4 Aralık 2024 Çarşamba

İç savaş yasası ve direniş hattı

Bu yasa ile kontrgerilla aygıtları yasallaştırılmakta ve bu aygıtlara özgü bir iç savaş hukuku tahsis edilmektedir. Bu, Saray rejiminin pervasızlığını gösterdiği gibi çıkışsızlığını da göstermektedir. Her gün yenileriyle karşılaştığı krizler silsilesi içinde devlet zoruyla bile kendini güvende hissedemeyen, yönetme ehliyetini yitiren diktatör, kendi kontrgerillasını bir güvence olarak harekete geçirip, sistem içine çekme ihtiyacı duymaktadır.
696 sayılı KHK'ya konulan bir madde ile bundan sonra “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden” kişiler, hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluktan muaf tutulacak. KHK'nın yayınlanmasıyla birlikte madde etrafında dönen ve düzen partilerinden ilerici, devrimci, emekçi sol güçlere kadar uzanan tartışmalar 'iç savaş' kavramına odaklanmış durumda. Kuşkusuz bunda bir tuhaflık yok. Zira, gerek tek tip düzenlemesi gerekse de Saray'a bağlı paramiliter çeteleri cezasızlık kalkanına alan düzenleme 'iç savaş' konseptiyle doğrudan bağlantılı.
 
T.C. devleti daha ilk anlarından itibaren, toplumsal gerçekle devlet sisteminin yapısal uyumsuzluğundan beslenen bir iç savaş aygıtı olarak şekillendi. Ulus devlet inşası projesinin bir parçası olarak hayata geçirilen Ermeni ve gayrımüslüm ulusal topluluklara dönük soykırım, tehcir ve asimilasyon siyaseti, Kürtleri, Alevileri ve öngörülen ulus devlet kalıbına girmeyen toplulukları içine alarak sistematik bir boyut kazandı. Yani, devlet bir bakıma iç savaş üzerinde inşa edildi, şekillendi. Kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak genişleyip sertleşen ve politik biçimler kazanan sınıf mücadelesine karşı gittikçe belirginleşen antidemokratik ve antikomünist bir içerik kazandı. İlk andan itibaren ortaya çıkan iç savaş yönelimini, NATO sistemine entegre olarak küresel iç savaş örgütü gladioya bağlı bir kontrgerilla yapılanmasına dönüştürdü. Devletin kuruluş sürecinden emperyalist mekanizmaya entegrasyonuna kadar uzanan bu dönem, aynı zamanda devletin faşist diktatörlüğe dönüşümünü de açıklar. Kapitalizmin gelişimine ve sosyalizmin genişleyen uluslararası etkisine bağlı olarak sınıf mücadelesinin de gittikçe daha kitlesel, militan ve politik biçimlere doğru ilerlemesinin dönüşüm halindeki rejim üzerinde yarattığı basıncın sonuçları, bu bakımdan ilk bakışta çelişkili gibi görünen sonuçlara yol açtı.
 
1961 Mayıs darbesi ve sonucu olan anayasal sistem, bir yandan gelişen hareketin basıncıyla çeşitli hak ve özgürlükleri tanıyan biçimsel bir çerçeve alırken, diğer taraftan da faşist diktatörlüğün kurumsal olarak inşasında belirleyici bir rol oynadı. MGK ve YÖK gibi yapıların temelleri atıldı. NATO'nun küresel iç savaş aparatı gladioya bağlı kontrgerilla kurumsallaştı. Resmi ve paramiliter yapılar bu dönemde ortaya çıktı ya da geliştirildi. MHP ve ülkü ocaklarından komünizmle mücadele derneklerine ve ilerleyen dönemde MTTB'lere kadar uzanan sivil faşist ve İslamcı oluşumlar, bu bakımdan devletin iç savaş siyasetinin ürünü olarak ortaya çıktılar. Fethullah Gülen'in ve Cemaatinin Komünizmle Mücadele Dernekleri, AKP'nin öncü kadrolarının MTTB tedrisatından geçerek geldiklerini düşündüğümüzde bugünkü siyasal aktörlerin hemen hepsinin gladio, kontrgerilla ve iç savaş siyasetinden oluşan bir ağ içinde şekillendiğini açıkça görebiliriz. MHP'yi saymıyoruz bile.
 
100 yıla yaklaşan T.C. tarihini dolduran isyanlar, direnişler ve karşısında darbe, katliam, provokasyonlar, infazlar ve işkenceler arka arkaya sıralandığında oluşacak yığın, aynı zamanda inişli çıkışlı biçimde ilerleyen bir iç savaşlar silsilesi ya da girişimlerine işaret eder. Rejimin toplumla arasındaki yapısal gerilimi, toplumsal saflaşmayı laik-şeriatçı, Türk-Kürt, Alevi-Sünni gibi eksenlere oturtarak yönetmeye çalışmasının nedeni budur. Komünistlerin, devrimin bir iç savaşlar serisinin sonucu olarak gelişip, olgunlaşıp zafere ulaşacağı fikrinin ve rejimin laik-şeriatçı, Türk-Kürt, Alevi-şeriatçı saflaşmasını bozacak eksen olarak faşizm-özgürlük eksenini sunmasının maddi ve tarihsel arka planı da buradadır.
 
Bugün tartışmakta olduğumuz 'iç savaş' olgusunu bu bakımdan tarihsel bir silsilenin andaki görünümü olarak okumak ve kendine özgü yanlarını bu bağlama yerleştirerek anlamak, karşı siyaset imkanları bakımından daha verimli olacaktır. İç savaş enstrümanları bugüne kadar esasta egemenlerin ezilenlere ve devrime karşı kendini koruma ihtiyacına bağlı olarak devreye konuldu. Ezilenleri yapay saflaşmalar eksenine çekerek böldü. Boğazlaşmanın eşiğine getirerek yönetebildi. Ne var ki, bu yönde atılan her hamle devletin yapısal açmazlarını ortadan kaldırmak bir yana derinleştirdi, yeni bir düzleme soktu ve yönetemez hale getirdi. Kürt ulusal devrimi tüm iç savaş aygıtının devreye sokulmasına karşın ezilemedi, aksine bölgesel bir düzey kazandı. Aleviler, kadınlar, gençlik, emekçiler ve tüm bu kesimlerin politik öncüleri faşist saldırganlık siyaseti altında geriye doğru itilse de ezilemedi. Gezi ayaklanması, 7 Haziran genel seçiminde ve 16 Nisan referandumunda görüldüğü üzere öfke ve güç biriktirmeyi sürdürdü. Her fırsatta ve çeşitli biçimlerde öne atıldı. Kendi iç çelişkilerine rağmen Saray faşizmine karşıtlık zemininde birbirine yaklaştı.
 
Diğer taraftan, egemenler arası çelişki ve çatışmalar devrimci gelişimin ve emperyalist kapitalizmin varoluşsal krizi koşullarında daha da derinleşti. Sürdürülemez hale geldi. Ergenekon'un AKP- cemaat eliyle tasfiyesi, cemaatin ve birlikte hareket ettiği güçlerin AKP'yi tasfiye etmeye dönük girişimlerinin 15 Temmuz'da egemenler arası iç savaş düzeyine varması, AKP-MHP-Ergenekon ittifakı eliyle Saray ittifakı dışında kalan egemen kliklerin hedef tahtasına konulması, bu gerilimlere bağlı olarak dış siyasette yaşanan eksen savrulması ve bu savrulmanın rejime siyasi, ekonomik ve askeri çelişkilerin derinleşmesi biçiminde geri dönmesi iç savaş silsilesinin yeni ve daha üst bir versiyonu için çok katmanlı bir zemin yarattı. İç savaş dinamiği bugüne kadar egemenlerin birleşik hareketi ve çelişkilerin yapay saflaşmalar yoluyla maniple edilerek ezilenlerin bölünebilmesi yoluyla gerici bir zemine çekilerek karşı-devrimin zaferine dönüşebildi. Ne var ki, gelinen aşamada bu zemin büyük oranda tahrip olmuş durumdadır. Egemenlerin iç çelişki ve çatışmaları derinleşip birleşik hareketinin imkanları daralırken, ezilenlerin birleşik hareketinin imkanları artmakta ve devlet halk çelişkisinin şiddeti artmaktadır. Faşizmin 'tek adam' diktatörlüğü zeminine doğru daralması daha önce görülmemiş büyüklükte bir kitleyi kendi iç çelişkilerine ve zayıflıklarına karşın nesnel olarak devletten uzaklaştırmakta faşizmin toplumsal dayanaklarını kemirip antifaşist bir savaşımın ve faşizm-özgürlük saflaşmasının olanaklarını büyütmektedir.
 
Diktatörün ve etrafındaki oligarşik ekibin 7 Haziran sonrasında başlattığı ve 15 Temmuz darbe girişimini püskürtmesinin ardından OHAL-KHK rejimi eliyle tırmandırdığı iç savaş konseptinin arkasında böyle bir arka plan var. Ordu, polis, MİT ve yargı sisteminin yeniden yapılandırılması yönünde atılan adımlarla belirli bir mesafe alınsa da devlet sisteminin tamamen Saray'a angaje edilebilmesi için gerekli güç birikiminden yoksunluk, Saray'ı Ergenekon-MHP gibi ittifaklara mahkum etmekte ve bu durum ancak iç savaş siyaseti zemininde ayakta tutulabilmektedir. Saray içte polis, MİT ve ordunun yanı sıra SADAT, PÖH, JÖH, HÖH, AK Ocaklar, Osmanlı Ocakları, Alperenler gibi resmi ve gayrı resmi militer-paramiliter çete ve oluşumları yaygınlaştırıp silahlandırmakta, dışta ve Kürdistan'da (ve yer yer batıdaki toplumsal muhalefet güçlerine karşı bombalı katliamlarda) ise Suriye savaşından devşirilen politik İslamcı faşist çeteleri kendi kontrgerillasının unsurları olarak örgütlemektedir. Daha önce çıkarılan 'Milli Seferberlik Yasası' ve son KHK ile çıkarılan ve militer-paramiliter çetelere cezasızlık kalkanı sağlayan yasa ise kontrgerillaya sınırsız hareket alanı sunmaktadır.
 
Bir başka deyişle, bu yasa ile kontrgerilla aygıtları yasallaştırılmakta ve bu aygıtlara özgü bir iç savaş hukuku tahsis edilmektedir. Bu, Saray rejiminin pervasızlığını gösterdiği gibi çıkışsızlığını da göstermektedir. Her gün yenileriyle karşılaştığı krizler silsilesi içinde devlet zoruyla bile kendini güvende hissedemeyen, yönetme ehliyetini yitiren diktatör, kendi kontrgerillasını bir güvence olarak harekete geçirip, sistem içine çekme ihtiyacı duymaktadır. Durumdan olağan araçlarla çıkma olanaklarının ortadan kalktığı genel bir kanı haline gelmektedir. Toplumsal psikolojiyi etki altına alan ve karamsar bir algıyı yaygınlaştıran bu tablo, kendi diyalektiği içinde sıçrama imkanlarını da biriktirmekte, devrimci siyasete alan açmaktadır. Devrimci, ilerici, antifaşist güçler cereyanı göğüslemenin ötesine geçerek faşizme karşı biriken öfkeyi kendi etrafında toparlayabilecek bir antifaşist özgürlük eksenini örgütsel ve politik olarak da kurabildiği oranda gerici iç savaş ve toplumsal yıkım ihtimalinden devrimci bir savaş zeminine sıçranması tamamıyla mümkündür. Devrimci akıl, bu olasılığın realize edilmesine odaklanmalı, antifaşist birleşik direniş hattını kitlesel ve dar biçimleriyle özsavunma zemininde inşa etmeye girişmelidir. Yıkım ve zafer aynı mesafededir ve zaferi kazanmak olanaklara saldırmaktan geçecektir.