29 Mart 2024 Cuma

Kapitalizm öldürür, sosyalizm yaşatır!

Bu salgın da şu ya da bu zaman diliminde elbette bitecektir. Ancak insanlığın önünde iki seçenek kalacaktır: Ya bu düzene boyun eğerek yeni yıkıcı salgınlar sonucu yok oluşu izlemek ya da kapitalizme karşı mücadele yükseltilerek yeni bir yaşamın ve toplumsal düzenin, yani insanlığın tek kurtuluş yolu olan sosyalizmin yolunu açmak. Tek ve gerçek çözüm ise budur. 

Dünya halkları yeni bir tehdit altında. Aralık ayında Çin'in Vuhan kentinde ortaya çıkan yeni tip koronavirüs  (Covid-19), 120'den fazla ülkeye yayılarak küresel salgın düzeyine ulaştı. İnsanlığın önünde belirsiz ve kaotik bir süreç var. Dünya halkları bir toplu katliam tehdidi altında. Bu belirsizliğin getirdiği korku ve panik havası toplumsal bir otokontrol refleksiyle birleşerek tüm sosyal ve ekonomik yaşamı altüst ediyor. Sağlıklı bilgi yoksunluğu ortalıkta dolaşan komplo teorileriyle birleşerek tüm toplumu adeta esaret altına alıyor. Toplumsal bir soruna karşı bireysel çözüm önerilerinin sunulması ise daha büyük bir toplumsal trajedi ihtimali besliyor. Halk sağlığı ve toplumcu çözümler yerine virüse karşı birey olarak kimin ne yapması gerektiği propagandası, yer yer neredeyse hurafelerle birleşen bireysel çözümler gündemi işgal ediyor.

Tartışmaların bütünü virüsten korunma yöntemleri oluştururken, sorunun kaynağı olan emperyalist-kapitalist barbarlık düzeninin üstü örtülüyor. Kapitalist sömürü yasaları ve bunların insan ve doğa yaşamına etkileri tartışma konusu dahi yapılmıyor. Sistem içinde bireysel çözümler üretme ve düşünme arayışları teşvik ediliyor. Kapitalist sistemin yapısal krizinin yol açtığı tahribatlar, azami kâr hırsı, eğitim ve sağlık alanındaki özelleştirmeler, sermayeyi büyüten dizginsiz sömürü kuralları, savunma adı altında bütçenin büyük kısmının savaş politikalarına ayrılması gerçeği, soruna bireysel önlemler tartışmasının gölgesinde kalıyor. Üretimin toplumun çıkarları için olmadığı, sermayenin çıkarları için olduğu yasası virüs salgını sürecinde ortaya konulan yaklaşımlarla bir kez daha çıplak bir şekilde ortaya çıktı. Hem emperyalistler hem de işbirlikçi Türk burjuva devletinin açıkladığı ekonomik önlem paketleri büyük tekelleri kurtarmayı amaçlarken işçi ve ezilenleri ise ölüme terk ediyor. Virüs test kitinin yüksek ücreti, dezenfektan ürünler, hijyen ve temizlik malzemeleri, maske ve eldiven gibi basit sağlık malzemelerin temininin dahi karaborsaya düşmüş olması düpedüz kapitalist sağlık politikalarının sonucu. Temel gıda maddelerindeki fahiş fiyat artışını söylemeye bile gerek yok. Zengin sınıf ve patronlar çalışmazken işçilerin ve emekçilerin çalışmaya devam etmesi, ancak evlerine giderken mutlaka el-yüz yıkama kuralına uymalarının salık verilmesi kan emici düzenin gerçek yüzüdür. Emekçilerin basit sağlık maskesine mahkum edildiği bugünler ekonomik, bilimsel, teknolojik gelişmişlik düzeylerinin propaganda edildiği modern burjuva devletlerin maskelerinin ise düştüğü günler haline geliyor. Gerçek, yıkıcı bir şekilde kendisini insanlığa gösteriyor.

Kapitalistler her kaotik ve krizli dönemi olduğu gibi salgın krizini de fırsata çevirmeyi amaçladılar. Ne var ki süreç ilerledikçe virüs kapitalist dünya düzeninin de altını oymaya başladı. Dünya borsaları sert düşüş ve sarsıntılar içinde. Kapitalizmin krizler üzerine kurulu bir düzen olduğu ve varoluşsal krizinin ona yeni bir yaşam hakkı tanımadığı bir kez daha görülüyor. Kapitalizm iflas  etmiştir. Koronavirüs salgını ve ortaya çıkan tablo bu iflasın ilanıdır.

Kapitalist sistemin doğaya ve insana zarar vermeksizin varlığını sürdürmesinin koşulları yoktur. Bu sistem ne doğayla ne de insan yaşamıyla uyumludur. Emeğin ve doğanın sınırsız sömürüsüne karşılık dünya kaynaklarının sınırlılığı gerçeği sermaye sınıfının umurunda dahi değil. Temizlik, beslenme ve sağlık propagandasının her dakika yapıldığı şu günlerde 820 milyondan fazla insanın aç olması, 2 milyardan fazla insan temiz su kaynaklarına erişememesi, 3 milyar insanın tuvaletsiz, 1 milyar 200 milyon insan ise evsiz olmasını hangi burjuva devlet, hangi tekel, hangi zengin patron önemsiyor?

Bu sınırsız sömürü ve tüketim anlayışı atmosferin ısınmasına, ekolojik dengenin bozulmasına, canlı ve biyolojik türlerin yok olmasına, toprağın, suyun, havanın kirlenmesine, temiz su kaynaklarının azalmasına, üretim kaynaklarının azalmasına neden oldu. İşte bu vahşi döngü ekonomik, iklim, enerji, gıda, etik, politik krizler gibi kriz çeşitliliğini de artırdı. 14.yüzyılda oluşan veba salgını kentleşmenin sonucuyken, SARS, ebola, koronavirüs gibi salgın hastalıklar da kapitalist kentleşmenin, doğa talanının, kimya ve ilaç şirketlerinin kontrolsüz deneylerinin yarattığı ekolojik yıkımın sonucudur.

Kapitalist devletlerin böylesi büyük bir salgını önleme konusunda ne kadar yetersiz ve yeteneksiz oldukları, sistemin çöküşte olduğu bir kez daha görüldü. Burjuva devletler insanların sosyal ve ekonomik yaşamlarını altüst etmeden, onları işsizliğe, açlığa, yoksulluğa mahkum etmeden, OHAL önlemleri almadan virüsle mücadele etme kabiliyetine sahip olmadığı ortaya çıktı. Hemen tüm burjuva devletler, insanları virüse karşı kendi olanakları çerçevesinde mücadeleye çağırıyor. Oysa bütün yalnızlığına ve ekonomik zayıflığına rağmen halkçı, devrimci-demokratik Küba ise kamusal sağlık sistemini kullanarak başka bir yoldan mücadeleyi yükseltiyor, örnek oluşturuyor. Küba, virüs salgınına karşı toplumsal dayanışmayı öne çıkarırken aynı zamanda hızla antiviral ilaç geliştirdi. Yalnızca bu örnek dahi kapitalist barbarlık ile anti-kapitalist anlayış arasındaki farkı göstermeye yeter.

Peki ya o çok gelişmiş kapitalist ülkeler ne yapıyor? ABD'de 28 milyon insan sigortası olmadığı için virüs testini yaptırma ve sağlık hizmeti hakkına sahip değil. Devlet bütçesinde de sağlık hizmetlerine ayrılan bütçenin yüzde seksen kısılması kararı alındı. İngiltere hiçbir önlem almayarak 'sürü bağışıklığı' yöntemi ile 40 milyon insanın virüsü kapmasını umursamazken, yaşlıların ve hastaların üretime devam etmesi kararı alıyor. İtalya sağlık sistemindeki özelleştirme politikasının sonuçlarını en ağır şekilde yaşarken, Türkiye ise çözümü kolonyaya, duaya ve tevekküle havale ediyor.

Birçok ülkede salgını kontrol altına almak adına ya OHAL ilan ediliyor ya da OHAL kapsamındaki yasalar çıkarılıyor. Hiçbir burjuva devlet ücretli izini gündemine dahi almıyor. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da da durum pek farklı değil. Milyonlarca işçi yaşamak için işe gitmeye devam ederken kimi sektörlerdeki emekçiler evde çalışma adı altında esnek çalışma ve sömürü düzenine mahkum ediliyor. En iyi ihtimalle ücretsiz izin adı altında kalıcı-geçici işten atmalar yaygınlaşıyor. Evden çalışma biçimi ise sömürüyü olduğu kadar evlere kurulan kameralarla denetimi, mobbingi, çalışma saatlerinin belirsizliğini, insani yaşam ihtiyaçlarının gasbını beraberinde getiriyor. Marketlerin belli günlerde açılmasından dolayı internet alışverişleriyle küçük esnaf açlığa mahkum edilirken bu yolla büyük gıda tekellerinin kârı da artıyor. Bakkalından taksici esnafına, manavından simitçi tezgahtarına kadar tüm emekçiler salgının yanı sıra açlığın da pençesine atılıyor.

Sağlık hakkının ücretli olması, özel hastanelerin mantar gibi açılması, üniversite hastanelerinin kapatılarak şehir hastaneleri adı altında kent dışına taşınması, gelişkin bir sağlık sigorta sisteminin yokluğu ve sigortalı olmayanların tedavi hakkının olmaması, gerekli teknolojik alt yapı sistemine uygun bir sağlık sisteminin olmaması tabloyu gösteren veriler.

Ne ki halklarımız bu kaosa ve çözümsüzlüğe terk edilemez. Oluşturulan toplumsal paniğe kapılmaksızın, halk sağlığı gözetilerek, yaratıcı biçimlerde kapitalizme karşı mücadele yükseltilmeli, bir yandan güçlü bir teşhir faaliyetinin yol ve yöntemleri bulunurken öte yandan halklarımızın en acil talepleri yükseltilmelidir. Bu kapsamda; sağlık hizmetlerinin ücretsiz verilmesi, virüs test kitinin ücretsiz yapılması, temel gıda ve temizlik ürünlerinin devlet tarafından karşılanması, su, elektrik, doğalgaz ücretlerinin düşürülmesi ve borçlarının iptal edilmesi, internet erişim hizmetinin ücretsiz yapılması, yaşlı bakımının ve tüm ihtiyaçlarının devlet tarafından üstlenilmesi, sağlık çalışanlarının çalışma koşullarının ve ücretlerinin iyileştirilmesi ve sağlıklı çalışma koşullarının oluşturulması, KHK ile işten atılan tüm sağlık emekçilerinin koşulsuz olarak işe geri alınması, tüm tutsakların tahliye edilmesi gibi talepler duraksamadan yükseltilmelidir. 'Herkes eve işçiler işe' anlayışına son verilmeli, işçiler ücretli izne ayrılmalı, temel ihtiyaçları karşılanmalıdır. İşyerleri kapatılan esnaf ve işyeri çalışanlarının zararları tazmin edilmeli, borçları ertelenmeli, ihtiyaçları devletçe karşılanmalıdır. Eve kapanma çağrısı yapılarak kadınların ev içinde maruz kaldığı emek sömürüsünün katmerleşmesinin önüne geçecek sosyal ve ekonomik önlemler hızla alınmalıdır. Bu süreçte artması muhtemel ev içi şiddetin engellenmesi için kadınlar lehine düzenlemeler hızla yapılmalı ve kadın yaşamı güvencelenmelidir.

Kapitalistler, kan emici burjuvalar ve onların iktidarları bu krizi sadece ekonomik olarak değil siyasal, toplumsal, sosyal olarak da fırsata çevirmek istiyor, salgından korunmanın tek yolunun eve kapanmak olduğunu söyleyerek kendi sorumluluklarını üstünü örterken gelişebilecek olası toplumsal patlamaların, isyanların da hem önünü kesmek istiyor. Toplumda umutsuzluğun, korkunun ama en önemlisi yabancılaşmanın hızla yayılmasını sağlayarak, toplumsal dayanışmanın önüne geçerek toplumu atomize etmeyi hedefliyor. Faşist Erdoğan iktidarı sürekli bir 'yabancı kaynaklı' vurgusuyla ırkçılığı yükseltmeye çabalıyor.

Oysa sorun toplumsaldır ve çözümü de toplumsal olmak zorundadır. Devrimci sosyalistleri ve emekçi sol hareketi bu perspektif yönetmeli, salgına karşı mücadele kapitalizme karşı mücadeleyle birleştirilmelidir. Toplumsal dayanışmanın yol ve yöntemleri bulunmalı, güncel olarak halk sağlığı stratejik olarak ise insanlığın ve doğanın varlığını koruyacak bir mücadele hattı örülmelidir. Bir yandan dayanışma yoluyla birleşmek giderek daha mümkün ve insani bir zorunluluk haline gelirken diğer yandan kapitalizme karşı pratik deneyimlerden süzülen bir bilinç gelişmektedir. Salgına karşı çözüm refleksi henüz toplumsal karakterde değildir. Ancak süreç içinde fırsat eşitsizliklerinin giderek gözle görünür hale gelmesi, yoksullarla zenginlerin salgın karşısındaki çözüm ve yaşam standartları arasındaki uçurum belirginleştikçe yepyeni bir bilinç de boy verecektir.

Virüs ile başlayan mevcut durumu 'kriz' kelimesi ile anlatmak yeterli değil. Kriz kendi bağrında yeni bir yaşamın çözümünü de gösteriyor. Koronavirüsü salgını, tarihi boyunca her ekonomik ve sosyal krizde kendini yenileyerek idame ettirmeyi başaran kapitalizmin varoluşsal krizinin en tipik göstergesi haline gelmiştir. Burdan geriye dönüş yoktur. Halkları aldatarak oyalama yeteneği sıfırlanmıştır. İşte tam da burada sorulması gereken soru, mücadelenin virüse karşı mı yoksa kapitalizme karşı mı verilmesi gerektiğidir. Çözüm, her koyunun kendi bacağından asılması misali evlere kapanmakta mı yoksa toplumsal dayanışma ve mücadele ağları oluşturarak örgütlenmekte mi? Bugünden itibaren yoksullar dayanışma ve yardımlaşma ağlarını kurmalı ve insanca yaşam taleplerini yükseltmelidir.

Bu salgın da şu ya da bu zaman diliminde elbette bitecektir. Ancak insanlığın önünde iki seçenek kalacaktır: Ya bu düzene boyun eğerek yeni yıkıcı salgınlar sonucu yok oluşu izlemek ya da kapitalizme karşı mücadele yükseltilerek yeni bir yaşamın ve toplumsal düzenin, yani insanlığın tek kurtuluş yolu olan sosyalizmin yolunu açmak. Tek ve gerçek çözüm ise budur.