19 Nisan 2024 Cuma

Kadınlar faşizmi yıkacak, İstiklal’e koşacak

Kadınların akan özgürlük selini durduramayacaklar. Çünkü  kadınlar hangi hakkı elde ettiyse, tepeden tırnağa cinsiyetçiliği ve kadın düşmanlığı kuşanmış bir faşist iktidara karşı mücadele ederek, itaat etmeyerek elde etti. Kadınların, sokakları da SS’lere terk etmeye niyeti hiç yok.

Süleyman Soylu'ya kısaca SS diyeceğim. Nedeni basit. Saray faşizminin içişleri bakanı ve bir Nazi subayı gibi konuşuyor. "Gibi"si bile fazla. Sürekli tehdit ediyor, talimat veriyor, parmak sallıyor. Dediklerinin çoğunu yaptığı da aşikar. Onda "SS" ismi çok iyi duruyor.

SS yine buyurmuş. Kadınlar 8 Mart’ta istediği her yerde yürüyebilirmiş ama İstiklal Caddesi zinhar yasakmış. 
Oldu.

Kadınlar ne zaman senden izin aldı? Ya da kadın özgürlük mücadelesinin varlık nedeninin başında sen ve senin gibi kadın düşmanları dururken, senden mi izin alınacaktı?

Bir düşün bakalım.

Nasıl yaşayacağımıza olduğu gibi nerede ve nasıl yürüyeceğimize biz karar veririz, sen ve Saray’ın değil.

SS daha önce de Meclis’te "Las Tesis" dansı yapan kadın milletvekillerini ve tüm kadınları, "Eğer bu Meclis, 'Bunları söylemeye devam etsinler’ derse ben İçişleri Bakanı’yım, kanuna rağmen, Anayasa’ya rağmen en geniş hakkımı kullanacağım" diye tehdit etmişti. "En geniş hakkı"nın gözaltı kısmını kullanmıştı. Malum, kontrgerilla şefi Mehmet Ağar’ın yetiştirmesi olarak "en geniş yetkilerinin sınırı" hayli sınırsız. Talimatlarının ardından Las Tesis yapan kadınlara yönelik gözaltı operasyonları yapıldı. Ancak SS’nin bu tehditleri Şili’den dünyaya yayılan büyük özgürlük korusunun bizim semalarımızda da yankılanmasını engelleyebildi mi? Elbette hayır. Sokaklardan "Hata benim değil/ nerede olduğum değil/ ne giydiğim değil/ Tecavüz eden sensin!/ Tecavüz eden sensin!/ Polisler, yargıçlar, devlet! Baskıcı devlet, cinsiyetçi ve ırz düşmanıdır" sesleri polis şiddetine rağmen yükselmeye devam etti.

Dünyada kadın isyanı rüzgarı eserken, Türkiye ve Kürdistan’da kadın özgürlük mücadelesi, eksik ya da fazla, öyle ya da böyle, lokal ya da genel, birleşik ya da dağınık, Saray faşizmine teslim olmama yolundan ilerliyor. Elbette geri çekildiği de oldu, tüm kitle hareketleri gibi. Ancak kimseden icazet almadı, biat etmedi.

Katledilen kadınların davalarını "erkek adalet değil, gerçek adalet" için takip etti. Hayatta kalmak için kendilerine tecavüz eden, şiddet uygulayan erkekleri öldürmek zorunda kalan kadınların yanında "Özsavunma bir haktır, cezalandırılamaz" diyerek durdu, gösterdiği kadın yoldaşlığı sayesinde Çilem, Namme örneklerinde olduğu gibi kadınları hapishane duvarlarının arasından kurtardı. İktidarın çocuk tecavüzcülerine af getiren, çocuklara yönelik cinsel istismarı normalleştiren yasa hazırlıklarına karşı "Çocuk susar, biz susmayacağız" diyerek itiraz etti. Kayyum darbeleri ile yok edilmek istenen eşbaşkanlık sistemi dahil tüm kazanımlarını, "Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz" diyerek korumaya çalıştı. Mülteciliğin, işgalin kadın yüzünün ağırlığını anlattı. 8 Mart ve 25 Kasımlarda ise sokakları iktidara teslim etmedi. Siyasetin de hayatın da merkezinden olmaktan vazgeçmedi. Kadınların bütün bu adalet, eşitlik ve özgürlük arayışının hedefinde, faşist iktidar oldu.

Cinsiyetçilik, Türk devletinin kurucu mayası. Ancak AKP iktidarı döneminde kadınlara karşı düşmanlık bir kadın kırımına dönüştü. Rakamları hatırlatmaya gerek yok. Erkek şiddetinin herhangi biçimine maruz kalmayan kadın neredeyse yok. Bu iktidarı, öncekilerinden ayırt edici kılan noktalardan biri ise, kadına ve çocuklara yönelik şiddeti açık açık savunmaları, bunu kimi zaman İslami referanslarla kimi zaman mağduriyet ile açıklamaları oldu. Erdoğan ekranların karşısında defalarca "Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum" dedi. Ya da Ensar Vakfı’ndaki çocuklara yönelik tecavüz suçu ortaya çıktığında, dönemin Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu, "Bir kereden bir şey olmaz" diyerek bu büyük suçu savunabildi. Saray faşizmi kadınlara "makbul" kadınlığı dayattı. Kadın, erkeğin eşi, çocukların anası dışında "kendi başına bir kadın" olamazdı. Böylece kadınları, eve doğru çeken bir politikayı uyguladı.

Politik kadınları da şiddet ile susturmaya çalıştı, sokakları her fırsatta yasaklamak istedi. Yine bir 8 Mart’ın öngününde, SS, 2003 yılından bu yana kadınların gerçekleştirdiği "feminist gece" yürüyüşünü engellemek niyetinde. Tehdit ederek korku salmak istiyor. 8 Mart akşamı da İstiklal Caddesi’ni abluka altına alıp, insansızlaştırmaya da çalışacaklar. Mümkün!

Ama SS’in tüm çabaları boşuna! Kadınların akan özgürlük selini durduramayacaklar. Çünkü  kadınlar hangi hakkı elde ettiyse, tepeden tırnağa cinsiyetçiliği ve kadın düşmanlığı kuşanmış bir faşist iktidara karşı mücadele ederek, itaat etmeyerek elde etti. Kadınların, sokakları da SS’lere terk etmeye niyeti hiç yok.

Kadınların ayaklanması, dünyayı kurtaracağı gibi AKP faşizmini de yıkacak. Sokaklar kadın isyanı ile özgürleşecek. Öyleyse İstiklal’de buluşmaya!