Ender Çelikel yazdı | Değişen koşullar değişmeyen kural: Devrim
Spartaküslerden Şeyh Bedreddinlere, Che'lerden İbolara, Denizlerden Mazlumlara, Şengüllerden Zekilere devrimcilikte aynı karakter ve süreklilik söz konusudur. Devrimciliğin temel kıstasları zamana göre değişmez. İnsanlığın 21. yüzyıla girmesi devrim kuralını bozmadığı gibi günümüzde mücadelenin zorlu cephelerinde devrime iman etmiş isimsiz yoldaş, siper yoldaşlarda somutlaşan '71 devrimciliğini de gereksizleştirmiyor. Bilakis faşist baskı ve kapitalist sömürü bugün Mahir, Deniz ve İbo olmayı her zamankinden daha zaruri kılıyor.
'71 devrimciliği diye tabir edilen pratik-politik devrimciliği benimseyen yapılar, 1968 yılının mayıs ayından itibaren Paris merkezli gençlik hareketinin bağrında filizlendi. Devrimci yapılar dünyanın her bir yerinde pıtrak gibi çoğaldı. Mahir, Deniz ve İbrahimlerin önderliğinde kurulan örgütler de farklı ideolojik motiflere rağmen, '68 Mayıs hareketinin içinden çıkmıştı.
Hem '68 gençlik hareketinin yıl dönümü hem de o hareketin Türkiye'deki önderlerinin ölümsüzleştiği ay olması bakımından mayıs ayının yeri ayrıdır. Mayıs, ayların kızılıdır. '71 devrimci hareketinin kurucu önderleri her mayıs ayında Türkiye ve Bakur Kürdistan'da anılırlar. Hayatları ve mücadeleleri en geniş kitlelere anlatılmaya çalışılır. Burada iki tür anlatım biçiminden söz edilebilir. Bütün açmazlarına ve yetersizliklerine rağmen devrimcilikte ısrar eden siyasal özneler '71 devrimciliğini şimdiki zaman kipiyle aktarırlar. Reformist ve liberal sol ise anlatımında geçmiş zamanla birlikte nostaljik bir üslup kullanır. Devrimciliği geçmişte kalmış belli bir dönemin pratiği, masum çocukluk, 'romantizm', 'maceracılık', 'aşırı radikalizm' diye değerlendirirler.
Sınıf mücadelesinin zayıflaması, devrimci hareketin krizi ve haliyle günümüzde pratik-politik devrimciliğin hakkının verilememesi, nostaljik anlatım biçimini kuvvetlendiriyor. Politik devrimciliğe yabancılaşan emekçi solun kitlesi, geçmişi sevgi ve saygıyla yad eder. Devrimci savaş pratikleriyle tanışmayan, "terör" propagandası altında büyümüş yeni kuşak Mahir, Deniz ve İbo'yu hayranlıkla, gıptayla ve biraz da şaşkınlıkla dinliyor ve okuyor. Onların savaşkanlığı, feda ruhları, davalarıyla bütünleşmeleri, ateşten yoldaşlıkları, emekçi yaşam tarzları bir roman veya masalın kahramanlarının özellikleriymiş gibi geliyor kendilerine. Dahası salt barışçıl mücadele araç ve biçimleri, sosyal-medya mecrasıyla sınırlandırılmış orta sınıfa has kültürel solculuk, karnavalcı eylemsellik, müzmin muhaliflik vb. "bugünün devrimciliği" olarak kanıksanıyor. Devrimciliğin özünün zamana göre değişebileceği sanılıyor.
İnsanlık tarihi sınıf mücadelesi tarihidir. Binlerce yıldır süren bu mücadelenin sahası, araç ve biçimleri üretici güçlerin gelişimi doğrultusunda sürekli değişir. Mücadelenin ritmi, temposu ve şiddeti nesnel ve öznel koşullar tarafından belirlenir. Değişen şartlar ve geçmiş muharebe deneyimleri, ezen ve ezilen sınıfları hem yeni mücadele araç ve yöntemlerini benimseme anlamında hem de düşünsel boyutta geliştirir.
Sınıf savaşımında değişmeyen tek şey değişimdir. Ne ki, savaşın tarafları ve kuralı aynı kalır. Sınıflı toplumdan sınıfsız ve sömürüsüz topluma geçişin kuralı devrimdir. Marx, Felsefenin Sefaleti adlı eserinde Proudhon'un evrimci anarşist görüşlerini eleştiren politik devrimleri "sosyal bilimin" son sözü ve temel kuralı olarak belirtir. "Ya mücadele ya ölüm, ya kanlı savaş ya da yok olma." Kural böyledir.
İnsanlar, 21. yüzyılda ister uzaya tatile çıkabilsinler ister yapay zeka robotlardan faydalanabilsinler, devrimin kuralı geçersizleşmez. Uzlaşmaz karakterdeki çelişkiler sadece devrimci zor ile çözülebilir.
Aydınlanmacılar, insanlığın akıl ve bilimle eşitliğe, adalete ve özgürlüğe erişebileceğini savunuyorlardı. "Millet İttifakı"nın Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu bir süredir bu aydınlanmacı masalları anlatıp duruyor. Ezilen ve sömürülenlere adil paylaşım, eşitlik, adalet ve özgürlük vaat ediyor. Bunların tamamını akıl ve bilimin ışığında gerçekleştirecekmiş!
Aydınlanma ideolojisinin taşıyıcı öznesi burjuvazi, akıl ve bilimin yolunda büyük mesafeler katetti ama insanlık ne eşitliğe ne de özgürlüğe kavuştu. Açlık, yoksulluk, sömürü, zulüm ve savaşlar son bulmak bir yana arttı. Çünkü bilim ve akıl, kapitalizmde egemen sınıfların çıkarlarına hizmet ediyor. Burjuvazi "akıllandıkça" sömürü ve kardan feragat etmiyor. Bu zaten kapitalizmin doğasına aykırı olurdu.
Sınıf mücadelesini belirleyen temel faktör üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişkidir. Emekle sermaye arasındaki uzlaşmaz karşıtlıktır. Biyolojik bir kategori olarak insanlık yakında uçan arabalara sahip olsa bile kapitalist üretim ilişkileri sürdüğü müddetçe sömürü son bulmaz. Sömüren ve sömürülen arasındaki antagonist karşıtlık devrimi zorunlu kılar.
İktidara sermayenin hangi fraksiyonu gelirse gelsin, demokrasi kılıklı burjuva cumhuriyetler ne kadar ilerlerse ilerlesin sermayenin hükmü ancak politik devrimle yıkılabilir.
DEVRİMCİLİKTE SÜREKLİLİK
Her siyasal mücadele, karakteri gereği egemen sınıflara karşı bir iktidar mücadelesidir. Siyaset değişik biçimlerde ve çok modern araçlarla sürdürülse dahi, son kertede egemen sınıfların örgütlü gücüne (devlete) karşı, güçle karşı koymaktır.
Politik iktidar mücadelesi, yani devrim, doğaldır ki kendine has bir örgüt, örgütlenme, kadro anlayışı ve devrimci pratik koşullar. Burjuva iktidarı devirip sosyalizmi inşa etme iddiasındaki öznelerin mücadele pratikleri, araçları ve yöntemleriyle hedefleri arasında tutarlılık gerekir. Bir siyasal hareketin kullandığı veya kullanmayı arzuladığı araç ve yöntemler onun devrim iddiasındaki ciddiyetini ve samimiyetini gösterir. Bunu bireylere de indirgeyebiliriz. Bireylerin davalarına inançları, bağlılıkları ve samimiyetleri adanmışlıklarıyla ölçülebilir.
18 Mart tarihli Sol Parti'nin yayın organı BirGün Gazetesinde "Karizma ve Sıkıcılık" başlıklı bir çeviri yazısı yayınlanmıştı. Sol Parti'nin tatlı su 'devrimciliğine' uyan ve yayınlanması tesadüf olmayan bu yazıda Stalin, Mao, Enver Hoca gibi devrimci ve komünist liderler bireyselliği önemsemeyip ideolojik yaşadıkları için "renksiz" ve "sıradan" olmakla itham ediliyorlardı. Yazar, "ideolojisiz", renkli post-modern solculuğa karizma biçiyordu.
Bir kere, ideolojisiz yaşam biçimleri yoktur. Faşizmi, kapitalizmi yıkma eylemini savunan her kimse gündelik hayatını devrimcileştirmek, dolayısıyla ideolojik yaşamak mecburiyetindedir. Devrim davasına iman etmelidir. Devrimci anarşist Naçayev'in tarif ettiği gibi "Devrimci damgalı bir insandır. Kişisel ilgileri, işleri ve duyguları, kişisel ilişkileri yoktur, kendisine ait hiçbir şey, ismi bile yoktur. Ondaki tek şey, her şeyi dışlayan bir amaca, tek bir düşünceye, tek bir tutkuya bağlanmıştır: Devrim."
Lenin, anarşistleri hayatı boyunca marksist eleştiriye tabi tuttu fakat kadro anlayışını onların devrimci mirası üzerine kurdu. Lenin'in hayatı, Naçayev'in çizdiği devrimci tipolojiye bire bir uyuyordu. Menşevik Martov, karşıtı Lenin'i şöyle anlatıyordu: "Gününün yirmi dört saatinde devrime kafa yoran, yalnızca rüyalarında bile devrimi düşünen başka birini tanımıyorum."
'68 gençlik hareketinin ilham kaynağı Che Guevara, Politik Yazıları'nda "Bir parti militanı" diyordu, "somut talimatları kitlelerin bazen belli belirsiz isteklerini ileten yönlendirici, kendini her şeyiyle halka adayan, yorulmak bilmez bir emekçi, dinlenme saatlerini de devrimci çalışmalara ayıran dayanıklı bir işçi, kişisel huzurundan, ailesinden ya da hayatından vazgeçebilen fakat asla insanlarla bağlantının sıcaklığına yabancı olmayan bir devrimci olmalıdır" şeklinde tarif eder.
Spartaküslerden Şeyh Bedrettinlere, Che'lerden İbolara, Denizlerden Mazlumlara, Şengüllerden Zekilere devrimcilikte aynı karakter ve süreklilik söz konusudur. Devrimciliğin temel kıstasları zamana göre değişmez. İnsanlığın 21. yüzyıla girmesi devrim kuralını bozmadığı gibi günümüzde mücadelenin zorlu cephelerinde devrime iman etmiş isimsiz yoldaş, siper yoldaşlarda somutlaşan '71 devrimciliğini de gereksizleştirmiyor. Bilakis faşist baskı ve kapitalist sömürü bugün Mahir, Deniz ve İbo olmayı her zamankinden daha zaruri kılıyor.