4 Aralık 2024 Çarşamba

Havanda su var, somut karar yok

Trump-Erdoğan Zirvesi'nden zaten olağanüstü bir karar ya da gelişme beklenmiyordu. Nitekim karşılaşma başladığı gibi bitti.
 

Önce kısaca 13 Kasım zirvesinin geçmişine bakalım. Erdoğan çok istemesine rağmen BM Genel Kurul toplantısı sırasında Trump ile görüşememişti. Suriye saldırısı başlayınca Trump, Ankara'ya üç önemli yardımcısını gönderdi, TSK'nın operasyonunu durdurdu ardından da 13 Kasım için Erdoğan'a randevu vermişti.

Ne var ki, Erdoğan ilk başta Washington'a gidip gitmemekte kararsızdı. Sonra Beyaz Saray ile telefon görüşmesinde, korktuğunun başına gelmeyeceği konusunda güvence almış olsa gerek ki, randevuya icabet etti.

Beklentilere bakalım: Erdoğan, ABD'den, Barış Pınarı adını verdiği harekatın devamı konusunda onay talep edecekti. Washington-QSD işbirliğine son verilmesini isteyecekti. Ermeni Soykırımı kanunu ile Kongrenin yaptırımlarını önlemeyi tasarlıyordu. En önemlisi Halk Bankası soruşturmasında bizzat kendisiyle ilgili olası yaptırımları engellemek amacındaydı. İkili ticaret ilişkileri, S400 ve F35 gibi konular da vardı gündemde.

ABD kamuoyunda ve medyasında, hatta yönetiminde, TSK'nin Suriye'ye yönelik saldırılarından bu yana Ankara'ya yönelik sert bir atmosfer var. Erdoğan'ı haklı bulan ciddi bir tek Amerikalı yetkili, kuruluş ya da medya organı yok. ABD drone'ları TSK ve öncüsü Cihatçıların savaş suçu işlediklerini saptayan görüntüleri kaydetti.

Trump, azil sürecinin Temsilciler Meclisi'ndeki ilk oturum günü Erdoğan'ı ağırlayarak, "Cadı Avı" dediği aleyhindeki soruşturmayı ikinci plana atmak istedi. Trump, kronik dengesizliğiyle, yakın bir zaman öncesinde "Kabadayılık yapma, akıllı ol" diye mektup yazdığı Erdoğan'a bu sefer "Ben eskiden beri sizin hayranınızım" dedi. Bu iltifat, Türk yandaş medyası hariç, hiç kimse tarafından ciddiye hatta kaale alınmadı.

Gerek basın toplantısında söylenenlere gerekse sızan bilgilere baktığımızda, ikili ve heyetler arası görüşmelerde hiçbir konuda kesin bir anlaşma hatta uzlaşma bile sağlanamadığı için herhangi bir konuda somut bir karar çıkmadı. Ele alınan her meselede taraflar eski konumlarını muhafaza ediyor. Bu da son derece normal. Çünkü sahada tayin edici gelişmeler, değişiklikler olmadığı sürece, bu tür diplomatik protokol icabı gerçekleştirilen toplantılar medyatik bir gösteri olarak kalmaya mahkum.

Yine de bu son Washington seferinde yenilik olarak saptayabileceğimiz birkaç olgu:

Son sefer TC Büyükelçiliği önünde Erdoğan'ın korumaları protestoculara saldırmıştı. Bu sefer başta Suriyeli ve Türkiyeli Kürtler ile muhalif Türkiyeliler, Ermeniler ve Yunanlılar Beyaz Saray'ın önünde Erdoğan'ı kitlesel bir şekilde protesto etti.

Trump'ın Erdoğan'ı Cumhuriyetçi senatörlerle bir araya getirmesi yeni ve ilginç bir girişim. ABD Başkanı, bu görüşme aracılığıyla, başta yaptırımlar meselesi olmak üzere, bir çok konuda kendisinin tek başına karar veremediğini itiraf etmiş oldu. Ayrıca da Erdoğan'ı Kongre vasıtasıyla tehdit etmiş oldu.

Türk medyasının sefil perişan hali ortak basın toplantısında dünya gündemine girdi: Trump, basın toplantısına gazeteci giysileriyle sızan Erdoğanperver bir kişiye, mealen "Böyle bir soru sorduğunuza göre gazeteci değil Türk devleti için çalışıyorsunuz!" dedi. Bu yetmedi, soru-cevap bölümü başlarken Trump, Türk gazetecilerden soru alırken "Sadece dost gazeteciler (Yandaş demek) soru sorsun" dedi. Bir senatör de bunun üzerine "Zaten başka tür gazeteci kalmadı" diye tepki gösterdi.

Erdoğan ile yandaş medyanın terörist dediği QSD komutanı Mazlum Kobani'ye, Trump "Şahane Kürt generali" sıfatını uygun gördü.

Trump ile Erdoğan'ın benzer sorunları var. İkisi de iç politikada sıkışmış durumda. Ama ne Türkiye ne de Erdoğan, Trump'un umurunda. Erdoğan ise Trump'tan gelecek en zayıf turuncu ışığa bile muhtaç.

Bu arada Ankara'nın Washington'da lobi faaliyeti için hem milyonlarca dolar (TC yurttaşlarının vergisiyle) harcadığı hem de etik olmayan ilişkiler geliştirdiği yolunda haberler yayınlandı. Para da boşa gitmiş yani…

Sonuç olarak Erdoğan, Washington'dan boş bir çantayla dönüyor. Ne Soykırım Yasası, ne yaptırımlar ne de Suriye konusunda Trump'dan bir şey alamadı. Halkbank konusunda (Ki o da Trump'a değil Kongre'ye bağlı bir mesele) bir taviz koparmış olsa bunu davul zurnayla Türkiye'ye ilan ederdi. S400 konusu da, -Erdoğan bir elini verip kolunu Putin'e kaptırmış olduğu için- Trump ile çözebileceği bir sorun değildi zaten.

Diplomasi tekniği açısından bakıldığında ortaya çıkan manzara şöyle: Hariciyenin kıdemli profesyonellerini devre dışı bırakıp, klasik diplomasi yol ve yöntemlerini terk edenler, "Abi Müdür'ün oğlu bizim mahalleden Ahmet'in kankası, o meseleyi çözecek" yöntemiyle ve bir tek Trump'la ilişki kurarak ayrı bir başarısızlık örneği gösterdi. Amerikan medyası "Damatlar"dan söz ediyor. Eski Güvenlik Danışmanı Bolton, "Trump'ın Erdoğan'la kişisel ve iş ilişkilerinden" dem vuruyor.

Başkanlığının en zayıf döneminde Trump, Erdoğan'a herhalde "Seni ben bile kurtaramam" demiştir.

Sorun, teknikle ya da metodolojiyle ilgili ve sınırlı değil. Sen ülke içinde sabah-akşam ABD'ye saldır, giydir, lanetle…terörü desteklemekle suçla, sonra Washington'a geldiğinde stratejik ortaklık, birlikte terörizme karşı mücadele gibi geçersiz ve anlamsız kalıplarla Başkan'dan taviz koparmaya çalış.

Erdoğan'ın çantası Washington'a gelirken de boştu, dönüşte de boş.

Ne strateji var, ne taktik. İki kare fotoğraf daha doğrusu bir iktidar uğruna ya rab ne güneşler batıyor...