14 Kasım 2024 Perşembe

Katliam yetkisi verenler katilleri yargılamaz!

19-22 Aralık'ta 20 hapishaneye eşzamanlı olarak gerçekleştirilen katliamın üzerinden 19 yıl geçti. Devremci tutsakların katledilmesine yönelik operasyonda yer alan askerler hakkında açılan davalar beraatle sonuçlandı. Kararı veren yetkililer hakkında ise soruşturma dahi açılmadı. Direnişte yer alan tutsaklar, 19 Aralık'tan bugüne siper yoldaşlığı ve mücadele azminin miras kaldığını vurguladı, hak ve özgürlüklere yönelik saldırılara karşı birlikte mücadelenin önemine dikkat çekti.

Askerlerin "teslim olun" tehdidine karşı kadın devrimci tutsakların "son çağrımız, asıl siz teslim olun" haykırışı hafızalarda tazeliğini koruyor. Tarih 19 Aralık 2000. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) eliyle, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından planlanıp, 20 hapishaneye eşzamanlı uygulanan ve "Hayata dönüş" adı altında gerçekleşen katliamın 19. yılı. 19 – 22 Aralık tarihlerinde 30 devrimci katledildi. Ancak geriye devrimcilerin geçmişten devraldığı siper yoldaşlığı ve direnişi kaldı.

Hapishaneler her daim egemenlerin hedefinde oldu. Çünkü eğer hapishaneler teslim alınırsa, sokak da teslim alınır. Bu yüzden devletin ilk hedefi hapishanelerdi. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, "hapishaneleri susturamazsak, sokağı susturamayız" derken, Adalet Bakanı Sami Türk de "asıl mesele ölüm oruçlarını bitirmek değil devletin bekasını sağlamak" sözleriyle niyetlerini açıkça dile getirdi.

Devletin kendi aklıyla tutsakları "ıslah" etmek amacıyla kullandığı hapishaneler devrimci tutsaklar için bir eğitim alanı oldu. Örgütlü mücadeleyi her alanda yürüten devrimciler siper yoldaşlığıyla devletin saldırılarını püskürttü. Bu nedenle 2000'li yıllarda tecridi devreye sokmak için F Tipi hapishaneler gündeme geldi.

Devrimci tutsaklar F Tipi Hapishaneleri ve tecrit koşullarının devreye sokulmasını engellemek için Ekim ayında açlık grevi direnişine başlamış daha sonra da direnişi ölüm orucuna çevirmişti. Devletin buradaki amacı da devrimci tutsakların koğuş sistemindeki örgütlülüğünü dağıtmak, direnişi kırmaktı. Aynı yıl Türkiye ile IMF arasında yapılması planlanan "stand-by" anlaşmasıyla Bülent Ecevit başkanlığındaki hükümet, krizin tüm faturasını emekçilere yüklemeyi amaçlıyordu. Devlet, buna itirazların ilk olarak hapishanelerden yükseleceğini bildiği için ilk orayı hedef aldı.

8 BİN 335 ASKER VE BİNLERCE POLİS OPERASYONA KATILDI
8 jandarma komando taburu, 37 bölük olmak üzere 8 bin 335 asker, binlerce çevik kuvvet polisinin katıldığı operasyonda 20 bini aşkın gaz bombası atıldı, sıkılan kurşun sayısı ise bilinmiyor. Kurşunlar tutsakların bedenlerinden atış mesafesi ve kullanılan silah tipi belli olmasın diye bıçakla kazınarak alındı. Ayrıca tutsaklara yönelik kimyasallar kullanıldı. Uzun süre kimyasal kullandığını reddeden devletin yalanını, 23 Kasım 2010'da görülen duruşmada, peruğunu çıkaran Hacer Arıkan, "Ben, beni yakan maddenin ne olduğunu bilmek istiyorum. Benim ve arkadaşlarımın kıyafetleri yanmadı. Ateş yoktu ama yanıyorduk. Sadece derimiz yandı, sonra damla damla aktı, uzadı, döküldü" sözleriyle açığa çıkardı.

19-22 ARALIK'TA TARİHE DİRENİŞ YAZILDI
19 Aralık, devrimci tutsakların ortaya koyduğu direniş ve siper yoldaşlığıyla da tarihe geçti. Çanakkale'de, Buca'da, Burdur'da, Ulucanlar'da, Bayrampaşa'da, Sağmalcılar'da tutsaklar direnişleriyle tarih sayfalarında yerini aldı. Bedenlerini yoldaşlarına siper edenler, feda eylemi gerçekleştiren, teslim olmayanların mücadelesi dışarıya taşındı.

Katliamın üzerinden 19 yıl geçti. Bu süreçte katliamın faillerinden hesap sorulmadı. Elbette ki katliam için talimat veren devlet, katliamı yapanlardan hesap sormayacaktı! Yoksa neden bir katliam operasyonuna dalga geçer gibi "hayata dönüş" adı verilsindi! ETHA'ya konuşan 19 Aralık katliamından ölüm orucu direnişinde yer alan Ulaş Gökder'in, "Zaten devletin gerçekleştirdiği bir katliam. Onlara katliam yetkisini veren o dönemin yetkilileri, dolayısıyla beraat etmeleri normal" sözleri sürecin özeti aslında.

Ölüm orucu direnişçisi Ömer Ünal da beraat kararının Türkiye açısından gayet "normal" olduğunun altını çizdi. Bugün yaşananların 19 Aralık sürecinin bir devamı olduğunu dile getiren Ünal, "Umudunuzu yitirmeyin, mücadele azmini yüksek tutun" dedi.

'KADIN DEVRİMCİ TUTSAKLAR ÖZEL HEDEF ALINDI'
Türkiye gibi tarihi katliamlarla dolu olan bir ülkede bu kararı "Devlet kendini suçsuz göstermek için her şeyi yapıyor" diye yorumlayan ölüm orucu direnişçilerinden Gönül Karagöz, yetmezmiş gibi tüm suçun katledilenlere yıkılmak istendiğini kaydetti. Karagöz, "Sanki ölüm orucu yapmak keyfi bir şeymiş gibi... Oysa keyfi değildi, zorunluluktu. Dört duvar arasında direnişin tek yoluydu. Zorunluluğu görmeyenler bunu söylüyor. Beraatın nedeni bu. Biz direniş hakkımızı savunduk. Cezaevlerini ele geçirdiklerinde dışarıyı çok rahat ele geçireceklerdi" ifadesini kullandı.

Özellikle kadın devrimci tutsaklara yönelik devletin çok ciddi saldırısı olduğunun altını çizen Karagöz, "Devrimci kadınların bunu her yerde anlatmaları lazım. Birleşik mücadele konusunda bütün devrimci tutsaklar ve direnişçiler kadar dışarıdaki insanlar daha fazla düşünmeli, mücadele etmeli" çağrısı yaptı.

Direnişçilerden Tuner Tekin "Devlet saldırılarının ilk yöneldiği alan hapishaneler. Bu gerçeklikle dışarıya dönük olarak da şöylesi bir görevi ve sorumluluğu ortaya çıkarıyor. Dışarıda demokratik hak ve özgürlüklerimiz için bir araya gelmezsek, o birlikteliği güçlü şekilde ortaya koyamazsak devletin saldırıları daha da şiddetlenecek. Devlet kendini daha güçlü hissedecek. Kişiler, gruplar örgütlenerek demokratik hak ve özgürlüklere dönük saldırılara karşı birlikte hareket etmeli, tek yumruk olmalı ve ses vermeleri son derece önemli" dedi. Tekin, toplumun hapishanelere yönelik saldırılara karşı daha duyarlı olması gerektiğini kaydetti.