4 Aralık 2024 Çarşamba

Koray Can yazdı | Erdoğan ve AKP'yi nasıl bilirsiniz?

Faşist şef ve onun Sarayıyla özdeşleşen rejimin karakteri politik İslam ve ırkçı Türkçülük sosuna batırılmış, otokratik, kleptokratik, totaliter, makyavelist, makkartist, despotik, militarist olduğu kadar Mussolini, Hitler, Franko, Salazar, Pinochet ve daha bir çok faşist diktatörün karakterini kendinde var eden sömürgeci, katliamcı, heteroseksist, kadın düşmanı faşist bir diktatörlüktür.

Burjuva liberal ideologlar, tekelci medya ve liberal yazar- çizer takımı neofaşist hareketler için, "faşizm" kavramı yerine, onun halk düşmanı niteliğini hafifleten kavramlar ikame etme gayretkeşliği içerisindedirler. Aynı yaklaşımın simbiotik (karşılıklı bağımlılık ve beslenme) bir ilişki içerisinde oldukları Erdoğan ve Sarayı ile simgeleşen AKP-MHP iktidarı için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Esasta var olanın yani, Erdoğan'ın Saray rejiminin neyi ifade ettiğini, ne olduğunu onlar da çok iyi biliyor. Fakat, gerek aynı ideolojik zihniyete sahip olmalarından kaynaklı, gerekse belli konularda farklı düşünseler de karşılıklı birbirlerinden beslendikleri için gerçek durumu gizlemeye çalışmaktadırlar. ‘Yetmez ama Evet'çilerin liberal yazarları ise büyük bir telaş içerisinde. Türkiye'nin yarı askeri faşist diktatörlükten faşist diktatörlüğe geçişinde bu kesimin de payı az değil. Bunlar yeni kavramlar üretmeye devam etsinler biz gerçek durumu kimi kavramlarla karşılaştırarak açıklamaya çalışalım.

Monarşi ile otokrasi arasındaki en belirgin fark monarşinin aksine otokraside yönetim miras yoluyla kalmaz, kişi tarafından gasp edilir. En belirgin ortak özellikleri ise her ikisinde de yöneticinin bütün siyasi yetkileri tek başına elinde bulunduruyor olmasıdır. Bu anlamıyla Erdoğan ve Sarayıyla simgeleşen rejim, Saray darbesiyle iktidarı gasp etmiş, yüksek düzeyde otoriterliği kendinde toplamıştır. Yine de otoriterlik nitelemesinin kendi başına sömürgeci Türk burjuva devletinin ve onun Saray'la sistemleşen rejiminin siyasal ve sınıfsal niteliğini, iktidar ve devlet biçimini izah etmeye ve de nitelendirmeye yetmediğini/yetmeyeceğini belirtmemiz gerekir. Erdoğan her ne kadar tüm yetkilerini merkezileştirip, toplumun tüm kesimlerinin devlete mutlak itaat etmesini istese de Erdoğan ve rejimini sadece totaliterlikle de izah edemeyiz.

Bir ülkede iktidarı ele geçiren bir ailenin ya da siyasal veya dini grubun o ülkenin kaynaklarını sistemli olarak soyması demek olan aynı zamanda hırsızlık rejimi olarak da tanımlanan "kleptokrasi" her ne kadar Erdoğan ve Sarayıyla simgeleşen rejime uygun düşse de uygun diyoruz çünkü; kleptokrasi ile yönetilen ülkelerde yerli sanayi ve tarımsal üretim zayıflar ve iç pazar büyük sermaye gruplarına açılır, siyasal anlamda da insan haklarını çiğneyen baskıcı rejim kendini gösterir. Etnik milliyetçilik, ırkçılık ya da din kullanılarak geniş kitleler yönlendirilmeye, yönetilmeye çalışılır. Tıpkı faşist şef Erdoğan'ın ve AKP-MHP iktidarının yaptığı gibi... AKP iktidarı ile birlikte özelleştirmelerle devlet mülkiyetindeki varlıklar, tekelci sermayeye devredilmiş, tarım sektörüne verilen sübvansiyonlar kaldırılmış, işgücü maliyetleri olabildiği kadar aşağıya çekilmiş (işçi haklarının gaspı anlamında), yabancı sermayeye dönük tüm kısıtlamalar kaldırılarak serbestleştirilmiştir. Devletin sorumluluğunda olması gereken pek çok hizmet (sağlık, eğitim vb.) özel sermaye yatırımlarına açılmış, vergi reformu adı altında bilhassa yabancı sermaye, genel olarak da sermaye üzerindeki vergiler en aşağıya çekilmiş, vergilerin tabana yayılması adı altında dolaylı vergiler artırılarak yük emekçilerin sırtına bindirilmiştir. Merkez Bankası özelleştirilerek uluslararası sermayenin denetimine tabi kılınmış, işsizlik ve yoksulluk arttırılmıştır. Kısacası şef ve partisi AKP, emperyalizmin yeni sömürgesi olan TC devletini emperyalizmin mali ekonomik sömürgesi haline getirmiştir. Siyasi anlamda ise; kendisi gibi düşünmeyen, kendisine biat etmeyen tüm muhalif kesimler üzerinde devlet terörü arttırılmış ve katliamlar uygulayarak toplumu teslim almaya, milliyetçilik-ırkçılık ve din kullanılarak geniş kitleler yönlendirilmeye, yönetilmeye çalışılmıştır. Fakat, Erdoğan liderliğinde AKP-MHP'nin ortaya çıkardığı bugünkü rejimin niteliğini sadece "kleptokrasi" olarak tanımlamakta yetmez.

Bir yerde ordu gücünün aşırı derecede büyütülerek o yerde tüm sorunların sadece ordu ve polis gücüyle çözülebileceğinin savunulması militarizm olarak tanımlanır. Bugün AKP ve faşist şeflik iktidarını koruma rolü üstlenen ordu ve polis gücü yetmemiş olacak ki; bekçi, korucu ve paramiliter sivil faşist güçlerden oluşan ayrı ayrı faşist oluşumlar takviye güç olarak kurulmuştur. Başta Kürt sorunu olmak üzere, farklı inanç topluluklarının, işçi ve emekçilerin, kadınların, gençliğin demokratik ve ekonomik temelli taleplerini devlet terörüyle bastırmaya, yok etmeye çalıştığını, Kürt halkına karşı sürdüregeldiği kirli savaş politikalarını Ortadoğu'ya yayarak yeni Osmanlıcılık emellerine ulaşmaya çalıştığını biliyoruz. Fakat, Erdoğan ve rejimine sadece militarist demek de yetmez.

Makyavelizm'de, amaca ulaşmak için her araç yasal ve ahlakidir. Devlet gücünün kötüye kullanılmasını önleyecek ne yasal ne ahlaki ne de dini bir sınır vardır. Dolayısıyla ‘Devletin yüksek menfaatleri için' işlenen suçlar, cinayetler, yapılan işkenceler de yasal ve ahlakidir. Bu tanımdan hareketle Erdoğan ve Sarayıyla simgeleşen rejimi Makyavelizm olarak da tanımlayabilirsiniz. Fakat, bu tanımlama da yetmez. İlerici hareketlere, demokratik örgütlere, onların yöneticilerine karşı en aşağılık korkutma yöntemlerine, gözdağına, mahkeme baskısına başvurma politikasına "makkartizm" denir. Erdoğan ve AKP-MHP iktidarının en çok başvurduğu yöntemlerden biridir. Buradan hareketle faşist şef Erdoğan ve rejimine "makkartist" de diyebilirsiniz. Fakat, bu da yetmez.

Despotizm, "sınırsız monarşizm" demektir. Yani egemenliğin kayıtsız şartsız bir kişiye ait olmasıyla karakterize olunan bir devlet sistemidir. Faşist şef Erdoğan'ın Saray darbesiyle, başkanlık sistemiyle tüm yetkileri elinde topladığını, parlamentonun dünden daha fazla göstermelik hale geldiğini biliyoruz. Fakat, Saray rejimini "despotizm" olarak tanımlamakta yetmez.

Burjuvazinin "en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğü"ne faşizm deniyor. Faşizmin ideolojisi ise insanlık dışı politika, ırkçılık, milliyetçilik, şovenizm ve cinsiyetçiliktir. Faşist şef soykırımcıdır, ırkçıdır, cinsiyetçidir, gericidir. Hitler, Yahudi soykırım politikasını Türk devletinin -İttihatçıların- Ermeni halkına karşı uyguladığı soykırımdan esinlenerek oluşturmuştur. Kemalizm de Alman ırkçı ideolojiden esinlenmiş, beslenmiştir. Faşist şef de diğer diktatörlerden esinlenmeyi ihmal etmemektedir. Mussolini, "Kurduğumuz rejim kusursuz olduğu için muhalefete gerek yoktur" diyordu. Faşist şef Erdoğan'ın da "Duçe"den (Mussolini) farklı düşünmediğini söyleyebiliriz. Kürtlere, kadın cinsine dönük politikaları ise "Führer"den (Hitler) aşırmadır. O da tıpkı Hitler gibi soykırımcıdır, sömürgecidir, cinsiyetçidir faşisttir. "Ari" bir ırk yaratmaya çalışmaktadır. Türk kadınlara en az üç çocuk doğurmayı öneren, diğer halklardan kadınlara nüfus politikasıyla zorunlu doğum kontrol yöntemi dayatmasıyla, hatta mümkünse çocuk doğurmamalarını salık vermesiyle, kadınları normal hayattan kopararak ev kölesi haline getirmesiyle, halklara düşmanlığıyla bozuntusu olduğu Hitler'e çok benzemektedir. Başta kadınlar olmak üzere halklarımız O'nun kadın cinsinin düşmanı, tecavüzcülerin, çocuk istismarcılarının dostu olduğunu uyguladığı, çıkardığı yasalardan iyi bilir. Faşist şef, siyasi, ekonomik, askeri kaosu derinleştikçe daha fazla saldırganlaşmakta, ‘Soysuz'lar çetesiyle birlikte toplumu bir felaketin eşiğine sürüklemektedir.

Faşist şef ve onun Sarayıyla özdeşleşen rejimin karakteri politik İslam ve ırkçı Türkçülük sosuna batırılmış, otokratik, kleptokratik, totaliter, makyavelist, makkartist, despotik, militarist olduğu kadar Mussolini, Hitler, Franko, Salazar, Pinochet ve daha bir çok faşist diktatörün karakterini kendinde var eden sömürgeci, katliamcı, heteroseksist, kadın düşmanı faşist bir diktatörlüktür. Faşist şefe sadece faşist deseniz büyük ihtimalle alınacaktır. "Hitler'den, Musolini'den, Franko'dan ve diğerlerinden neyim eksik?" diyecektir. Bu yüzden sizin kendisine kısaca faşist diktatör demeniz yeterlidir. Yani size sorarlarsa; "Erdoğan ve AKP'yi nasıl bilirsiniz?" diye, hiç tereddüt etmeden: "Faşist bir diktatör olarak biliriz" diyebilirsiniz.

O'nun sonu da er ya da geç tıpkı diğer diktatörlerden farklı olmayacağını söylemeyi de unutmayın!