24 Kasım 2024 Pazar

KGÖ savaşçıları: '68 devrimci ruhu bugün Rojava'da dolaşıyor

'68 devrimci hareketinin 50. yılını Rojava devrimi savunmasında yer alan Komünist Gençlik Örgütü (KGÖ) savaşçıları ile konuştuk. '68 devrimci hareketinin ruhu bugün Rojava'da ve Kuzey Suriye'de dolaşıyor. İspanya'nın, Paris'in, Gezi'nin direnişçi ruhu ve gençliği bugün Efrîn için direnişi büyütüyorlar. '68 devrimci hareketinin ruhu bugün Rojava'da ve Kuzey Suriye'de dolaşıyor. İspanya'nın, Paris'in, Gezi'nin direnişçi ruhu ve gençliği bugün Efrîn için direnişi büyütüyorlar.
 
Türkiye ve Kuzey Kürdistan gençliğine yönelik 20 Temmuz 2015 yılında AKP destekli İslamcı IŞİD çeteleri tarafından gerçekleştirilen Suruç (Pirsus) katliamının ardından bu saldırının hesabını sormak için özgür alanlara geçen MLKP/Komünist Gençlik Örgütü (KGÖ) savaşçılarıyla '68 hareketinin 50 yıllık sürecini konuştuk.
 
Kuzey Suriye'de askeri cephede karşılaştığımız Komünist Gençler ile '68 devrimci hareketinin geride bıraktığı 50 yıllık süreci ve bugün gençliğin bu durumda çıkartması gereken somut dersleri konuştuk.
 
'68 hareketinin 50. yılını devrimci savaş hazırlığının büyütüldüğü özgür alanlarda karşılıyorsunuz? Neler söylemek istersiniz?
 
Deniz Toraman: Öncelikle bir noktaya dikkat çekerek başlayalım. Devrimci gençlik hareketinin evrensel tarihine damgasını vuran '68 hareketi hakkında söylenebileceklerin ya da yazılabileceklerin sınırı yoktur ve üzerine ne kadar konuşulursa konuşulsun, eksik kalan yanları olacaktır. Öyle ki, bu görkemli hareketin politik ve ideolojik etkisi, kendisini bugün de aynı kararlılıkla devam ettirdiği gibi, '68'in devrimci bayrağı da yeni kuşak devrimcilerce daha yükseğe çekiliyor. Ve hareket halinde olan devrimci eyleme nokta koymak mümkün olmuyor.
 
Her ne kadar burjuva ideologları '68 hareketini, "bir daha yaşanması mümkün olmayan yanlışlık anı" diyerek tarif ediyor olsalar da, onlar için söylenebilecek tek söz korkunun ecele fayda etmediğidir. Bunu anlamaları için başta Politeknik ve Sourbonne Üniversitesi'nin sönmeyen devrimci ruhuna, kıta Avrupa'sında caddeleri tutuşturan gençlik eylemlerine, Latin Amerika'nın sokaklarını molotoflarıyla aydınlatan" Che'nin genç yoldaşlarına ve dahası içerisinde bulunduğumuz Türkiye-Kürdistan ve Ortadoğu coğrafyasına bakmaları yeterli olacaktır.
 
Bu vurguyu yapmamızın asıl sebebi şudur. Bizler için '68 hareketinin 50. yılı mazi olmuş bir tarihin anısını yaşatmak demek olmadığı gibi, geçmişle yaşamak ya da geçmişte yaşamak da değildir. Aksine 68 gençlik hareketi, devrimci gençlik mücadelesinin dünü olduğu kadar bugünü ve yarınıdır. Bugünüdür çünkü, biz genç devrimcilerin bugünkü eylemine yön veren en önemli tarihsel dayanakların biridir. Ve elbetteki yarınıdır, '68 kuşağının deyimiyle "başka bir dünya" bu tarihsellik üzerinde oluşacaktır.
 
Bunu belirttikten sonra '68 hareketinin çok severek kullandığı ve bizlere büyük bir onurla devrettiği sloganla başlamak oldukça anlamlı olacak. "Gerçekçi ol, imkansızı iste". İşte Kumandan Che Guevara'nın bu çağrısı, tüm dünya gençliğine başka bir dünya için savaşmanın zorunluluğunu gösterirken, gençliğin devrimci savaşımına kararlılık aşılar. "İki üç daha fazla Vietnam" sloganı adeta eylemin kılavuzuna dönüşür. Ve zaman geçtikçe gençliğin özgürlük mücadelesi devrimci savaşımın askeri biçimleri ile buluşmaya başlar.
 
Hatırlayalım. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de '68 kuşağının çok severek kullandığı, her mitingden sonra "devrim andı" olarak kitlesel biçimde haykırdığı bir slogan vardır. "Eğer silahlarımız elden ele dolaşacak, mitralyöz sesleri dalga dalga yayılacaksa, bu uğurda ölüm hoş geldi, sefa geldi".
 
İşte bizler '68'in 50. yılında, elden ele dolaşarak bizlere ulaşan silahlarımızla devrimci savaş hazırlığını büyütüyoruz. Biliyoruz ki "imkansız"ı gerçek kılabilmek ancak politik askeri savaşımı yükseltmekle, hayatın her alanında faşist diktatörlüğe karşı mücadele etmekle mümkündür. Herkesin bildiği bir gerçektir; Denizler bir yandan üniversiteleri ve sokakları militan eylemleriyle doldururken bir yandan da Filistin'de devrime hazırlanmıştır. Bizlerin bugün yaptığı da budur. Şunu söyleyebiliriz, devrimci görevlerimizi yerine getirmenin ve getirecek olmanın coşkusunu yaşarken aynı zamanda Deniz-Mahir-İbrahimlerin çağrısını da yanıtsız bırakmamanın onurunu hissediyoruz.
 
Peki Türkiye'de '68 hareketi nasıl yaşandı? Onun ayrım çizgileri nelerdir?
 
Taylan Boran: Bir noktaya açıklık getirmek gerekiyor. Türkiye'de ki hemen her kesim '68 hareketi ve hemen ardından gelişen '71 devrimci atılımı hakkında birbirinden oldukça farkı görüşlerin sahibi olmuştur. Daha açık bir ifadeyle, kim nereden bakıyorsa, neyi görmek istiyorsa '68 hareketine de öyle görmüş ve değerlendirmiştir.
 
Bu bakımdan faşist diktatörlüğün ve onun kiralık kalemşorlarının, devrimci geleneğimiz karşısındaki saldırganlığı biz genç devrimciler için anlaşılır olduğu kadar aynı zamanda gurur vericidir. '71 devrimci atılımının önderlerinden Mahir Çayan yazdığı bir şiirde şöyle söylüyor. "Üzülme aslanım, hatırla bak, ne diyor usta: "Düşman bize ne kadar çok ok atarsa, biz o kadar doğru yoldayız." Bundandır ki karşı devrim cephesinden '68 devrimci gençlik hareketine yöneltilen her saldırganlık, bizlere ne kadar haklı bir davanın militanları olduğumuzu her seferinde daha fazla hatırlatır.
 
Ancak solcu kavramların arkasına sığınan küçük burjuva aydınlarının yanı sıra gençlik hareketi saflarında boy gösteren kimi kavrayışların '68 hareketi ve '71 devrimci atılımı karşısında bilinçli bir tahrifat eyleminin öznesi olduklarını vurgulamamız gerekir. Amaçlanan tepeden tırnağa devrimci ve savaşkan bir geleneği zayıflatmaktır. Bu çevreler '68 hareketini, düzeniçi talepleri olan zararsız, barışçıl bir muhalefet hareketi olduğunu vurgularken bugünün genç devrimcilerini de düzen sınırları içerisinde tutabilmeyi hedefliyor.
 
Elbette ki bu uğursuz amaçlarına bugüne kadar ulaşmayı başaramadılar. Çünkü Türkiye '68'i daha en başından düzen sınırlarını zorlayan bir güzergahtan gelişmiş ve '71 devrimci atılımı ile kesin bir kopuşu sağlamıştır. Avrupa'da ya da başkaca bir çok yerde '68 hareketi '70'li yıllara doğru sönümlenmeye başlarken, Türkiye-Kürdistan'da daha da militanlaşmış ve '71 çıkışıyla devrimci hareketin kuruculuğunu üstlenmiştir. Ve bugünün devrimci görevlerini anlaşılır kılmak adına o sürecin iki temel ayrım çizgisinin altını çizmek gerekir.
 
Bunlardan ilki, '68 hareketinin fiili meşru mücadeledeki ısrarıdır. Dönemin bütün eylemlilikleri düzen sınırlarında gedikler açmış, sokaklarda protestocu değil militan-hak almak için dövüşen bir tarz açığa çıkartılmıştır. Gençlik hareketi bu anlamda tüm toplumsal kesimlere de önderlik etmiştir. Onun militanlığı, işçi eylemliliklerini de, köylülüğün toprak işgallerini de militanlaştırmıştır. İşgaller, boykotlar, sokak çatışmaları, sivil faşist saldırganlığa karşı direniş bu dönemim temel hareket tarzıdır. Devrimci gençlik, faşist diktatörlüğün baskı ve yasakları karşısında geri çekilmeyerek gençlik hareketini daha kitlesel ve militanca örgütlemeyi başarmıştır. Bu militan kararlılık aynı zamanda '71 devrimci atılımını da koşullamıştır.
 
Tam da buradan yani Deniz-Mahir-İbrahimlerden, '71 devrimci atılımından devam edecek olursak kesinkes politik-askeri mücadeleden ve devrimci savaştan bahsetmek zorundayız. Bu Türkiye '68'inin en özgün ve ayırt edici yanıdır. Gençlik hareketi olarak başlayan '68 süreci kısa süre içerisinde iktidarı almayı hedefleyen devrimci örgütleri, genç devrimci önderleri ve savaşçıları açığa çıkartmıştır. Bu atılım sol hareketin üzerine çöken reformizme ve değişik türdeki oportünist görüşlere karşı, devrimci gençliğin kesin bir zaferidir. Onlar, devrime giden yolda zaferin ancak ve ancak politik-askeri mücadele ile mümkün olabileceğini, bu uğurda büyük bedelleri göğüslemenin kaçınılmaz olduğunu dağlarda ve şehirlerde elde silah savaşarak gösterdiler. Devrimciliğin başka türlü olamayacağını eylemleriyle anlattılar. Ve o meşhur sözü bir kez daha göndere çektiler: "Devrim için savaşmayana sosyalist denmez".
 
Gençlik hareketi için Deniz-Mahir ve İbrahimlerin mirası her zaman yol göstericisidir. Gençlik hareketinin bugün '71 mirasını taşıyabildiğini düşünüyor musunuz?
 
Roza Özgür: Elbette ki bu soruya yekpare bir cevap verebilmek olanaklı değil. Çünkü gençlik hareketi, farklı politik çizgileri ve farklı örgütlülükleri içerisinde taşıyor. Ve bu özneler arasında '71 devrimcilerinin mirasına ve silahına büyük bir onurla sahip çıkanlar olduğu gibi '71 devrimciliğini iğdiş etmek isteyenler de mevcuttur. Ancak daha dikkat çekici olan şurasıdır. Sol, devrim ve sosyalizm iddialı gençlik örgütlerinin tamamı, aralarındaki büyük çizgi farklarına rağmen Deniz'i Mahir'i ve İbrahim'i kendilerinin temsil ettiklerini söyleyerek, gençlik kitlelerini bu yolla etkilemeye çalışıyor. Ne var ki, gerçekler devrimcidir. Bundandır ki hiç kimse '71 devrimciliğin arkasına sığınarak kendisini saklayamıyor. Öyle ki, '68 hareketi ve '71 atılımı bir devrimci eylem kılavuzu misali gençlik hareketinin önüne güncel görevler koymaya devam ediyor.
 
Bu hususta ölçüler oldukça sadedir. Kopuş devrimciliği bunun adıdır. Düzeniçilikten kopan, fiili meşru mücadelede militanlık, faşist diktatörlüğe karşı politik-askeri mücadele ve savaşçılık. İşte Denizlerin ardından ilerlemek isteyenlere gidilecek yolu gösteren temel hareket noktaları bunlardır.
 
Peki ya kadınlar bakımından?
 
'68 aynı zamanda kadın özgürlük bilincinin de, sokaklara çıktığı, gerici, feodal erkek egemenlikçi iktidara ve onun tüm alanlardaki görüngülerine karşı mücadeleyi büyüttüğü bir süreçti. AKP/MHP faşist koalisyonu, kadınları, yeniden evlere, erkeğin gölgesine sokmaya çalışırken, o dönemdeki gerici faşist geleneklerine de yaslanıyor. Bizler, aynı zamanda '68'in isimsiz kadın kahramanlarının düşlerini büyütenler olarak, erkek egemenlikçi faşist iktidara karşı dövüşüyor, onların kızkardeşleri olarak onlar için de kadın özgürlük bayrağını dalgalandırıyoruz.
 
Sokaklara, üniversitelere ve liselere bakan herkes görecektir. Politik islamcı faşist diktatörlüğün saldırıları karşısında sokağa çıkmamayı salık verenler, üniversiteleri dövüşmeden terk edenler, tutuklanmamak için varlık hakkından vazgeçenler, hadi daha açık söyleyeyim, ölü taklidi yapanlar, kadın, erkek '68 devrimcilerinin mirasına sahip çıkabilir mi?
 
Bu devrimci geleneğe leke sürdürmemek adına onurla çarpışanlar, '68'in devrimci bayrağını sokaklarda ve barikat başlarında yüksekte tutanlar, kadın-erkek genç komünist ve devrimciler var. Devrimci gençlik hareketi 1968 yılında büyük bir kitlesellik ve militanlıkla üniversitelerden sokaklara doğru atılım gösterdiğinde faşist devlet ve gerici uzantıları Kanlı Pazar katliamını gerçekleştirerek devrimci gençlik hareketini durdurabileceğinin hesabı içerisindeydi. Ancak öyle olmadı, katliam saldırısı devrimci gençliği değil faşist diktatörlüğü vurdu. Soruşturma ve cezalar, tutuklama saldırıları, yurt baskınları ve hatta tekil katlim saldırıları ile süreç devam ettirildiyse de başarılı olmadı. Militanlığını ve kitleselliğini daha da büyüten devrimci gençlik '71 devrimci atılımına giden süreci kendi eylemiyle yaratmış oldu.
 
Gerçekten de '68'de yaşananlar gençlik hareketinin bugününe oldukça benziyor. Suruç Katliamı'nı devrimci cüretle yanıtlayan genç komünist irade, sayısız tutuklama ve gözaltıya, gün aşırı operasyonlara, irade kırma ve tasfiye saldırılarına kararlılıkla karşı koyarken, sokakları ve okulları da diktatöre teslim etmiyor. Fiili meşru mücadele militanca çarpışmayı sürdüren genç komünistler birleşik mücadeleyi de tıpkı '68 gençlik hareketi gibi büyütmeyi hedefliyor bu anlamda öncü roller üstleniyor.
 
Ve elbetteki genç komünistler tıpkı Deniz-Mahir-İbrahimler gibi, onların yoldaşları Kutsiye Bozoklar, Meral Yakarlar gibi devrimin zaferi uğruna politik askeri savaşımı yükseltmek için hazırlıklarını sürdürüyor, mevzilerde çarpışıyor, bu uğurda şehitler vererek yürüyüşünü sürdürüyor. Açıktır ki '71 devrimcilerinin bayrağı emin ellerde, kadın- erkek genç komünistlerdedir. Genç komünistler bu bayrağı devrimin bütün cephelerinde dalgalandıracaktır.
 
Gençlik Hareketinin Bugünkü Görevleri Nelerdir?
 
Destan Güneş: Devrimci gençlik hareketi tıpkı 1968'de olduğu gibi bugün de tarihsel bir görevle karşı karşıyadır. Politik İslamcı saray diktatörlüğüne karşı direnişte devrimci demokratik mücadelenin öncüsü olmak, adeta bir buzkıran gibi toplumsal hareketin yolunu açmak gençlik hareketinin temel gündemi ve görevidir.
 
Diktatörü geriletecek, onlara kaybettirip halklara kazandıracak her mücadelenin en önünde gençlik yerini almalıdır. Sokakları gençlik coşkusu ve militanlığı doldurmalıdır. Bunlar devrimci iddialı tüm gençlerin rutin görevleridir adeta.
 
Gençlik hareketinin bugününde görev ve sorumluluklar üstlenen samimi devrimci militanlar farkındadır ki, eski biçimlerde politika yapabilmek, geçmişteki hareket tarzıyla başarı elde edebilmek mümkün olmuyor. Doğru tariflemek gerekir ki, yaşanan yeni bir süreçtir ve bu süreçte gerçek olan politik İslamcı faşist diktatörlüğün devrimci gençlik hareketini ezmek için tam bir imha savaşı yürüttüğüdür. Eğer, liberal bir düşünüş dünyasına sahip değilseniz ve devrimci iddialarınıza bağlıysanız bu imha savaşına karşı, devrimci savaşı büyütmekten başkaca bir yol olmadığını da görüyorsunuz demektir. Hali hazırda, AKP/MHP faşist koalisyonu, bırakın devrimcileri, komünistleri, ortalama demokrat ya da laik yaşam tarzına sahip insanlara bile hayatı zindan ederken, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ı sınırlarında kilometrelerce duvar ve tel örgü yükselen bir hapishaneye çevirirken, kravatlı IŞİD temsilcileri olarak, siyaset sahnesinde terör estirirken, başka bir yol, başka bir seçenek kalmadığı açık değil mi?
 
Stalin'den alıntılayarak söylemek yerinde olacaktır, Hitlerin faşist işgal ordusu Moskova önlerine dayandığında Kızılordunun başkomutanı şöyle diyordu; "Madem ki faşistler bir imha savaşı istiyor, peki istediklerini alacaklar."
 
İşte komünist gençlik de politik İslamcı faşit diktatörlüğün devrimci hareketi imha ve tasfiye amaçlı saldırılarına, Moskova önlerindeki coşkuyla cevap veriyor. Devrimci savaş hazırlığını büyütüyor ve devrimci gençlik hareketinin militanlarını bu devrimci siperin arkasında dövüşmeye çağırıyor.
 
Bu çağrı yalnız başına genç komünistlerin değil, Deniz-Mahir-İbrahimlerin de çağrısıdır. Onlar 12 Mart faşist darbesinin ardından geriye çekilmemiş, dağlarda ve şehirlerde faşist darbeye karşı dövüşerek daha büyük bir devrimci yükselişin tohumlarını atmıştır. Şimdi bize düşen de saray diktatörlüğüne karşı sokaklarda, barikatlarda ve elbette ki silah başında, Türkiye Kürdistan birleşik devriminin zaferin uğruna savaşmaktır.
 
Denizlerin sevdiği bir şiirle bitirelim. Onlar, her öğrenci forumunda ve her miting sonrasında "Bizim de dağlarımız var Che Guevara" diyerek mücadele sözlerini yineliyordu. Şimdi biz genç komünistler, aynı sözü onlara veriyoruz. "Deniz, Mahir, İbrahim merak etmeyin bizim de şehirlerimiz, dağlarımız ve ellerimizde silahlarımız var."
 
Adanmış genç militanlarımız, uğruna dövüştükleri özgür ve onurlu bir yaşam düşümüz var. Hiçbir düş yarım kalmayacak sözümüzü bir de bu vesileyle tekrarlayalım. Ve umutlu düş yolcularını devrimin zaferi için mücadele ateşlerini çoğaltmaya çağıralım.