Faşizmin yenilgisini hazırlamak
Faşist diktatörlüğe karşı mücadelenin Erdoğan'a karşı mücadeleye indirgenmesi ve keza faşist diktatörlüğe seçimlerle son verileceği yanılsamasının yükselişi antifaşist mücadelenin çarpıtılmasından, kitlelerin antifaşist bilincinin bulandırılmasından başka sonuç vermemiştir. Yalnızca seçim döneminin değil faşist şeflik rejimine karşı mücadele sürecinin bütünsel dersleri başarı, yetmezlik ve hatalarıyla birlikte netleştirilmesi, devrimci mücadelenin geliştirilmesinin çıkış noktası ve zemini olabilir.
14 Mayıs ve özellikle de 28 Mayıs 2. tur Cumhurbaşkanlığı seçimleri bütün unsurları ile burjuva politikanın derin bir çürüme ve çözümsüzlük içerisinde olduğunu göstermiştir. Son elli yılın en dip noktasıdır bu. Kılıçdaroğlu'nun Babala TV'de bir soruyu, beş yılda bir siyaset yapıyoruz şeklinde yanıtlaması, burjuva politika erbabının bilinç altını yansıtan itiraf olarak çok önemlidir. Bir-iki ay "seçmeni" kandırma kampanyası ve seçimlerde oy kullanmaya indirgenmiş, halka politika yapmanın seçimlerle sınırlandırıldığı bir anlayıştır bu. Beş yılda bir siyaset yapanlar, beş yıl boyunca da halklarımızın, işçi ve emekçilerin, yoksulların, kadınların, gençliğin politikaya karışmaması, siyasetin dışına sürülmesi için bütün güçleriyle çalışıyorlar. "Vaad-oy" denklemine sıkışan ve hiç bir çıkışı da görünmeyen burjuva politikanın temel açmazı; "vaad"lerin ekonomik, siyasi ve sosyal yapısıyla Türkiye toplumunun karşı karşıya bulunduğu temel sorunlara çözüm, yönelim ve iddiasının dışında olmasıdır. Herhangi bir burjuva parti Türkiye toplumunun karşı karşıya olduğu temel sorunları tanımlama ve çözüm geliştirebilme iddia ve yönelimine sahip değildir! Gerek 14 Mayıs ve gerekse de 28 Mayıs seçimlerinde her zamankinden daha çarpıcı tarzda kendini gösteren gerçektir bu. Burjuva politika "seçmen" gördüğü, oy kullanma ile sınırlı siyaset yapma hakkı tanıdığı halkın bir dahaki seçimlere kadar seyirci olmasını, asla politikaya müdahil olmamasını ister, gerçekleştirmeye çalışır. Halkın 5 yıl oyalanması ve sonra da sandığa bel bağlamasını sağlamak parlamentarizmin beka sorunudur, burjuva partilerin temel görevleri arasındadır.
Seçimleri her şey haline getiren anlayış, parlamentarizmden başka bir şey değildir: Parlamentarizm ise burjuva politika demektir. Seçimleri her şey olarak sunan burjuva bataklık, "seçim başarısızlığının", "seçim yenilgisinin" her şeyin sonu olduğu duygu ve bilincine kaynaklık etmektedir, halklarımızda hayal kırıklığı ve demoralizasyonu örgütlemektedir. Burjuva parlamentolar için 4 veya 5 yılda bir tekrarlanan seçimler politik sınıf mücadelesinin an'larından sadece birisidir. Göreli öneminin yükseldiği veya düştüğü zamanlar olabilir ama genel olarak politik sınıf mücadelesinin ne hayati, ne de en önemli anıdır. Seçimleri belirleyenin seçimler öncesinde yıllara yayılarak süregelen mücadeleler olduğu gerçeğini boğuntuya getirmektedir. Geride kalan seçimlere yüklenen bütün yüksek anlamlar büyük ölçüde özneldir, köpürtmedir. Emekçi sol hareketin hemen bütün reformist kesimleriyle bu girdaba çekilmesi burjuva politikanın önemli bir kazanımıdır. Bu seçimler, örneğin 1 Kasım 2015 seçimleri ya da 2017 referandumu kadar önemli ve etkin değildir.
14 Mayıs'ta dünkünden daha gerici bir meclis oluştu, 28 Mayıs seçimlerinde ise faşist şeflik rejim altında, yani devlet imkanlarının seferberliği dahil her şeyin faşist şefin lehine olduğu koşullar altında hırsızlık, hile, oyun, şantaj, faşist terör dahil bütün yöntemleri kullanarak faşist şefe "kazandırıldı". Faşist şeflik rejimi ilk bakışta kazandığı seçimler ile siyasi meşruiyetini güçlendirdi. Diğer yandan faşist şef ve kafadarı Bahçeli'nin HÜDAPAR, YRP vb. gibi kendilerinden daha da gerici, güçleri sınırlı partilerle ittifak yapmak zorunda hissetmeleri onların tamamen ayırdında olduğu siyasi zayıflıklarının sonucudur. Faşist şef tek karar vericidir ama dayandığı ittifak sistemi de çıfıt çarşısı gibidir.
Diğer yandan 14 Mayıs seçimlerinde nüfusun yarısından fazlasının diktatörü istemediğinin açığa çıkmış olması da oldukça önemlidir. Her şeye rağmen faşist şeflik rejimi siyasi bakımdan gerileme sürecindedir, keza burjuvazinin saflarındaki yarılma aşılabilmiş değildir, burjuvazi saflarında "nasıl bir rejim", "nasıl bir yönetim biçimi" temel bölünmesi, irade çatallaşması sürüyor. Seçimler de bu gerçekleri ortadan kaldırabilmiş değildir. Bütün bunlarla birlikte faşist şeflik rejimi yürürlükte kalmaya devam ettiği gerçekliği zemininde kuşkusuz seçimlerin sonuçlarının önümüzdeki dönemi şekillendirici güçlü etkileri olacaktır. Bu etkilerin genellikle siyasi ve toplumsal gericiliğin koyulaşması ve faşist saldırganlığın şiddetlenmesi çizgisinde gelişeceği bellidir.
"Vaat", "rüşvet-seçmen avlama" politikaları şimdi halklarımıza, işçi sınıfı ve emekçilere sert ekonomik ve siyasi dönüşü olacaktır. Enflasyon, hayat pahalılığı, yeni zamlar, düşük ücretler ve yeni vergiler ile işçi sınıfı, kent ve kır yoksulları üzerindeki sömürü katlanacak, yaşamları çekilmez hale gelecektir. Yoksuldan, işçiden, emekçiden alma zengine, kapitaliste, patrona, emperyalist tekellere verme siyaseti yeni rekorlar kıracaktır. Yoksullaşma en derin etkilerini kadınların ve gençlerin yaşamında gösterecektir.
Sömürünün derinleşmesinin ancak devlet terörü şemsiyesi altında ilerletilebileceğini faşist şef ve saray soytarıları iyi bilir, deneyimlidirler. Yalnızca bu nedenle değil aynı zamanda politik islamcı faşist saray rejimi ve faşist şefin seçimlerde yüzde 50'nin altında kaldığı yerlerde intikam peşine düşeceğinden de kimsenin kuşkusu olmamalıdır, Erdoğan'a defol diyen Kuzey Kürdistan kentleri, büyük sanayi şehirleri ve metropoller diktatörlüğün hedef merkezinde olacaktır. Faşist şeflik rejimi bir yandan zayıflığı ve intikam peşine düşmesi diğer yandan da izleyeceği ekonomik politikalar halkın yaşam koşullarını kötüleştireceği, işçi sınıfı ve emekçilerin, özgürlük isteyen toplumsal kesimlerin yaygın tepki ve mücadelelerini koşullayacağı için çareyi faşist terörü tırmandırmakta arayacaktır.
Faşist şeflik rejimi yeni ortaklarının ideoloji ve programlarının kapsam ve karakteri nedeniyle kadınları hedefleyen ve toplumsal gericiliği güçlendiren hamleleri beklenmelidir. 14 Mayıs seçimlerinde Türkiye tarihinin en çok kadın ve LGBTİ+ düşmanı meclisi oluşmuştur. YRP ve HÜDAPAR ile AKP ve MHP'nin ittifak pazarlıklarından ortaya dökülen gerçeklerin mutlaka yansımaları olacaktır.
Özetle, 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinin temel bir sonucu faşist şeflik rejiminin insanca onurlu ve özgür bir yaşam isteyen işçi, Kürt, kadın, LGBTİ+, aydın ve gençlik düşmanı saldırganlığına yeni bir itilim sağlayacağıdır.
Faşist diktatörlüğe karşı mücadelenin Erdoğan'a karşı mücadeleye indirgenmesi ve keza faşist diktatörlüğe seçimlerle son verileceği yanılsamasının yükselişi antifaşist mücadelenin çarpıtılmasından, kitlelerin antifaşist bilincinin bulandırılmasından başka sonuç vermemiştir.
Keza, burjuvazinin ikili ittifak sistemi seçimlerde halklarımıza dayatılmış, bunun faşist diktatörlüğe karşı halkçı devrimci seçeneği darbelediği ve bastırdığı gerçekliği bütün bir seçim sürecinde çok daha çarpıcı şekilde açığa çıkmıştır. HDP'nin merkezinde durduğu Emek ve Özgürlük İttifakı bu gerçekliğe çarpmış ve bu gerçekliği aşacak bir taktik ve siyasi irade geliştirememiştir.
Bütün veriler, rejim sorununda burjuva siyaseti ve burjuvazinin saflarındaki yarılma, yönetememe krizinin ağırlaşarak devam edeceğine işaret etmektedir. Keza burjuvazinin kitlelerin yaşam koşullarında dramatik bir iyileşme yaratması da olanaklı görünmemektedir, bilakis burjuvazinin sömürüyü yoğunlaştırarak süreci göğüsleme zorunluluğu iş ve yaşam koşullarını gitgide kötüleşmesini, faşist terörün paralel tırmanışıyla birlikte yaşamın çekilmez hale gelmesini daha da ağırlaştıracaktır. Faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin faşizmin yenilgisini hazırlama çizgisinde geliştirilmesinin nesnel koşulları bütünüyle yürürlüktedir.
Yalnızca seçim döneminin değil faşist şeflik rejimine karşı mücadele sürecinin bütünsel dersleri başarı, yetmezlik ve hatalarıyla birlikte netleştirilmesi devrimci mücadelenin geliştirilmesinin çıkış noktası ve zemini olabilir.
Denebilir ki, faşist şeflik rejimine karşı halkçı devrimci politikanın birinci sorunu, toplumumuzun Kürt ulusal varlığı ve kolektif haklarının tanınması, sömürgeciliğe, emperyalizme ekonomik mali bağımlılığa son verilmesi, işçi sınıfı ve emekçi yığınların yaşam koşullarının iyileştirilmesi, erkek egemenliğine karşı mücadele, sendikalaşma, grev ve genel grev hakkı, propaganda, ajitasyon ve örgütlenme özgürlüğü dahil bir bütün olarak politik özgürlüğün kazanılmasını, faşist şeflik rejiminin yıkılmasını, halkçı demokratik bir iktidarın kurulmasını hedefleyen mücadelenin, devrimci programın temel talepler üzerine bina edilmesidir. İşçi sınıfı ve ezilenlerin, halklarımızın bütün güncel talep ve sorunlarının kesinkes devrimci programın temel taleplerine bağlı işlenmesi propaganda, ajitasyon ve örgütlenme çalışmalarına temel olmalıdır. Böyle bir temel olmaksızın parlamenterizmle, burjuva ve küçük burjuva reformizmi ve yasalcılık ile etkili bir mücadele geliştirilemez.
Emek ve Özgürlük İttifakı'nın (EÖİ) temel devrimci amaç ve talepler üzerinden fiili meşru mücadeleyi temel alan bir çizgide inşa edilememesi, sürükleyici güçlerin "genişleme", "siyasi kapsayıcılık" vb. ya da benzer başka saiklerle geliştirdikleri ilişki ve işbirliği tarzı zaaflı bir durum açığa çıkardı. Fiili meşru mücadele adına EÖİ'nin dikkate değer bir yönelimi ve hamleleri gelmedi. Sözde fiili meşru mücadele temel alınıyordu ama gerçekte seçimler, parlamentarizm ve yasallık zemininin ötesine geçilemedi. Eğer EÖİ devam edecek ise birlikte mücadele ve cepheleşme çalışmasını kesinkes fiili meşru mücadele ve temel talepler zeminine oturtulmalıdır. Keza, HDP-Yeşil Sol'un kurucu yapılarının ilişki tarzının gözden geçirilmesi ve yeniden yapılandırılması gerekir. Bütün bunlar için kurucu bileşenlerin deneyimlenen sürecin açık devrimci eleştirel analizini, eleştiri ve özeleştirisini geliştirmeleri ötelenemez, ihmal edilemez görevlerdir.
Faşist şeflik rejiminin yenilgisi ve politik özgürlüğün kazanılması devrimci stratejinin merkezi sorunu olmaya devam ediyor. Antifaşist, antisömürgeci, cins özgürlükçü ve antiemperyalist güçlerin faşist şeflik rejimine karşı cepheleşmeleri, üçüncü cephe sorunu ne gündemden çıkmış, ne de öneminden bir şey kaybetmiştir. Devrimci güçlerin antifaşist cepheleşme çalışmalarında ağırlık merkezi oluşturmaları bugün daha acil bir görev olarak öne çıkmaktadır.
Devrimci öncülerin işçi sınıfı ve emekçilerle ilişkilenmeleri, işçilerin, kadınların ve gençlerin devrimci program ve stratejiye, devrimci öncülere yöneltilmesi, antifaşist kitlelerin yüzünü, yönünü devrimci strateji ve devrimci programa döndürülmesi, reformist, yasalcı ve parlamentarist etkilerin kırılması, kazanılacak yeni güçlerle yenilenmek devrimci öncülerin başarmaya mahkum oldukları görevlerdir. Bunların devrimci öncülük ve önderlik iddiasındaki güçlerin derin bir iç eleştiri özeleştiri sürecinden geçmelerini gerektirmektedir.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 2 Haziran tarihli 118. sayı başyazısı