İnsanlığın gömüldüğü yer: Havaran
Siyah torbalar içinde getirip gömdüler onları. Binlercesini hem de. Yetmedi, yüzlerce kez dozerlerle üstünden geçtiler; yetmedi çiçekleri söktüler ve etrafına duvarlar ördüler. İran halkının en dürüst evlatları yatıyor orada, o mezarlıkta!
"Bir gün üç veya dört arkadaşımla bu dosyalardan bazıları hakkında bir rapor sunmak üzere Humeyni'yi görmeye gittim. İmamın bu işi abarttığımızı söylemesinden endişeleniyorduk ama onun bizden çok önde, çok daha radikal olduğunu gördük; bizi teşvik etmekle kalmadı, aynı işi sadece Tahran'da değil, diğer illerde de yapmamız gerektiğini söyledi."
1988 cezaevi katliamı sırasında Hüseyin-Ali Nayyeri, Murteza Eshraqi ve Mustafa Pourmohammadi ile birlikte meşhur "Ölüm Komitesi"nin üyesi olan İbrahim Reisi anlatıyor. Geçenlerde helikopter kazasında yaşamını yitiren Reisi'nin "iş" dediği ise, öldürülmesi gereken tutsakların listesiydi… Humeyni'nin el yazısı ile verdiği "fetva" üzerine "işe" başlayan komite, binlerce solcu, demokrat, Kürt tutsakla "af yasası için çalışıyoruz" yalanıyla tek tek görüşmeler yapmış, sonra da uzun bir katledilecekler listesi hazırlamıştı. Birkaç ayda bitirdiler işi. Önce bütün cezaevlerinde her türlü ziyaret ve iletişim yasaklandı, sonra infazlar gerçekleştirildi. İran Komünist Partisi, Halkın Mücahitleri, Halkın Fedaileri (Çoğunluk ve Azınlık), Komala… Artık ne rast geldiyse! Yargı filan yoktu. Olsa da zaten meşhur Devrim Mahkemesi Başkanı "Motor" lakabıyla ünlü Sadık Halhali sorunu çözüyordu! Halhali bu ismi hak ediyordu; çünkü bütün duruşmaları sadece 5 dakika sürüyor ve hep ayrı kararla sonuçlanıyordu: İdam! Bazı kararların yanlış olma ihtimali sorulduğunda ise cevabı çok klasikti: "Suçsuzlarsa sorun yok, o zaman cennete giderler zaten!"
NEREYE GÖMELİM BUNLARI?
Ancak bütün bunlar olup biterken, rejimin önünde ciddi bir sorun vardı; mollalar katledilen bu kadar insanın nereye gömüleceğini tartıştılar ve sonunda bir çözüm buldular: Havaran Mezarlığı!
Havaran, Tahran'ın güneybatısında Hıristiyan Ermeniler ve Bahailer için ayrılmış eski bir mezarlıktı. Rejim, "sapkın" olarak gördüğü Bahailer için orayı uygun görmüştü. Onlar "mürted" oldukları için Müslüman mezarlıklarını "kirletmeleri" dinen sakıncalıydı çünkü. Böylece gömme işlemleri başladı. 1988 yazı boyunca cezaevlerinde infaz edilenler gece gündüz naylon torbalar içinde getiriliyor ve Havaran'da açılan büyük çukurlara toplu halde gömülüyordu. Ne bir taş, ne bir iz! Kaç kişi oldukları, kimin nerede gömülü olduğu hiçbir zaman bilinmedi, hala da bilinmiyor.
Yine de rejim, yaptığı bu kirli işi tam bir gizlilikle kotarmayı beceremedi ve toplu mezarlara gömme işlemleri katledilenlerin aileleri tarafından fark edilerek belgelendi. Daha sonraları Havaran Anneleri olarak resmi olmayan bir örgütlenmeye dönüşen kurbanların aileleri, yakınlarının akıbetini öğrenme çabasına girdi. Bu arada İranlı yetkililer, resmi bir tebliğle Bahai toplumuna da Havaran'a yakınlarını gömmeyi yasakladı.
Bir süre sonra mezarlığın çevresini yüksek duvarlarla çevirirken, ailelerin bölgeye yaklaşmalarını yasakladı. Kazı yapmak, DNA almak gibi şeyler filan hayal bile edilemezdi. Yine de anneler, meşakkatli bir çabayla Havaran'daki siyasi mahkumların toplu mezarlarının en azından kaçırılamamasını sağladı. Başlangıçta her Cuma, daha sonra ise her ayın ilk Cuma günü Havaran'da toplanmayı bütün baskılara rağmen başardılar.
ZİYARET BİLE YASAK
2003-2004'te yetkililer, ailelerin girmesini engellemek için mezarlığın kapılarını kilitledi. 2009'da ve daha sonra da her yıl üç-dört kez toplu mezar izlerini ortadan kaldırmak için araziyi buldozerlerle dümdüz ettiler. Mezarları bir şekilde işaretleyen her türlü bitki, fotoğraf veya tabelayı söküp attılar. Öyle ki, ailelerin çiçek veya yeşillik ekmesini engellemek için toprağı kireç ve tuzlu suyla doyuracak kadar ileri gittiler. Temmuz 2013'ün sonlarında ise, ziyaretler tümden yasaklandı. Bütün bölgeye kameralar yerleştirildi.
Havaran İran'daki tek toplu mezar değildi elbette. Tahran'da başka üç mezar, Kürdistan'da, Ahvaz'da, Lorestan'da, Tebriz'de başkaları da var. Ancak Havaran Mezarlığı Anneler için bugün hâlâ bir dayanışma sembolü. Binlerce insanın kemikleri ise orada, toprağın altında özgür günleri bekliyor…
"Bir sığınakta düşmana ateş ederken aniden asker olmayan biri ateş hattıma girdiğinde onu vurmak benim görevimdir. Ben düşmanı bombalarken, yakındaki bir köye bomba düştüğünde, köyü neden vurduğumu sorar mısınız? (…) Basite indirgeyip şöyle mi dememiz gerekiyor: ‘Hayır, sen ön saflarda değildin. Sen yedek güçtün. Sen onların araçlarının tamircisiydin.' Ha? Aptal mıyız biz? Düşman hattında kim varsa düşmandır."
"Ölüm Komitesi" üyesi ve dönemin İstihbarat Bakan Yardımcısı Mustafa Pour-Mohammadi konuşuyor. "Kadın da olsa çocuk da olsa" diyor gibi sanki, değil mi?
Bir başka "Komite" üyesi, Hüseyin-Ali Nayyeri ise cezaevi katliamının neden gerekli olduğunu veciz sözlerle açıklıyor: "Hapishanenin içinde bile aralarında bir uyum vardı. Orada yeni bir örgütsel yapı kurmuşlardı. Hapishane atmosferi onların elindeydi ve bu nedenle yeni komplolar kuruyorlardı…"
Bunu da bir yerden hatırlıyoruz sanki… Sakal hariç her şey aynı!