18 Eylül 2024 Çarşamba

Figen Yüksekdağ #ETHAİçin yazdı: Yine de gerçek kazanacak!

Haber merkezi boşalmış, sayfaları kapatılmış, editörleri-muhabirleri "hapishaneden bildirmeye" başlamış ETHA'ya "yine de biat etmeyeceğiz, gerçeğin peşinden ayrılmayacağız" dedirten, kuru bir inat ya da slogan sevdası değildir takdir edersiniz ki!
Etkin Haber Ajansı'dan gelen üç paragraflık faks, "Saray'a karşı gerçeğin kazanması için dayanışmaya" çağrısıyla bitiyordu. Yazmaya başlamadan önce şöyle yeniden bir baktım faksa; üç kısa paragrafta üç anlam sıralanmış, bütün sadeliği ve dolaysızlığıyla. Faşizm, direniş ve dayanışma...
 
Türkiye'de gerçeğe bağlı kalanların bir gün mutlaka idrake zorlanacağı bu terim ve anlam dizilimi basının içinde bulunduğu durumu belirliyor. İktidar havuzunda kulaç atamayanlar, yalan ve manüplasyona çanak olmayanlar, mehteran kösü gibi savaş davulları çalıp, bilinçleri bir ileri-iki geri götürerek, iktidarın saldırı cephelerinden bildirmeyenler ve daha nice rezalet, tehtid, korku karşısında bir miktar cesareti, kişiliği olanlar malum durumdan nasibini alıyor. Hele de adı üstünde muhalif basın organlarının ve çalışanlarının vay haline. Bugün kurumsal olarak muhalif basın alanı bırakılmadı; güncel düzlemde kendisini bir direniş alanı olarak sürdürüyor. Yüzden fazla basın kuruluşu kapatıldıktan, gazetelere, matbaalara kayyum atandıktan, el konulan radyo-televizyonların kalemine, klavyelerine kadar tenezzül edilip haraç-mezat satıldıktan, internet siteleri sansürlendikten ve 165 gazeteci hapishanelere doldurulduktan sonra, muhalif basın kamusal-kurumsal bir alandan çok bir savaş ve direniş alanına döner haliyle.
 
İktidar halklara karşı açtığı savaşı bilhassa bu cephede sürdürmeye öncelikli önem veriyor. Çok şaşırtıcı değil. Bir çok baskıcı, otoriter, faşist rejim varlığını zor aygıtlarına sahip olmak kadar gerçeğe hükmetme gücünü kuşanmakta bulur. Bir aşamaya geldiğinde, ekonomik ve siyasi güce sahip olmak yetmez olur; bunları elde tutmaktır asıl mesele. Bilinçleri, bilinçlerdeki itiraz olasılıklarını, büyük yalanları faş edecek büyük uyanışları teslim almak gerekir. Bunun yolu da gerçeğe ve gerçeği taşıyanlara, bilgiye ve bilgiye sahip olanlara gözünü karartıp saldırmaktan geçer. Maazallah bu saldırı bütün amansızlığıyla sürdürülmezse eğer gerçek muhakemeye, bilgi aydınlanmaya ve bu yolla girilen toplumsal iletişim tehlikeli bir etkileşime dönüşür. Her diktatörün el kitabında bu iletişimi ve etkileşimi göründüğü yerde kesip atmak yazar.
 
Tabii 21. yüzyıl diktatörler için zor bir çağ. İletişim araçlarının bu kadar gelişip yaygınlaştığı bir zamanda, gerçeğe-bilgiye hükmetmek kolay değil. İletişimin toplumsallaşıp sosyal medya diye bir fenomenin oluştuğunu dikkate alırsak, her tuşa basan gündem belirleme, bilgi akışına dahil olma şansına sahip. Ama bu bir şans mı, şanssızlık mı ayrı bir konu. Zira egemen rejim son dönemde bırakalım merkez medyayı, sosyal medyayı karanlığa gerçek ışığının sızdığı anahtar deliğine bile öfkeyle saldırıyor. Bu öfkenin gazabına uğrayan yüzlerce muhalif medya kurumu ve çalışanı dışında, binlerce sosyal medya tutuklusu var bu memlekette. Sosyal medya, herkese zorla giydirilecek hazır suç gömleği oldu artık. İktidar suç işlemek, suçlarının günahlarının üstünü örtmek için bütün medya kolların ahtapot gibi kullanırken, kendisi dışındakilerin basın-iletişim özgürlüğünü ağır suç ve ceza hedefine yerleştiriyor. Diyelim ki iktidara ve saraydaki zata bir şey söylediniz; hem kafadan suç sayılıyor, hemde basın yoluyla söylendiyse iki kat ağır cezalandırılıyor. Şu an Türkiye hapishaneleri sosyal medya paylaşımından dolayı 3,5-4 yıl hapis cezası alan insanlarla dolu. Dahası, önce de belirttiğim gibi muhalefeti tırpanlama, topluma korku salma operasyonlarının kopyala-yapıştır hazır gerekçesi.
 
Geçenlerde bir arkadaşın amcasını gözaltına almışlar. Emniyette polislere gözaltı gerekçesi soruyor: sosyal medya operasyonu kapsamında alındın diyorlar. Amca "benim hiç sosyal medya hesabım yok, kullanmıyorum" diye itiraz ediyor. "Öyleyse kullanmadığın için alındın" diyor polisler. Bu yaşadığımız çok laubali bir faşizm! Amca sosyal medya operasyonundan, sosyal medya kullanmadığı için iki ay hapis yattı. Ne demeli, belki de sosyal medyayla tanışmayı aklından bile geçirmesin diye adamı o kadar yatırmışlardır. Ya da, sosyal medyayla tanışık olanlarlarla tanışık olmak gibi bir suç ve ceza vardır. Sosyal medya paylaşımında bulunanların sosyal çevresi olmak gibi mesela... Ayrıntısını bilemem ama, bilinen en temel gerçek, aleni diktatörlükler dışında medya, bilgi-iletişim, paylaşım ve gerçek kavramlarının hiçbir yerde bu kadar suç ve ceza ile yan yana gelmediğidir.
 
Türkiye'nin son dönemi basın ve gerçeğe ulaşma özgürlüğünün ihlali bakımından tarihsel bir ibret tablosu resmediliyor ama bu ilk kırıldığımız değil ne yazık ki. Memlekette bugüne kadar temel özgürlükler bakımından iyi bir deneyimin olmaması, mevcut iktidarı daha kötüsü için yüreklendiriyor. Bugünden düne bakınca tek bir kelimenin özgürlüğü, yalın bir fotoğraf karesinin görünürlüğü için ne çetin mücadeleler verdiğimizin tarihi akıyor önümüzde. Özellikle Kürt basını, ortasından ikiye yarılan gerçeğin, egemenlerin bakışına göre "öteki tarafından" haberler verdiği, yorumlar paylaştığı için nasıl büyük bedeller ödedi. Bombalanan gazete binaları, kaçırılan, kaybedilen gazeteciler, dağıtımcılar, en iyi ihtimalle rutine bağlanmış kapatma ve tutuklama saldırıları altında yürütülen bir basın faaliyeti... Bu kadar ağır koşulların bedelini sadece Kürt basınının ödediği sananlar yanılıyor. Türkiye gerçeğinin yarısını bölen ve karartan bu saldırganlık, asıl darbeyi Türkiye'nin batısının bilincine vurdu. Bilinci bölünmüş şizofrenik bir topluma, alıklaştırılmış ve sadece iktidarın ideolojik komutlarıyla hareket eden insan kümeleşmelerine yol açtı yaşananlar. Uzay çağının göbeğine geldik, maddi koşullar değişti ancak iktidar zihniyeti aynı. Yine gerçek parçalanıyor, kırıntılarıyla tutsak edilmiş sosyal algı besleniyor; büyük ve hayati parçaları ise kaybediliyor ya da katlediliyor. Buna direnen gerçek bir gerçeğin havarileri de hala saldırı altında. Muhalif ve objektif basının Kürt bölükleri, hapishanelerden, kayyum atanarak kurulmuş gazete binasının kaldırımlarında ki "haber merkezi'nden" bildirmeye devam ediyorlar.
 
Sosyalist basının tarihinde de dünden bugüne kesintisiz devam eden çizgisinin niteliğini belirleyen temellerden biri, gerçeğin kaybedilmesine, katledilmesine, yalanla karartılmasına karşı zorlu mücadeledir. Pek bilmez ama ben de bir dönem (4 yıl  kadar) sosyalist basın alanında gazetecilik yaptım. Tabii bizimkine "ideolojik gazetecilik" diyorlardı. Sanki ideolojik olmayan gazetecilik varmış gibi! Sanki kendilerini herhangi bir ideoloji değilde "biyoloji" yönetiyormuş gibi! Tabii şimdi nereye baksanız ideolojik gazetecilik almış başını gitmiş, patolojik bir soruna dönüşmüş. İktidar yanlısı medya ideolojik yapısı bir yana, kendini politik, askeri hücum kıtası sanmaya başlamış. Yayın organları iktidar adına linç ediyor, ceza kesiyor; yargı adına karar veriyor ve daha neler... Dünden bugüne basın ve ideoloji ilişkisi gayet açık ve yaygın olmasına rağmen hep muhalif olan yargılanıyor bu suçtan! TV yayınında bir semtin insanlarını ölümle tehdit eden gazeteci militan olmuyor da polisin öldürdüğü bir çocuğun görüntülerini yayınlayan gazeteci militan ya da "terörist" oluyor mesela. Yani, asıl konu bir basın organının ya da gazetecinin dünya görüşü, ideolojisi değil, o ideolojinin ahlakı. Gerçek-hakikat denilen de, ahlakla ilgili bir mesele. Hangi kesimden olursa olsun, çıplak gerçeği sansürle, somut veriyi yalan veriyle, yorumu çarpıtma ve manipülasyonla katleden basın ya da basıncı, tüm toplumsal birikim ve ideolojilerden süzülmüş temel ahlaki kriterler nezdinde sorumludur, suçludur.
 
Bu nedenle önceden çalıştığım Atılım Gazetesi'nin "haberde objektif yorumda devrimci" mottosunu severim. İdeolojik-ahlaki bütünlüğü tanımlar çünkü. Neysen öyle konuşacak kadar devrimci, sahteye sapmayacak kadar gerçekçi… Sosyalist basın ve muhalif basının geneli bu ilkenin, ahlaki duruşun bedelini ödüyor yıllardır. Böyle dediysem bir 'acıların basını' durumu da yok ortada. Aksine gerçeğin peşinden koşmak, yalan ve zulüm muhafızlarını atlatıp haber kaçırmak, bilmem kaçıncı kez baskına uğrayıp tutuklanacağını bile bile yazını-sözünü esirgememek özgürlük, heyecan ve mutluluk karması bir panzehir gibidir zorluklar karşısında. Böylece her zor dönemde şerbetlenirsin. Zaman zalim ve cimri olduğunda da, herkes adına hayattan hak ettiğini koparıp alma gücünü daima bulursun. Bugün ETHA'yı ve bütün özgür basını ayakta tutan bu güç işte. Gerçeğe ulaşma, paylaşma, gazetecilik yapma hakkını bir avuç iktidar borazanı ve seçkinin tekeline bırakmayan esaslı bir güç. Haber merkezi boşalmış, sayfaları kapatılmış, editörleri-muhabirleri "hapishaneden bildirmeye" başlamış ETHA'ya "yine de biat etmeyeceğiz, gerçeğin peşinden ayrılmayacağız" dedirten, kuru bir inat ya da slogan sevdası değildir takdir edersiniz ki! Tastamam dediklerini yaptıklarına eminim. Katıksız, özden gelen güçtür bu. Bedava kazanılmamış, el konulmamıştır. Her koşulda direnme ve kazanma potansiyelini de buradan alır.
 
Şimdi özgür basın, özgür toplum mücadelesinin tarihsel bir dönüm noktasında bir kez daha gücümüzü sınar diyorlar anlaşılan. Yeni bir saraylar ve gerçekler muharebesi... Oysa bugünün sarayına ve saraylısına ilham olan sondan bir önceki saraylı, bu muharebeyi kaybetmişti. Halka haber almayı yasaklayıp kendine özel muhbir teşkilatı kuran Abdülhamit'e kalmadı devran. Ama galiba bütün istibdatçılar sondan bir önceki kavşakta ille aynı yolda gidiyorlar. Halk ve hakikat yolculuğunun öncü kolu olanlar ise bu kez daha sağlamlaşmış direncin, daha yaygınlaşmış ve örgütlenmiş dayanışmanın yolunda gidiyorlar. ‘Zulüm her yanını sarmış, önümüz seçim, adayımız hapiste, ekranlar-manşetler bize duvar…' diye dertlenmeye gerek yok. Çünkü direnen basın var, özgür basının her yerde eli-ayağı, gözü-kulağı olanlar var. Hangi birimizi yenecekler? Hepimiz birimiz oldukça elbette yine gerçek kazanacak…