İYİP'in başını çektiği burjuva restorasyoncu bloku ise zayıflatmak istiyorlar. Barajın yüzde 7'ye düşürülmesi sahte kılıfı altında olumlanarak pazarlanmak istenen bu yasal düzenlemenin halklarımız lehine herhangi bir getirisi olmadığı ise açık. Mücadele kararlılığı taşıyan toplumsal dinamiklerin geçmiş seçimlerdeki tutumları, yoğunlaştıkları bölgeler dahi hesaplanarak hazırlanan taslakta, ezilen halkların birleşik bölüğü HDP'yi ve daha geniş bir emekçi sol ittifakı daha baştan saf dışı bırakmak niyetindeler.
Kamuoyuna açıklanarak meclise sunulan bu değişiklik taslağının başta burjuva muhalefet gelmek üzere, saray rejiminden kurtulma hesaplarını şu ya da bu zamanda yapılacak seçimlere havale eden ve ne yazık ki emekçi soldan siyasal güçlerin de aralarında olduğu geniş bir bölüğü huzursuz ettiği açık. Faşizmin yenilgisini sandıklardan çıkacak oylara bırakan anlayışların hayal kırıklığı yaşaması normal. Daha derin hayal kırıklığını ise seçim sonuçlarında yaşamaları olası.
Burjuva restorasyoncu muhalefet partilerinin seçimle iktidara gelme stratejileri anlaşılır ve olağandır. En nihayetinde bu partilerin temsil ettiği burjuva sınıfın çıkarları, devletin güvenliği, sermaye düzeninin korunması onların iktidar stratejilerini, taktiklerini ve bu kapsamdaki ittifak politikalarını belirliyor. Bu anlamda birbirinden ideolojik farklılık taşıyan 6 burjuva partinin aynı masada buluşması, "güçlendirilmiş parlamenter sistem" programında ortaklaşması, mütemadiyen seçim odaklı siyasal çağrılar yapması ve son yasal değişiklik taslağına hep bir ağızdan itiraz etmesi anlaşılır. Ne de olsa AKP-MHP bloku attığı bu adımla burjuva muhalefetin hesaplarını bozmuş oldu. "Ne yaparlarsa yapsınlar seçimle gidecekler" söylemi ise bu tablo içinde olağan kararlılık gösterisinin ve milyonları düzen içi sınırlarda tutma çabasının basit bir ajitasyonundan ibaret kalıyor.
Seçim yasalarını düzenleyen bu son taslakla bir kez daha AKP-MHP faşist blokunun iktidarını her türlü yolla koruyacağı, devlet yönetimini seçim yoluyla öylece bir başka burjuva güce dahi teslim etmeyeceği ilan edilmiş oldu. Yasal olsun ya da olmasın attığı her adım bunun kanıtı. HDP'yi kapatma davası, siyasal yasakların genişletilmesi, devrimci-demokratik güçler üzerindeki polis terörünün tırmandırılması, Kürdistan'daki sömürgeci saldırıların artması, gerici bölgesel ittifakların yapılması gibi adımlar da halklarımızın önüne koyduğu barikatlar olacak.
Tam da burada rejim krizini de, burjuva egemenler arasındaki hegemonya krizini de şiddetlendiren, aynı zamanda krizin devrimci temeldeki çözüm gücü de olan unsura, yani işçi sınıfı ve ezilenlerin öncü bölüklerinin direnişine, bu cephedeki gelişmelere geri dönebiliriz.
Burjuva egemen güçler açık bir siyasal temsil krizi yaşıyorlar. Faşist şeflik rejiminden kopuş ruh hali yaygın olduğu kadar, burjuva muhalefetten beklentiler de sanıldığı kadar yüksek değil. Halklar, ekonomik, siyasal bunalım koşulları içinde gerçekçi bir çıkış yolu arayışında. Öfke de, mücadele etme isteği de giderek büyüyor. Bu koşullarda egemenler arası çatışma ve çelişkilerin aynı zamanda işçi sınıfı ve ezilenler cephesine daha geniş siyasal alan açma imkanı sunduğu da açık. Ne var ki, işçi sınıfı ve halklara öncülük iddiasında olan güçlerin bu imkandan yararlanma yöntemi, alınacak politik sonucun niteliğini de doğrudan belirliyor. Sözgelimi, iktidarın seçim yasalarını sonuca doğrudan etki edecek şekilde tümden kendi lehine düzenlediği, emekçilerin de yoksulluktan, işsizlikten, sömürüden kurtulma, demokratik haklarını kazanma gibi isteklerinin seçimlerle karşılanabileceğine dair beklentisinin giderek azaldığı koşullarda, değişimi ısrarla sandığa havale etmek düpedüz hayalperestliktir. Oysa gerçek durum da yapılması gereken de bellidir. Burjuva partilerin yaydığı ham hayallerden, demokrasi, özgürlük ve müreffeh bir yaşam vaat eden tarzdan uzak durmak, emekçileri demokratik hakları ve özgürlükleri için örgütlü mücadeleye çağırmaktır. Bu öfkeyi ve mücadele isteğini açığa çıkaracak, faşist yasalara ve yasaklara karşı mücadeleyi sokakta örgütleyecek, seçime gidildiği durumda dahi olası bir kazanımı sokakta antifaşist direnişle savunacak bir birleşik mücadele hattı daha bugünden inşa edilmelidir.
HDP'nin merkezinde durduğu ve emekçi sol partilerden oluşan ittifak girişimi de ancak bu anlayış üzerine şekillenirse güçlü ve sonuç alıcı bir rol oynayabilir. Mücadele ufkunu seçime endeksleyen ittifakın yeni bir heyecan yaratmayacağı, anlamlı bir sonuç alamayacağı ortada. Bu durum, seçim stratejisini de kapsayan ancak seçimleri de faşizmle ve burjuva sınıf egemenliğiyle mücadelenin bir kaldıracı olarak ele alan, fiili-meşru mücadeleye dayanarak faşizme karşı birleşik direnişi büyütmeye girişen, halk içindeki örgütlülüğünü geliştirerek burjuva siyasal hesaplardan bağımsız olarak işçi sınıfı ve ezilenlerin taleplerini yükseltmeyi başaran bir hareketle değişebilir. İşçi sınıfının, yoksulların giderek daha fazla mücadele sahnesine çıktığı, işçi direnişlerinin yayıldığı, kadınların 8 Mart'ta isyana durduğu, 12 Mart'ta Gazi'de halkın ve komünistlerin iradesi ve kararlılığının coşku ve enerji yaydığı, Newroz'un o görkemli ateşinin büyümeye başladığı şu günlerde bunu başarmak için çok daha fazla imkanımız var.
Yoksulların, işçilerin, gençlerin, kadınların herhangi bir biçimde geliştirdiği her kitlesel eylem Erdoğan-Bahçeli ikilisinin adeta karabasanı haline gelmiş durumda. Gezi ayaklanmasını, 6-8 Ekim serhildanını hatırlıyorlar ve böylesi bir toplumsal hareketin gelişmesinden ölümden korkar gibi korkuyorlar. Çünkü bu potansiyel var ve açığa çıktığında sonları olacağını görüyorlar. Haksız sayılmazlar. Onların gördüğü bu gerçeği, emekçi sol daha cüretli bir pratikle ele almalı, halklarımıza gerçek kurtuluşun yolunu göstermelidir.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 18 Mart tarihli 54. sayı başyazısı.