Eren Baskın: Bir gün mutlaka yargılanacaklar
Ankara JİTEM davasında onca belge, delil ve Ayhan Çarkın'ın itiraflarına rağmen, Mehmet Ağar'ın da aralarında olduğu çok sayıda isim hakkında beraat kararı verildi. Katledilen Abdulmecit Baskın'ın oğlu Eren Baskın, karar ile devletin bir kez daha "yargılatmam" dediğini belirtti. "Bu devlet bana gençlik borçlu, çok şey borçlu" diyen Eren Baskın, "Babama bir özür borcum var. Şimdi yapamadım ama mutlaka olacak" diyerek, sorumluların yargılanması için mücadeleden vazgeçmeyeceğini vurguladı.
Babasız büyüyen çocuklar, çocuklarını arayan anneler...
Yıllarca çocuklarını bekleyen ve mezarlarını dahi bulamadığı için gözleri açık giden anneler, babalar...
Anne ve babalarının ömürleri yetmediği için bugün onların yerine adalet mücadelesini sürdüren oğullar, kızlar...
Gözaltında kayıplar, faili meçhul cinayetler, mezarsız ölüler, bodrumlarda katledilen insanlık...
Özellikle, '90'lı yıllardan beri Türkiye'nin tarihi hep bunlarla anıldı. Evlerinden alınan insanlardan bir daha haber alınamadı, alınanlarda da artık yaşamıyordu.
Kaç insanın gözaltında ya da "faili meçhul" cinayetlerle katledildiği henüz bilinmiyor ancak, failler çok iyi biliniyor. Buna rağmen bugüne kadar açılan davaların hepsinde cezasızlık politikası uygulandı, devlet adına suç işleyenler, korundu hatta cezasızlıkla ödüllendirildi.
KATLEDENLER
Bu davalardan biri de Ankara JİTEM davası. Davanın 13 Aralık'ta görülen karar duruşmasında, eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, Eski Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim Şahin, MİT'çi eski Yarbay Korkut Eken ve özel harekat polisleri Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu, Ercan Ersoy, Ahmet Demirel, Ayhan Özkan, Seyfettin Lap, Enver Ulu, Uğur Şahin Tekdemir, Yusuf Yüksel, Abbas Semih Sueri, Lokman Külünk, Mahmut Yıldırım, Nurettin Güven, Muhsin Korman hakkında beraat kararı verildi.
KATLEDİLENLER
Bu isimler; Namık Erdoğan, Metin Vural, Recep Kuzucu, Behçet Cantürk, Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım, İsmail Karaalioğlu, Yusuf Ekinci, Ömer Lutfi Topal, Hikmet Babataş, Medet Serhat, Feyzi Aslan, Salih Aslan, Lazem Esmaeili, Asker Smitko, Faik Candan, Abdulmecit Baskın, Tarık Ümit'i katletti.
Sanıklar Ayhan Çarkın'ın itiraflarına, dosyada bulunan tüm belge ve delillere rağmen beraat kararı verilerek, cezasızlıkla ödüllendirildi. 16 Nisan 2014'te başlayan dava süreci "bitti". Bir kez daha yıllarca adalet mücadelesi verenler hayal kırıklığına uğradı.
Eren Baskın, katledilen Macit Baskın'ın oğlu. Babası katledildiğinde 4 yaşında olan Eren, bugün diğer kayıp yakınları gibi adalet mücadelesini sürdürüyor. Bu mücadeleyi bir de adliye salonlarında sürdürmek için avukat oldu. Karar duruşması sırasında, o salonda bir kez daha, bir de avukat olarak tanık oldu.
'SONUCU TAHMİN ETMEK AYRI, BÖYLE OLMASI AYRI'
Ne yaşadığını anlatması zor, benim bakımımdan ise bu soruyu sormak ve dinlemek zor. "Ne hissettin" diye soruyorum öncelikle... Derin bir iç çekerek yanıtlamaya çalışıyor: "Karar verildiğinden beri herkes 'ne bekliyordun ki, böyle bir sonuç çıkacaktı tabi' diyor. Doğru. Ama bilmek ayrı, bir de o anı yaşamak ayrı. İşte bunu yaşadım. Kararı duyduğumda dakikalarca olduğum yerden kalkamadım, zorlandım. Karşımda bir savcı, yanında belki de 30'lu yaşlarına dahi girmemiş heyet üyeleri. Hepsinde bir çekingenlik var, fark ediyorsun. Bu kadar celse görüldü, hakim değişti hiç mi bir şey yapmadılar diye soruyorum kendime. Önlerindeki dosyada onlarca delil var- hem de çok güçlü- itiraflar var. Hiç mi bakmadılar diye düşündüm."
İnsan yaşamında bazı anlar, büyük değişim ve kararlara vesile olur. 16 Nisan 2014 yılında görülen ilk duruşma da Eren için böylesi anlardan biri. O günü ve kararı nasıl verdiğini de şöyle anlatıyor: "İlk duruşma, avukatlarımız savunma yapıyor, babamın nasıl biri olduğunu ve nasıl gözaltına alınıp katledildiğini anlatıyorlar. Hukuki olarak görevlerini yapıyorlar. Ama ben arkada 'neden eller böyle söylemiyorsunuz' diyerek sürekli anlatımlarına müdahale etmek istiyorum. Benim düşündüklerimi, söylemek istediklerimi söylemelerini istiyorum. Duruşmadan sonra çıktık, avukatımızın yanına gittim. Düşündüklerimi ona da anlattım. Bana dedi ki, 'ben senin gibi düşünemem, bu zor Eren. Keşke sen avukat olsan' O gün karar verdim ve avukat oldum."
'ADALET BAKANLIĞI BİZZAT DAVA İLE İLGİLENİYOR, NEDEN?'
Bu davanın da devletin "bizzat ortak olduğu ve faillerini koruduğu" bir dava olduğunu belirten Eren Baskın, şöyle devam ediyor: "Dosyaya bir belge gönderilmiş, Adalet Bakanlığı tarafından, 'kamuoyunun faili meçhul cinayet olarak algıladığı ...esas sayılı dosyanın içeriği ve her duruşmanın sonunda alınan kararların bize gönderilmesi..' deniyor. Bakanlığı neden ilgilendiriyor, neden bu kadar yakından ilgileniyorlar? Bu belge, mahkeme heyetine, savcılara ve hakimlere 'bakın gözüm üzerinde' mesajını veren bir belge."
'DOSYAYA HEMEN MÜDAHALE EDİLDİ'
"Öyle de oldu" diyor Eren ve anlatmaya devam ediyor: "Dosyaya bir hakim atandı. Bana göre 9 hakim içerisinde işini en iyi yapan hakimdi. Dosyayı açtı Mehmet Ağar, Tansu Çiller isimlerine dikkat etmeden 'o 17 kişinin öldürülmesiyle ilgiliymiş, sanıklar neden vareste tutulmuş. Olur mu hiç, en azından gelsinler bir kaç soru soralım' dedi ve o duruşmada, sanıkların vareste kararını kaldırdı. Mehmet Ağar'ın ivedilikle duruşmaya getirilmesini de istedi. 2014'ün 7. ayında görülen duruşmada. 49 gün sonrasına duruşma günü verildi. Duruşmaya gittik, o hakim yoktu, 'ataması' çıkmış. Yerine gelen hakim hemen kaldırılan vareste kararını yerine koydu.
'TARAFSIZ OLMASI GEREKEN SAVCI, SANIKLAR İÇİN VARESTE KARARI ÇIKARTTIRDI'
"Bu davada yaşananlar hukukun geldiği skandal boyutu gösteriyor. Vareste kararını isteyen savcıydı. Oysaki savcı tarafsız olmalıdır, hatta gerekirse mağdurun arkasında olmalıdır. Devletin ona verdiği yetki kim mağdursa onun yanında olmasıdır. Ama o savcı, 'sanık kürsüsünde oturan kişilerin can güvenliği olmadığı' gerekçesi vareste kararını istiyor. O sandalyede oturması gerekenler bizi öldürdü, biz onları öldürmedik ki. Biz, hukuk çerçevesinde çözülmesi için mücadele ettik. Ben idam edin demiyorum, cezaevine koyun, işledikleri suçların karşılığını orada ödesinler diyorum. Bir de bizim olan Galatasaray'ı aç ve orası bizim kayıplarımızı andığımız yer olsun. İstediğimiz sadece bu... Galatasaray bize açıldığında ve yakınlarımızı öldüren bu insanlar cezalarını çektiklerinde biz o zaman rahatlayacağız."
'BANA GÖRE KANITLAR NET AMA ONLARA ANLATAMIYORSUN Kİ'
Dosyada Susurluk Raporu da dâhil birçok delil bulunuyor. Bunların yanı sıra bir de Ayhan Çarkın'ın bu cinayetlerin nasıl ve kimler tarafından işlendiğine dair itirafları var. Ancak, mahkeme bu itirafların yeterli olmadığını savunarak, delil olarak saymadı. Eren Baskın, "Ayhan Çarkın itiraflarında diyor ki, Oğuz Yorulmaz Mecit Baskın'a gel seni emniyete götüreceğiz dediğinde babam ayağa kalkmış ve ceketini iliklemiş, 'hay hay' demiş. Babamın en net hatırladığım davranışı buydu. İşte bana göre en net kanıt da budur. Ama ben bunu bir kanıt olarak sunamıyorum mahkemeye. Bu benim için babamın katillerinin kimler olduğunu ortaya koyan en net kanıt, başka bir şeye de gerek yok."
'O BİZİ HATIRLAMIYOR AMA BEN ONU HİÇ UNUTMUYORUM'
Eren, duruşmalar sırasında hiç unutamadığı anlardan birini de paylaşıyor, "En çok cinayet işleyen Ayhan Akça kalkıp, Ayhan Çarkın'ı gösterip 'Bu adam meczuptur, niye böyle bir şey yapıyor bilmiyorum ama biz de bu insanlara da yazık. Biz kimseyi öldürmedik, ben bunların hiç birini tanımıyorum, hiç birini hatırlamıyorum' diyerek bizi gösteriyor. O sırada dayanamadım kalktım, 'ben ise seni hiç unutamıyorum' dedim. Farkımız o işte. O beni hatırlamıyor ama ben onu hiç unutamıyorum. İddianamenin ilk hazırlandığı dönemde gazetelerde Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu ve diğerlerinin olduğu bir fotoğraf yayınlanmıştı. Üzerlerinde kim olduklarını gösterecek şekilde baloncuk çıkarılmış. Ayhan Akça'nın üzerindeki baloncukta, 'Ankara Altıdağ Nüfus Müdür Mecit Baskın'ın öldürülmesinde parmağı olduğu düşünülen kişi' diye yazıyordu. O günden sonra hiç unutmadım onu."
'DEVLET BU KARARLA YARGILATMAM DEDİ'
Eren, "bu kararla kendilerine ve aslında tüm kayıp yakınlarına bir kez daha ne denilmek istendi" sorusunu şöyle yanıtlıyor: "Yargılayan benim, yargılanan da benim ama yar-gı-lat-mam dediler. İstinaf sonra da Anayasa Mahkemesi var. Oralara yapılan başvurularda da çok bir şey değişmeyecek. Ama bu davanın böyle bitmemesi lazım. Bizim onlara sunduğumuz doneleri, delilleri önlerine alıp bu insanların her birine müebbet hapis cezaları vermeleri gerekiyor. Ama mümkün mü?
'DEVLET MEHMET AĞAR'IN SUÇUNU ORTADAN KALDIRDI'
Bakın bir örnek daha; Bir gün avukatımız aradı ve Mehmet Ağar'a özel bir celse açıldığını ve hiç kimseye haber verilmeden ifadesini alındığı söyledi. Bunu da, bir adliye muhabirinden öğrenmiş. Niye 'hastalığı nedeniyle yurtdışına gitmesi gerekiyormuş' Bu iddianame hazırlandığında Mehmet Ağar, aynı suçtan hakkında açılan başka bir dosyadan ceza almıştı ve cezaevine konulmuştu. Kanun maddesi, 'bir kişi eğer cezaevindeyken hakkında iddianame hazırlanmışsa onu bırakamazsın' diyor. İddianame, Ağar tahliye olmadan 8 ay önce hazırlandı. Yani Mehmet Ağar'ın, o günden JİTEM davasından karar çıktığı güne kadar cezaevinde olmalıydı. Sanığın zaten aynı suçtan sabıkası var, bu hukuk açısından çok önemli bir delildir. Ama devlet resmen suçu ortadan kaldırdı."
'BABASI OLAN BİR İNSAN NASIL BAŞKA BİR ÇOCUĞUN BABASINI ÖLDÜRÜR?'
Bugün en çok kendime kızıyorum çünkü gerçekten umut etmişim. 6 yıl boyunca bunu yaşadım. Verdikleri kararla bizim bu umudumuzu kırdılar. Bunlarda az merhamet olsaydı cinayet işlemezlerdi. Zaten hayatım boyunca algılamaya çalıştım, babası olan biri nasıl bir çocuğun babasının öldürebilir? Filmlerde duyuyoruz hep ama gerçek olduğuna inanıyorum, öldürdükleri insanlar 'yapmayın çocuklarım var' dedi. O sırada ne düşündüler, böyle diyen, elleri ayakları bağlı olan birini nasıl öldürdüler. Şimdi kendime kızıyorum ben nasıl bu tiyatroya inandım?"
'EN ÇOK MEHMET AĞAR'IN OĞLU İLE YÜZLEŞMEK İSTEDİM'
Sonucun böyle olacağını tahmin etse de gerçeğin kendisini duymak başka bir şey. "Benim yaşadığım da tam böyle oldu" diyor Eren ve devam ediyor, "Biliyor musun ben Mehmet Ağar'la değil de en çok oğlu ile yüzleşmek isterdim, hala istiyorum. Oğluna, bak baban, bana bunu yaptı. Sen babanla oturdun, sana bisiklet aldı, gezdirdi, para verdi, seni milletvekili yaptı. Ama bu devlet beni 5 yaşında babasız bıraktı, biz aç kaldık, susuz kaldık, eve gittiğimde bana kızacak babam olmadı. Bunların hepsini onun oğluna anlatmak istedim, hem de çok. Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Akça'nın çocuklarına da. Bunları sizin babalarınız yüzünden yaşadım demek istedim. Ne hissedeceklerdi, düşüneceklerdi merak ediyorum. Babam maden suçluydu, alıp tutuklasalardı, cezaevine koysalardı, neden öldürdüler demek isterdim. Cezaevinde olsaydı gidip görebilir, dokunabilirdim en azından. Onlarla, böyle konuşuyorum hayalimde."
Eren, hayalindeki bir diğer şeyin ise "bana bugün bir şans verseler, deseler ki al bak sana sihirli bir değnek babamın o son anında ne düşündüğünü öğrenmek isterdim. Beni düşünüp düşünmediğini mesela…"
'ÇOK ZOR BÜYÜDÜK BİZ...'
"Büyüdük bugüne geldik, ama zor büyüdük" diyor Eren ve şöyle devam ediyor: "Babamız yok. Ne zaman güzel bir şey yaşamak istesek her zaman içimizdeki o eksiği yaşadık. Akşam babamın sevdiği bir yemek yapılır annem ağlar.
Anlatmak zor, 'babasız yaşamak' demeyi de sevmiyorum ama zor oldu gerçekten. Bu devlet bana gençlik borçlu, çok şey borçlu. Ah ettim. Çünkü bugün elimden sadece bu geliyor. Bu insanların bana ve benim gibi büyüyen bütün çocuklara ah borcu var. Bunu mutlaka ama mutlaka ödeyecekler. Sesim giderse, duyarlarsa bilsinler ki; en mutlu anlarında içlerine kötü bir his düştüğünde bilsinler ki o benim ahımdır. Ayaklarına taş deyse 'Allah'ım niye bu beni buluyor' dedikleri her yerde bilsinler ki biz yapıyoruz bunu. O ah onlardan öyle ya da böyle çıkacak.
Yaptıklarının hesabını da verecekler. Benim yaşım yetmezse, benim çocuklarım adalet için mücadele edecekler. 90 yaşına da gelseler o salona girecekler, elleri titreye titreye duracaklar. Bu mücadele kuşaktan kuşağa mutlaka sürecek. Bu konuda umudum hiç tükenmeyecek."
"Ama özür borcum var" diyor Eren ve "Babama bir özür borcum var. Şimdi yapamadım ama mutlaka olacak" diyerek, bu mücadeleden hiç vazgeçmeyeceğini ve umudunu yitirmeyeceğini yineleyerek sözlerini tamamlıyor.