14 Kasım 2024 Perşembe

HDP'li belediyelere zorla, İstanbul'a Kanal'la kayyum

HDP Sözcüsü Kubilay, kayyum saldırılarının CHP'ye genişlediğine dikkat çekti. 37 HDP'li belediyeye zorla el konulduğunu söyleyen Kubilay, Kanal İstanbul tartışmasında Erdoğan'ın tehditlerini hatırlattı. Kubilay, "Merkezi iktidar gücü kullanılarak İstanbul Boğazı'na el koyulduktan sonra 'Kanal İstanbul' İstanbullulara rağmen zorbalıkla inşa edilecekse İstanbul'a resmen bir kayyım atanmış olmasıyla atanmamış olmasının ne önemi var?" diye konuştu.

Halkların Demokratik Partisi Sözcüsü Günay Kubilay, partisinin İstanbul İl Örgütünde düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendirdi. 

Kubilay, Diyarbakır Sur Belediyesi ile, Belediye Eş Başkanı Filiz Bülüttekin ve Belediye Meclis Üyesi Yılmaz Eken'in evlerine yapılan baskınlarla konuşmasına başladı. yapıldı. Filiz Buluttekin, eşi ve 10 yaşındaki oğlunun başına silah dayayarak yere yatırıldığını söyleyen Kubilay, "İçişleri Bakanı ve kolluk kuvvetleri Kürtlere öylesine düşman, HDP'ye karşı öylesine nefret dolu ki, 10 yaşındaki bir çocuğu sabahın şafağında yatağından çıkarıp başına silah dayayabiliyor. Seçilmiş bir belediye başkanının evini uzun namlulu silahlarla basabiliyor. Bu nasıl bir düşmanlık, bu nasıl bir nefret, bu nasıl bir korkudur. Kürt halkı iradesinin gasp edilmesini de evlerinin hukuksuzca basılmasını da çocuklarının başlarına silah dayanmasını da kabul etmedi, bundan böyle de kabul etmez. Bizleri yıldıramaz, korkutamaz, sindiremezsiniz. Çocuklarımızın başına dayadığınız silahlar ancak ve ancak sizin utanç vesikanız olabilir" tepkisinde bulundu.

19 Aralık katliamında yaşamını yitirenleri anan Kubilay, "Aradan 19 yıl geçmesine rağmen operasyon emrini verenler de gerçekleştirenler de yargı önüne çıkarılmadı ve cezalandırılmadı. Kitabına uyduruldu ve bir şekilde gerçeklerin üstü örtüldü. Er ya da geç 19 Aralık katliamının hesabının sorulacağına, bu karanlık tertibin açığa çıkarılacağına, siyasi ve askeri sorumluların bağımsız yargı önüne çıkarılarak yargılanacağına asla kuşku duymuyoruz" dedi.

Kubilay, Maraş katliamıyla ilgili olarak da "Maraş katliamında rejimin Alevi nefretini, Kürt düşmanlığını, komünizm karşıtlığını en hoyrat ve en çıplak bir şekilde görürüz. Bundan nedenledir ki bugüne kadar aydınlatılamamış, sorumlular açığa çıkarılmamış, hatta katiller cezasız kalmış, zaman içerisinde salıverilerek ödüllendirilmiştir. HDP olarak ülke tarihinin karanlık sayfalarını aydınlatmak için ısrarımızı sürdürmeye ve Alevi toplumunun maruz kaldığı inkâr ve asimilasyon politikalarına karşı eşit yurttaşlık taleplerine sahip çıkmaya devam edeceğiz" şeklinde konuştu.

HDP Sözcüsü Günay Kubilay, geçen hafta içinde yaşanan siyasal gelişmelerle ilgili şu konuşmayı yaptı:

'KAYYIM MESELESİ ARTIK İKTİDARIN DEĞİL MUHALEFETİN SORUNUDUR'
18 Aralık'ta Varto, Bulanık ve Erentepe belediyelerimize kayyum atanmıştı. Böylece KHK kumpasıyla el konulan 6 belediye dahil 37 HDP'li belediyeye karşı siyasi darbe yapıldı ve gasp edildi. Nitekim, Kürt illerindeki HDP'li belediyeler ve Kürt halkının siyasi iradesi kayyımlar yoluyla gasp edilmeye devam edilirken, geçen hafta da İzmir'de CHP'li Urla Belediye Başkanı İbrahim Burak Oğuz'un yerine de ilçe kaymakamı kayyum olarak atandı. Kayyımlar saray rejiminin yerel ayaklarını oluşturmak için başvurduğu siyasi bir darbe yöntemidir. AKP-MHP iktidarı ihtiyaç duydukça, bu darbe yöntemlerine başvurmaktan geri durmayacaktır. Çeper bir kez genişlemiştir, arkasının geleceğine kuşku duyulmamalıdır. İronik olarak söylemek gerekirse bundan sonrası artık iktidarın değil, muhalefetin sorunudur. 

Dün 'nasıl olsa el konulan HDP belediyeleridir, gasp edilen Kürt halkının siyasi iradesidir' diye uzaktan bakanlar, bugün Urla üzerine birkaç kez düşünmelidir. Kimse kusura bakmasın ama bu konuda muğlak olan hiçbir şey yok. İkilem demokrasi mi, darbe mi ikilemidir. İkilem seçilmiş mi, atanmış mı ikilemidir. AKP-MHP iktidarı iktisadi ve siyasi bütün alanlarda rant kapısı olarak gördüğü her yere ve her şeye el koyacak, fiilen halkın siyasi iradesini bir şekilde gasp edecektir.

KANAL İSTANBUL ZORBALIKLA İNŞA EDİLECEKSE KAYYIM ATANMIŞ, ATANMAMIŞ ÖNEMİ YOK
Ne diyor Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu'na? 'Otur oturduğun yerde… Yani sen bu işe karışma…' Bu işe karışmayacak olan kim? İstanbul'un büyükşehir belediye başkanı… Saray İstanbul'a kanal yapıyor, İstanbul'un belediye başkanı işe karışamıyor. Bir kentin bütün geleceğini yıkıma uğratacak, ekosistemini kökten bozacak ve ekolojik felaketlere yol açacak bir projeye o kentte yaşayan insanlar karışamıyor, seçilen belediye başkanı karışamıyor. Tek söz ve karar sahibi Erdoğan… Merkezi iktidar gücü kullanılarak İstanbul Boğazı'na el koyulduktan sonra 'Kanal İstanbul' İstanbullulara rağmen zorbalıkla inşa edilecekse İstanbul'a resmen bir kayyım atanmış olmasıyla atanmamış olmasının ne önemi var? Artık İstanbul'a dair bütün kritik kararlar Saray tarafından alınarak uygulanacaksa, seçilmiş belediye başkanı devre dışı bırakılıp İstanbulluların seçme ve seçilme hakkı ortadan kaldırılacaksa İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu şimdi harekete geçmeyecekse ne zaman geçecek?

İleri sürdükleri tek gerekçe İstanbul Boğazı'nın tehdit altında olmasıymış, her an kaza olabilirmiş. Kimse de bunlara inanmıyor. Tehdit altında olan İstanbul Boğazı değil, tehdit altında olan İstanbul'da 31 Mart'tan ve 23 Haziran'dan itibaren, belediyenin el değiştirmesiyle AKP'nin rant kapılarının bütünüyle yüzüne kapanacak olmasıdır. Erdoğan merkezi iktidar gücünü kullanarak İstanbul Boğazı'na bu nedenle el koymuştur.

SARAY REJİMİ İKBALİNİ LİBYA'DA ARIYOR
Saray rejimi kayyımlara, savaşa ve şiddete mahkumdur. Kuzey ve Doğu Suriye'de kurtaramadığı siyasi iktidarı ve ikbalini Libya'da, Fizan'da aramaktan vazgeçmeyecektir. Libya'nın sadece yüzde 10'unda hakimiyeti bulunan, selefi Müslüman Kardeşler Örgütü'nün Libya şubesi olarak tanınan Trablus Hükümeti'yle AKP-MHP iktidarının yaptığı iki anlaşmayla Akdeniz'de kendilerine göre bir sınır çiziyorlar. Türkiye'nin Libya ile kıyıdaş gösterilen bölgeleri de haritaya göre Erdoğan Rejimi'ni "düşman" olarak gören Hafter güçlerinin denetimindeki kıyı bölgelerine denk düşüyor.

Biz HDP olarak Akdeniz'i bir barış denizi ve askersizleşmiş bir medeniyetler havzası olarak görmek istiyoruz. Sırf Libya'daki selefi çetelere askeri yardımda bulunmak ve Akdeniz'deki doğal varlıkların kapitalist rekabet eşliğinde yağmalanmasında avantaj elde etmek için bu agresif ve müdahaleci dış politika Türkiye'yi ciddi bir gerilimin merkezine sürüklemektedir.

MUTABAKAT MUHTIRASI DEĞİL SAVAŞ TEZKERESİ OYLANACAK
Halihazırda Trablus Hükümeti ile yapılan ikinci mutabakat muhtırası bir savaş tezkeresinden farksızdır ve Türkiye'yi Libya iç savaşında Selefilerin yanında muharip bir taraf haline getirebilir. Selefi bir hükümeti desteklemek AKP'nin ideolojik politik çıkarlarına hizmet etmekten başka bir anlama gelmiyor. AKP, diğer Orta Doğu ülkelerinde kendisiyle özdeş örgütlerin iktidara taşınmasını kendince bir başarı olarak görüyor. Kuzey Afrika'daki son siyasal İslamcı yönetim Trablus'a sıkışmış durumda ve AKP, Kuzey Afrika'daki son kalesini korumak için Libya'ya asker göndermeyi göze alabiliyor.

Açıkça ifade etmek gerekir ki, Cumartesi günü parlamentoda mutabakat muhtırası değil, savaş tezkeresi oylanacak. Türkiye kamuoyu bunu böyle okumalı, böyle bilmelidir. Bu vesileyle buradan bütün milletvekillerini uyanık olmaya ve tezkereye hayır oyu kullanmaya çağırıyoruz.

ADALET BAKANLIĞI GENELGESİ GÖZ BOYAMAYA YÖNELİK
Kadına yönelik şiddeti ve artan kadın cinayetlerine yönelik Las Tesis eylemleri dahil yükselen tepkiler üzerine Adalet Bakanlığı, 6284 sayılı yasanın uygulanmasına dair bir genelge yayımladı. Kadın örgütleri özellikle genelgedeki 5 ve 7. maddelere dikkat çekerek genelgenin mevcut yasalardan farklı bir düzenleme olmadığını, kadına yönelik şiddeti sona erdirmede çözüm getirmeyeceğini, 'Siz istediniz, biz de yaptık' türünden göz boyamaya ve tepkileri dindirmeye yönelik olduğunun altını çiziyorlar. Bu genelge tekrar niteliğindedir ve sorunun yasada değil uygulamada olduğunun itirafıdır. Kadına yönelik şiddete son vermek amacıyla değil kadınların baskısı sonucu yayınlanmak zorunda kalınan bir genelgedir.

Genelgenin 5. Maddesi, kadın cinayetlerine 'gizli soruşturma' adı altında basın yasağı getirmektedir. Bu maddeyle basının bu davaların üzerine gitmemesi, kadın cinayetlerinin deşifre edilmemesi, kadın dayanışmasının yolunun kesilmesi, cinayetlerin üstünün örtülerek, dosyaların kapatılarak erkeklerin korunması anlamına gelmektedir. Örneğin, başta 'intihar' şeklinde tanımlanan ancak ailesinin sosyal medyada yürüttüğü kampanya sonrasında intihar olmadığı ortaya çıkan Şule Çet davasında da görüldüğü gibi kadınların şiddete karşı basında ve medyada yürüttüğü kampanyalar gerçeğin açığa çıkması ve yargı sürecinde çok etkili olmaktadır.

RIZA DIŞINDA SIĞINMA EVİNE GÖTÜRMEK ŞİDDETTİR
7. Maddeye gelince, 7. madde açık biçimde, şiddete uğrayan kadınların rızası dışında sığınma evine götürülebileceğini ifade ediyor. Bu madde "Mağdur istese de istemese de koruyucu tedbir uygulanabilir" demektedir. Bu maddeyle şiddete maruz kalmış bir kadın isteği dışında bir şeye zorlanarak ikinci defa şiddete maruz kalacaktır. Böyle bir uygulama insan haklarına da aykırıdır. Oysa ki devletin yapması gereken şiddete uğrayan kadına değil, faile yaptırım uygulayan bir düzenleme yapmaktır. 

Özcesi bu genelge kadın cinayetlerine son vermek amacıyla değil, kadınların yükselen tepkilerini dindirmek için düzenlenmiş yüzeysel bir genelgedir.

BÜTÇE SADECE GELİR GİDER HESAPLAMASI DEĞİLDİR
2020 Yılı Bütçesi'nin en önemli özelliği halkın Magna Carta'dan bu yana elde ettiği 'bütçe hakkı' yok sayılmasıdır. AKP iktidarı gerek bütçe hazırlık aşamasında gerekse genel kurulda 5018 sayılı yasanın gösterdiği takvime uymamıştır. Bütçe sadece ekonomik rakamların yan yana dizilmesi, gelir gider hesaplaması değildir. 

Bir kez daha vurgulamak gerekir ki, bu bütçe bir bütçeyi bütçe yapan bütün özellik ve niteliklerden yoksundur. Bu bütçe halkın bütçesi değildir. Büyük sermaye gruplarının ihtiyaçlarını temel alan, ekonomik krizin faturasını yeni vergilerle emekçilere ödeten, kamu kaynaklarını yandaş sermaye gruplarına, savaş ve silah tüccarlarına aktarma amacıyla yapılmış bir bütçedir.

ASGARİ ÜCRETİ DÜŞÜK TUTMAK İÇİN ENFLASYONU DÜŞÜK GÖSTERİYORLAR 
Aynı politika asgari ücret için de geçerli. Birkaç gün sonra asgari ücret de açıklanacak. Anlaşılan o ki, TÜİK asgari ücretin sadece 5,3 puan artırılmasını istiyor. Kasım ayında açıkladığı 8,9 gıda enflasyon oranını komisyona 5,30 olarak sunuyor. Bunlar önce minareyi çalıyor, sonra kılıfı uyduruyorlar. Oysa ki, TÜİK'in ne Kasım ayı oranı ne komisyona bildirdiği oran gerçeği yansıtıyor. Onlar asgari ücreti düşük tutmak için resmi enflasyonu düşük gösteriyor, kendilerince cinlik yapıyorlar.

Asgari ücretin en az 3200 lira olması ve vergiden muaf tutulması gerekiyor. Yıllık değil, dönemsel olarak belirlenmesi gerekiyor. Gerçek işçi temsilcileri bulunmayan, arkasında grev yaptırımı olmayan, toplu iş sözleşmesiyle belirlenmeyen bir asgari ücret görüşmesinin işçilerin lehine sonuçlanmasını beklemek ham bir hayalden başka bir şey değildir.