16 Mayıs 2024 Perşembe

Hüseyin Yeter yazdı | 14 Mayıs seçimleri ve Türk-İslam sentezi

Devrimci hareketin kitlelerle bağlarının daralmasıyla doğan boşluk, faşist-gerici siyaset, ideoloji ve örgütlerle dolduruldu. Ve deyim yerindeyse, toplumsal dokunun siyasi sosyolojisinde büyük değişikliklerin yolu açıldı. Politik İslamcı faşist Erdoğan, 20 yıllık yönetimi ve politikalarıyla Türk-İslam sentezi ideolojisinin devlete ve topluma sirayet etmesini gerçekleştirdi. Yeni dönemde, eğer seçimi kazanırsa geride kalan görevlerini yerine getirmeyi bekliyor.

14 Mayıs 2023 seçimleri, başka sonuçların yanında, Türkiye'de ülkücü faşist hareket ve politik İslamcı hareketin geniş kitle desteğini sürdürdüğünü gösterdi. Bütün ırkçı-faşist, politik İslamcı grup ve partilerin beklenmedik düzeyde oy aldıklarını görüyoruz.

Seçim sonuçlarında, ülkücü faşist hareket, yüzde 25 civarına dayandı. MHP yüzde 10, İYİ Parti yüzde 10, Zafer Partisi, BBP gibi irili ufaklı partiler ve grupların toplam oy oranları bunu söylüyor. Yine İslamcı partilerin başında gelen AKP'nin oyu inişe geçse de yüzde 35'in altına düşmedi. Hüda-Par, Yeniden Refah Partisi ve diğer birçok dinci partinin oy yüzdeleri de eklenince bu oran biraz daha yükseliyor. Toplamda, bu oran yüzde 65'e dayandı. Oysa, 1980 öncesinde, ülkücü faşist parti MHP'nin oy oranı yüzde 5'i, politik İslamcı parti Milli Selamet Partisi'nin (MSP) oy oranı yüzde 10'u geçmedi. 1991 seçimlerinde ise ikisinin toplam oyu ancak yüzde 16,9  idi.

Bugünkü siyasi koşullarda gerçekleşen bu yükselişte, dünyada yükseliş içinde olan sağcı-faşist dalganın, son on yıllarda bölgedeki politik İslami yükselişin ve son 20 yılda hükümetteki AKP'nin ve İslami faşist AKP-MHP  rejiminin devleti ve toplumu İslamlaştırma  ve ırkçılaştırma yönetim ve politikalarının rolü büyüktür.

Devrimci ve ilerici hareketin toplumsal, siyasal, ideolojik, kültürel mevzi kayıpları ve görece zayıf maddi güçleriyle kültürel, siyasi ve ideolojik bir iklim yaratamamasının da bunda bir etkisi vardır.
14 Mayıs seçimlerinde, faşist AKP-MHP rejiminin Türkiye'de iktisadi krizin ağır sonuçlarına, depremin yıkımına, yoksulluk ve yolsuzluğa, faşist baskılara ve yasaklara rağmen hala parlamentoda 323 gibi bir rakamı yakalaması, bunun bir bölümünün hile yoluyla elde ettiğini hesaba katmalıyız ama yine de geniş bir kitle temelini sürdürmesi yukarıda sıralanan siyasal-tarihsel koşulların ürünüdür.
Eşitsiz ve ağır siyasal koşullarda gerçekleşen bir seçimin tersi yönde yansımaları olsa da nihayetinde her seçim, toplumda siyasi eğilimlerin az çok göstergesidir. Toplumsal sınıf ve katmanların kültürel, siyasi-ideolojik, örgütsel eğilim ve yönelimini ifade ederler. Kürdistan'da her koşulda gerçekleştiği gibi.

Görüldü ki, milli gelir içinde emeğin (ücret ve maaşla geçinen yüzde71'in) payının 20 yılda, yüzde 35,5'den yüzde 25,2'ye düşmesi bile işçi sınıfı ve emekçileri, iktisadi çıkarları doğrultusunda değil, ideolojik, kültürel, kimliksel, dinsel, sosyal bağlarıyla davranış göstermelerine engel olamadı. Bu kapitalist sömürü ve yağma koşullarında işçi sınıfının "kendiliğinden bilinci"nin de dumura uğradığı anlamına gelir. İstanbul, İzmit, Antep gibi işçi kentlerinde bunu görüyoruz. Deprem bölgesindeki şehirler ve Urfa'da bunu görüyoruz.

Yani bir yerde, bazı toplumsal kesimler "ideolojik oy" kullandılar. Yoksa "Çalıyor ama çalışıyor", "Dünya lideri" ve yine "Kurtaracaksa, reis ülkeyi kurtarır" söylemleri, başkaca izah edilemez.

Erdoğan, İslami rengi taşıyan TC parti devleti ve beslediği "yandaş medya" ile seçim çalışması yürüttü. Çünkü, Türk-İslam sentezi ideolojisi devletin kurumları ve bürokrasisine de sirayet etmiştir. Devlet, asker ve polisi, bakanları, ekonomik gücü, mafyası, camileri ve imamları, cemaat ve tarikatları, Kızılay'ı, TRT ve Anadolu Ajansı gibi seçim çalışmasında yer aldı. Seçime katılım oranının yüzde 89'da seyretmesi, bir yanda "Diktatör defol" diyerek değişim isteyen halkların iradesi ise diğer yanda devletin bu güçlerinin topyekun bir çalışmayla, tehditle ve parayla Erdoğan destekçisi insanları sandıklara taşımasıdır.

Faşist şef, Kürt düşmanlığı ve "beka sorunu" üzerinden bir seçim çalışması ve çatışması yürüttü. Camilerde cuma günleri yaptığı basın açıklamalarıyla yetinmedi. Camileri, örgütlenme ve miting alanlarına çevirdi. Irkçı milliyetçiliği SİHA ve askeri sanayi övgüsüyle "petrol ve doğalgaz buluşları"yla köpürttü. Kürt oylarını "terörle işbirliği" biçiminde gösterdi. Gerçekle alakası olmayan "Kandil-Kılıçdaroğlu işbirliği" manipülasyonunu propaganda etti. Yani, Millet İttifakı'nı, ırkçılık ve İslamcılık zemininde seçim savaşına çekti. Millet İttifakı da savunmaya geçince,  milliyetçilik ve mukaddesatçılık yarıştırıldı. Böyle olunca, ekonomik kriz, yoksulluk, işsizlik, kadın düşmanlığı ve çocuk istismarı vb. sorunların gündemleşmesini, ortaya dökülmesini engelledi. Sonuçta, Cumhurbaşkanı seçimlerinin 2. tura kalmasını başardı.

Türkiye çok uluslu bir ülkedir ve Türk burjuva ulusal devletleşmesi, bir yanıyla emperyalist işgale karşı mücadele içinde olsa da diğer yanıyla Ermenilerin, Kürtlerin, Alevilerin ve diğer ezilen halkların asimilasyonu ya da soykırıma uğratılmasıyla gerçekleşti. Bu ırkçı ve İslamcı politikalar, kitlelerin şoven milliyetçilik ve İslami ideolojik kuşatmayla şekillenmesi hedeflenerek sürdürüldü. Antiemperyalist, antifaşist, antisömürgeci ve cins özgürlükçü bir demokratik devrim de gerçekleşmeyince, toplumda hiçbir zaman bu siyasi, toplumsal, dinsel ve ulusal çelişkiler ve çatışmalar yok olmadı. Türk burjuva devleti, bu çelişki ve çatışmaları, faşist "devletin bekası" diyerek sürekli istismar etti. Dolayısıyla işçi ve emekçilerin kültürel ve siyasal tercihlerinde, eğilimlerinde ve davranışlarında bu kültürel ve tarihsel şekillenme önemli bir etken oldu.

Peki, Erdoğan buraya nasıl geldi? Ve bu güce nasıl ulaştı?
Faşist şef Erdoğan, Türk-İslam sentezinin ürünüdür. Onun öncesi, 1980 askeri darbesine dayanır. 1980 askeri yönetimi sürecinde, faşist Kenan Evren bir yanda sahte laiklik nutukları atarken, diğer yanda kürsülerde elinde Kuran'ı Kerim'le konuşuyor ve babasının imam olduğunu söylüyordu. Alevi köylerine cami yapıyor, imam atıyordu. Askeri hapishanelerde devrimci tutsaklara işkencelerle Türkçülük ve İslamcılık yaptırımları dayatıyordu. Daha önemlisi de askeri cunta, Türk-İslam sentezini devletin resmi ideolojisi olarak kararlaştırıyordu. Bu doğrultuda devlet kurumlarına atama yapılıp görevler önüne konuyordu. Okullara zorunlu din dersi getiriliyordu.

Turgut Özal, neoliberal ekonomik saldırıların yanında Türk-İslam sentezinin mimarı oldu. 1980 sonrası ve 1990'lı yıllar cemaat ve tarikatlar, kuran kursları, Fethullah Gülen ve Menzil grubu gibi dini akımlarla Türk-İslam sentezi ideolojisi ve siyaseti, hem devlet kurumlarında hem de bütün toplumsal kesimlerde din eğitimi, imam hatipler, ilahiyat fakültesi, camiler, İslami medya, İslami aile vb.  üzerinden yaygınlaştırıldı.

Devrimci hareketin kitlelerle bağlarının daralmasıyla doğan boşluk bu faşist-gerici siyaset, ideoloji ve örgütlerle dolduruldu. Ve deyim yerindeyse, toplumsal dokunun siyasi sosyolojisinde büyük değişikliklerin yolu açıldı. Politik İslamcı faşist Erdoğan, 20 yıllık yönetimi ve politikalarıyla Türk-İslam sentezi ideolojisinin devlete ve topluma sirayet etmesini gerçekleştirdi. Yeni dönemde, eğer seçimi kazanırsa geride kalan görevlerini yerine getirmeyi bekliyor.

Yeni dönemde AKP'nin yanında Hüda-Par ve Yeniden Refah Partisi Meclise girdi. TBMM, tarihinin en faşist ve politik İslamcı vekilleriyle doldu. AKP ile görüşmelerinde İstanbul Sözleşmesi'nin gasp edilmesinin ardından 6284 sayılı yasanın ortadan kaldırılması ile LGBTİ+ derneklerinin kapatılması gibi kadınların ve LGBTİ+'ların mücadele ile kazandıkları hakların gasp edilmesinin hesapları içindeydiler. Fatih Erbakan'ın mevcut eğitim sisteminde "ders" adı altında yer alan "din" eğitimi yetmezmiş gibi, seçim propagandasında "Ahiret Eğitimi"ni de sıkça dile getirdi.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. turu başladı. Propaganda ve ajitasyon, siyasi gerçekleri açıklama faaliyetimizde, ülkenin bugünü ve geleceği bakımında faşist şeflik rejiminin yanında bu karanlık güruha karşı da işçi sınıfı, kadınlar, gençler ve emekçi halklarımızı uyarmak, aydınlatmak ve harekete geçirmek görevleriyle yüz yüzeyiz. Bu devrimci çalışmayı antifaşist, antisömürgeci mücadele ve örgütlemenin vesilesi yapabiliriz.

Seçim sonuçlarından hareketle halklara tepki geliştirmeden ve moral bozmadan toplumun üzerine karanlık bir bulut gibi çöken ve toplumu şekillendirmeyi hedefleyen gerici-faşist siyasi ve ideolojik kuşatmaya karşı mücadele büyütülmeli. Bu mücadelenin teorik, ideolojik ve siyasi boyutları vardır. Buradan hareketle bu alanları ırkçı, faşist ve politik İslamcı güçlere bırakmamalı. Unutmamalı ki, devrimci hareketin kitle ilişkilerindeki geriye düşüş ve zayıflık onların işini kolaylaştırıyor.