16 Nisan 2024 Salı

İcazet arayışı yenilgiye, direniş kararlılığı zafere götürür

Sendikal harekette dahi öncülük, sınıfsal çıkarları savunmakta, faşist yasaklara boyun eğmemekte ve bedelleri göğüslemekte önde durmayı gerektirir. Yüzünü daha dün direniş çadırlarından gözaltına alınan işçilere, polis barikatlarından geri dönmeyen kadınlara, üniversitede fiili direniş nöbetini sürdüren öğrencilere dönmek yerine korkunun rehin aldığı yığınlara dönmekle, emekçilerin ve ezilenlerin fiili meşru mücadele potansiyeline güvenmek yerine faşizmin yasallığına ve dahi keyfiliğine öncelik vermekle, dişe diş mücadelelere girmeyi göze almak yerine kendi rahatını ve huzurunu kollamakla öncülük yapılamayacağı besbellidir.

Faşist şef Erdoğan'ın "kısmi kapanma" adı altında 1 Mayıs'ı yasaklamasının ardından, 1 Mayıs için yapılan bütün miting başvuruları, İçişleri Bakanlığı genelgesini gerekçe gösteren valilik ve kaymakamlıklar tarafından reddediliyor.

Faşist yasaklar dizisi saray iktidarının zaten çoktan olağanlaşmış yönetim biçimi, bunda beklenmedik bir yan yok. Faşist şeflik rejimi, Mayıs ortasına uzanan "kısmi kapanma" süresince, milyonlarca işçiyi bilimsel sağlık önlemlerinden ve aşılanma hakkından yoksun bırakmaya, işsizlik ve açlık tehdidiyle toplu taşıma araçlarına ve işyerlerine yığmaya devam edecek ama hakları ve talepleri için sokağa çıkmaktan yasa ve polis zoruyla alıkoymayı deneyecek. Açık alanlarda, "miting, açıklama, gösteri, yürüyüş, oturma eylemi yapmak, stant açmak, imza toplamak, bildiri, el ilanı, broşür dağıtmak ve afiş, sticker asmak" yasaklanırken, bu biçimlerdeki "ticari amaçlı faaliyetler"in yasak kapsamına alınmaması da yasaklamanın tamamen 1 Mayıs miting ve gösterilerini, emekçilerin ve ezilenlerin mücadelelerini engellemeye dönük olduğunu açıkça kanıtlıyor.

Asıl düşündürücü olansa, kimi sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin, üstelik 1 Mayıs henüz resmen yasaklanmamışken, çeşitli il ve ilçe merkezlerinde 30 Nisan'da miting düzenlemek için başvuru yapmaları. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB'nin de faşist şefin hafta sonu sokağa çıkma yasaklarına kendini uyarlaması.

Hemen soralım: Faşist şeflik rejiminin yasaklarına boyun eğerek ya da daha hallicesi, bu yasakları çiğnemekten kaçınarak, işçi sınıfı ve ezilenlerin herhangi bir talebi uğruna etkili bir mücadele verilebilir mi? Peki, faşist saray diktatörlüğünün neredeyse bütünüyle bir yasaklar rejimi haline geldiği görmezden gelinebilir mi?

Saray partisinin çoğunluk sağlayamadığı seçimin geçersiz sayılmasına, referandumda hileli oy kullanılmasına, halk vekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ve zindana atılmasına, belediyenin kayyumla gasp edilmesine, üniversiteye kayyum rektör atanmasına itiraz etmek yasak. Tayyip Erdoğan'a alenen karşı çıkmak, onun saray zevatını eleştiren bir twitter paylaşımında bulunmak, parti binasına pankart asmak yasak. Hak grevi gerçekleştirmek, dayanışma çadırı kurmak, Taksim'de, Kızılay'da, Konak'ta politik gösteri yapmak yasak. Mitingde LGBTİ+ bayrağı taşımak, kampüste afiş asmak, uyduruk ÇED raporuna kanmayıp HES karşıtı eyleme girişmek yasak. Kürt köylülerinin işkenceye uğramasını, helikopterden atılmasını, SİHA'yla bombalanmasını haberleştirmek, sömürgeci işgal saldırılarında kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığını sorgulamak, hatta Kürdistan sözcüğünü telaffuz etmek yasak. Baronun genel kurulunu yapması, cemevinin ibadethane sayılması, Ermenilerin patriğini seçmesi yasak. Yerine göre alkol tüketmek, dekolte giyinmek, sevgiliyi öpmek yasak.

Politika yapmanın biçimlerinden toplumsal yaşamın dokularına değin böyle uzayıp giden faşist yasaklar dizisini dosdoğru çiğnemeden, bırakın faşizmi yıkmayı, hatta bırakın demokratik haklar ve özgürlükler sahasını genişletmeyi, halihazırdaki kısmi ekonomik ve demokratik kazanımları korumak dahi mümkün değildir. Faşist yasakların dayandırıldığı kanunların ve mevzuatların hiçbir meşruiyeti yoktur. Üstelik faşist saray diktatörlüğü, tam bir keyfilik ve küstahlıkla, mevcut faşist yasaları dahi hiçe sayan yasaklama kararları almaktan çekinmediğini defalarca göstermiştir.

Son olarak, HDP saflarında politika yapmayı ve İstanbul Sözleşmesi'nde tanımlı hakları kullanmayı yasaklamaya yönelmesinin de eğer legalizm ve parlamentarizmle alıklaştırılmış bir bakış açısına saplanılmayacaksa, faşist şeflik rejiminin, yasal zemindeki bütün antifaşist ve ilerici partileri, bütün mücadeleci sendikaları ve meslek örgütlerini, bütün ilerici basın kuruluşlarını ve demokratik kitle örgütlerini kapatmayı, işçilerin ve ezilenlerin yasal ve fiili bütün kazanılmış haklarını ortadan kaldırmayı, nihayetinde saraya toptan angaje edemediği burjuva muhalefet odaklarını bile tasfiye etmeyi ve seçimleri sadece saray bloku listelerinin onaya sunulduğu bir komedyaya dönüştürmeyi içeren gerçek siyasi tasavvurunun bir safhasına tekabül ettiği rahatlıkla görülecektir.

Faşist şeflik rejiminin yasaklar tablosu böyleyken, işçilerin ve ezilenlerin 1 Mayıs hakkını faşist şefin icazetinde kullanmaya odaklanmak artık düpedüz siyasi aymazlıktır. Salt yasallığa bağlılık ve dişe diş fiili meşru mücadelelere girmekte sakınganlık, herhangi bir demokratik mevziyi koruyup savunmaya yetmediği gibi, faşist devlet terörünün menziline girmeme garantisi de sağlamamaktadır. Faşist yasakların çerçevelediği ve gitgide daralttığı politik eylem sahasının dışına taşmaktan imtina etmek, faşist saray iktidarını saldırganlıkta cesaretlendirmekten başka bir işe yaramamaktadır.

Bu, emekçi sol hareketin bir kesiminde direniş kararlılığının zayıf olduğunun ifadesidir ve çokça örnekte kendini göstermiştir. Mesela, yasal mevzuata uygun biçimde kararlaştırılan grevi hükümet kararıyla yasaklandığında bir sendika fiili grev yoluna girmez. Mesela, 8 Mart gece yürüyüşünde Taksim'deki polis barikatının üstüne gitmektense, kimi feminist çevreler ters yöndeki Eminönü'ne doğru yürümekte sakınca görmez. Mesela, mücadeleci bir antifaşist savunma hattı kurmak yerine, bazıları, HDP'yi kapatma davasının Anayasa Mahkemesi'nden ve İstanbul Sözleşmesi'nden çıkış kararının da Danıştay'dan dönmesine bel bağlar. Mesela, gerçekten demokratik güçlerle antifaşist cepheyi genişletme ve sokakta cisimleştirme ihtiyacı, emekçi soldan çeşitli parti ve örgütlerce, her kritik siyasi dönemeçte faşist şefe koltuk değneği olmuş CHP'yle ittifak arayışının ya da bir erken seçimle faşist şeften kurtulma vaazlarına kapılmış ham hayalin gölgesine itilir. Düzen içi sınırlara sıkışmanın, faşist yasaklara sadece yasalarla itirazın, dolaysız direniş kararlılığında zayıflığın irili ufaklı birçok başka örneğini burada sıralamak gerekmiyor.

İster işçi sınıfı mücadelesinde, ister kadın özgürlük mücadelesinde veya demokratik öğrenci mücadelesinde, ister Kürt ulusal mücadelesinde veya demokratik Alevi mücadelesinde olsun, öncülük iddiası ve sorumluluğu, ileri sürülen laflarda değil, sahip olunan resmi sıfatlarda da değil, politik-pratik duruşlarda sınanır. Sendikal harekette dahi öncülük, sınıfsal çıkarları savunmakta, faşist yasaklara boyun eğmemekte ve bedelleri göğüslemekte önde durmayı gerektirir. Yüzünü daha dün direniş çadırlarından gözaltına alınan işçilere, polis barikatlarından geri dönmeyen kadınlara, üniversitede fiili direniş nöbetini sürdüren öğrencilere dönmek yerine korkunun rehin aldığı yığınlara dönmekle, emekçilerin ve ezilenlerin fiili meşru mücadele potansiyeline güvenmek yerine faşizmin yasallığına ve dahi keyfiliğine öncelik vermekle, dişe diş mücadelelere girmeyi göze almak yerine kendi rahatını ve huzurunu kollamakla öncülük yapılamayacağı besbellidir.

Fiili meşru mücadele, politik özgürlüğün eylemli gerçekleştirilişidir. Faşist yasaların ve yasakların prangasını söküp atan, mevcut yasal imkanların hepsinden yararlanan ama faşist yasallığın daima ötesinde duran, meşruluğunu yasallıktan değil haklılıktan alan bir mücadele tarzıdır.

Hatırlansın; Taksim'in 1 Mayıs Meydanı olarak yeniden kazanılışı, 2000'li yılların ikinci yarısında kararlılıkla sürdürülen fiili meşru mücadelenin ürünüdür. Son dönemin belli başlı kazanımlarına bakılsın; Soma ve Ermenek madencilerinin direniş başarısı, kadınların çocuk istismarı yasasına geçit vermeme başarısı, Gökhan Güneş'i kontrgerillanın elinden çekip alma başarısı, hatta Boğaziçi direnişini faşist polis terörüne rağmen süreklileştirme başarısı, bunların hepsi de faşist yasakları tanımayan fiili meşru mücadele tarzının damgasını taşır. Mücadelenin yasallığı ile kitleselliği arasında, iflah olmaz legalizmin bir nevi teorileştirmesinin aksine, bir doğru orantı kuralı da yoktur. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kitlesel hareketinin, Gezi-Haziran halk ayaklanmasının faşist yasaları ve yasakları hiçe sayarak gelişen bir fiili meşru mücadele olduğu asla unutulmasın.

Faşizme karşı mücadele faşizmin icazetiyle yürütülmez. İşçi sınıfının sendikal ve siyasal hakları ve özgürlükleri faşizmin icazetiyle savunulmaz. 1 Mayıs'ta hem sokağa çıkma yasaklarını hem de meydan yasaklarını aşacak bir mücadeleye girişmek, sadece işçi sınıfının tarihsel mücadele geleneğinin izini sürmek değildir, bundan çok daha önemlisi, faşist şeflik rejimine karşı emekçilerin ve ezilenlerin politika yapma hakkını savunmaktır. Faşizme karşı mücadele kararlılığını yaygınlaştırma ve kitleselleştirme sorumluluğunun güncel gereğini yapmaktır.

İşçi sınıfı ve ezilenlerden yana olan her parti ve örgütün, her sendika ve meslek örgütünün, her demokratik kuruluşun 1 Mayıs'taki onurlu yeri, faşist yasakları paçavraya çevirmekte tereddütsüz davranacak komünistlerin ve devrimcilerin omuz başı olmalıdır.

* İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 23 Nisan tarihli 9. sayı başyazısı.