2 Nisan 2025 Çarşamba

Ebru Yiğit yazdı | Sokaktaki yeni genç kadın kitlesi ve cinsiyetçi küfür

AKP yirmi küsur yıllık iktidarında sadece kadın kazanımlarını gasp etmedi, aynı zamanda toplumsal çürümeyi ve cinsiyetçi küfürle kadın bedeninin aşağılanmasını da meşrulaştırdı. Çünkü toplumsal yozlaşma ve çürüme, insanların kendi eylemlerinin sonucunun toplumsal etkisini dert etmemesiyle başlar. O yüzden sadece günlerdir sokakta direnen gençler değil, günlük yaşamda da gençlerin her türlü duygu ve düşüncesini ifade etme biçimine dönüşüyor küfür.

19 Mart'ta başlayan eylemlerdeki genç kitle, bir kez daha tüm toplumun dikkatini çekti. 16-24 yaş aralığındaki bu gençler, Gezi isyanında çocuktu. Hepsi böyle bir isyanı ya çevrelerinden dinledi ya da medyada yazılıp çizilenlerden öğrendi. Ama bizzat o isyanın içinde yaşayıp deneyimlemediler sokağın gücünü. Ama dinlemenin, okuyup öğrenmenin izlerini taşıyorlardı. Bu izler; Gezi'ye atıf yapan dövizlerine, eylemlerdeki davranışlarına yansıdı. Gezi'deki genç kitleden hem farklılıkları hem de benzerlikleri olan, ama en nihayetinde kendi yolunu arayan yeni bir kuşak bu.

Ortak özelliklerinden en dikkat çekici yan, dillerindeki cinsiyetçi küfürlerin çokluğu ve yaygınlığıydı. Sadece genç erkekler değil, genç kadınlar bu dili aynı yaygınlıkta kullanıyordu. Ama cinsiyetçi küfürden rahatsız olan çok sayıda genç kadın olduğunu da buraya not düşelim. Birçoğumuz bu dili garipsedik, eleştirdik ya da bunu apolitizmin sonucu olarak değerlendirdik. Cinsiyetçi küfür, kadın bedeninin ve cinselliğinin aşağılanması üzerinden kadın cinsinin nesneleştirilmesi politikasıdır. Erkek egemen sistem yüzyıllardır oluşturduğu cinsiyetçi kültür, eğitim, medya aracılığıyla bu politikayı besliyor. Kimi zaman halkçılık, kimi zaman içinde yaşadığımız toplumun etkisinde kalmak, kimi zaman da aslında niyetin kadın bedenini aşağılamak olmadığı bahaneleriyle cinsiyetçi küfür normalleştiriliyor. Ama hepsi aynı kapıya çıkıyor: Cinsel şiddet küfürle başlıyor.

Gezi isyanında kadın özgürlük mücadelesinin öznelerinin nicelik ve nitelik olarak ağırlıkta olması, "Küfürle değil inatla diren" sloganının nasıl olacağına dair forum, atölye ve pratik eylem biçimlerinin tartışılması elbette kitlenin bilincinde değişiklik yarattı. Cinsiyetçi küfürler içeren yazılamaların değiştirilmesi, küfürsüz direniş sloganlarının nasıl üretileceğinin tartışılması, hakaret ile cinsiyetçi küfür arasındaki farkı anlatan tartışmaların yapılması gibi birçok biçim bulunmuştu. İlk günlerin argo ve cinsiyetçi küfür dolu dili, zamanla direnişin yaratıcılığına uygun bir dile dönüştü. Kitle hem kendi eyleminden hem de kadın özgürlük mücadelesinin birikiminden etkilenerek değişip dönüştü.

Cinsiyetçi küfrün bizzat devlet ağzından meşrulaştırıldığı bir düzende büyüyen bu genç kuşak, 2016 yılında dönemin Başbakanı Erdoğan'ın, hükümetin tarım politikasını eleştiren bir çiftçiye "Ananı da al git" dediği, "Bu milletin a... koyacağız" diyen Cengiz Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz'in bakanlarla resmi açılış yaptığı, AKP'li kadın vekilin meclis kürsüsünden bir başka parti grubuna "O... çocukları" dediği bir düzende büyüdü. AKP yirmi küsur yıllık iktidarında sadece kadın kazanımlarını gasp etmedi, aynı zamanda toplumsal çürümeyi ve cinsiyetçi küfürle kadın bedeninin aşağılanmasını da meşrulaştırdı. Çünkü toplumsal yozlaşma ve çürüme, insanların kendi eylemlerinin sonucunun toplumsal etkisini dert etmemesiyle başlar. O yüzden sadece günlerdir sokakta direnen gençler değil, günlük yaşamda da gençlerin her türlü duygu ve düşüncesini ifade etme biçimine dönüşüyor küfür.

Bu yeni genç kitle arasında genç kadınlar; kadın cinayetlerine karşı da sokağa çıkıyor, AKP'nin "makbul kadınlık" politikasına da sığmıyor, erkek egemen sisteme de öfkeli, cinsiyetçi rol dağılımını da kabul etmiyor; ama tüm bunların sonucunda erkeğe öykünen, öfkesini, tepkisini kadın cinselliğini aşağılayan cinsiyetçi küfürle ifade ediyor. Çünkü bu gençlik apolitik değil depolitik. Yani siyaseti biliyor, ezen ezilen çelişkisine hakim, ama yine de şu veya bu sebepten politikadan uzak duruyor değil. Depolitik, yani öfke duyduklarının sebep ve sonuçlarını açıklayabileceği politik birikimden, ilgiden yoksun. Böyle olunca da öfkesi, tepkisi bir yol bulmakta zorlanıyor ve belli bir hedefe odaklanmıyor. Bunun değişik nedenleri olsa da cinsiyetçi küfür bağlamında söyleyecek olursak, kadın özgürlük mücadelesinin son yıllarda genç kadınlarla buluşma biçiminin takvimsel günlerle veya AKP'nin kadın düşmanı yasalarına karşı eylem alanında temasla sınırlanması. Yani genç kadın kitlelerin içinde sistematik, ısrarlı bir çalışma biçimiyle politik bilinç oluşturacak politika yapış biçiminden uzaklaşması. Teorik ve politik yüzeyselliğin gençlik içinde yeterli görünmesi, sosyalist ve feminist kadın hareketinin ajitasyon, propaganda alanında yaşadığı daralma ve hegemonya mücadelesindeki zayıflığı temel nedenler olarak sıralanabilir.

Bu ve daha fazla nedenin ortaya çıkardığı tablo, cinsel şiddete karşı çıkan, özgürlük talebini yükselten ama bunu yaparken cinsel şiddetin meşrulaştığı cinsiyetçi küfrü diline dolayan, kadın katliamlarına karşı sokağa çıkan, AKP'nin kadın düşmanı politikalarına isyan eden ama "Jin jiyan azadî" sloganı atan kadınlara tepki gösteren, kadın hareketinin ulusal, sınıfsal, cinsel şiddet arasında kurduğu teorik ve politik hattı görmeyen bir depolitik genç kadın öfkesi oluyor.

Peki bu tabloyu ne yapmalı, nasıl yapmalı da değiştirmeliyiz. Öncelikle bu durumun sorumluluğunu üstümüze almalı, sonra da günah çıkarmadan pratik eleştiri ve özeleştiriyle ısrarla genç kadın kitlesiyle buluşmanın yeni araç ve biçimlerini bulmalıyız. Sistematik çalışmanın önemini hiç unutmadan bazı ezberlerimize yeniden eleştirel yaklaşmalıyız. Örneğin politik ajitasyon ve propagandamızın temeline AKP'nin kadın düşmanlığı kadar, AKP'nin temsilcisi olduğu erkek egemen kapitalist sistemin cins politikasını da koymalıyız. Kadın sömürüsünün, kadın cinayetlerinin güncel sorunlarını yazıp, çizip, anlatırken bunun bir sistem sorunu olduğunu ısrarla propaganda etmeliyiz. Kadın hareketinin özneleri olarak birçok konuda, "yazdık, çizdik, anlattık" tekrar duygusundan çıkıp yıllarca mücadele yürüten bizler değişmesek bile hedef kitlemizin değiştiği gerçeğini kabul etmeliyiz. Sorun tespit etme, durumu ortaya koyma, çözüm yolu gösterme ve harekete geçirme gibi kitle çalışmasının temelini oluşturan basamaklarda daha diyalektik ve siyasal formülasyonlar üretmeliyiz. Kadın kitlelerinin, özellikle de genç kadınların öfkeli ve isyan halinde olma gerçeğiyle yetinmemeli ve bu öfkenin nereye akmak üzere olduğuyla da ilgilenmeliyiz.

Yeni olandan öğrenmek, onunla birlikte değişip dönüşmek kadar onu değiştirip dönüştürmek de önemli. Genç kadınların dinamizmi ve enerjisiyle etkileşime girmek, yaratıcı slogan ve eylem biçimlerinden öğrenmek, güncel taleplerini içermek elbette önemli bir yerde durmalı. Ama genç kadın kitlesine politik bilinç kazandırmak, diyalektik yöntemle tanıştırmak, kadın ezilmişlik tarihini duygusal değil tarihsel okumayla propaganda etmek de bir o kadar önemli. Cinsel şiddeti, sadece failden tarif etmenin bireyselleştirmeye yol açma riskini görüp, bireysel suçlar ve pratikler için açığa çıkan öfkesini, erkek egemen sisteme yöneltmek için diğer toplumsal gündemlerle de bağını kuracağı politikalar geliştirmeliyiz. En önemlisi de popülist yaklaşımlarla bazen anda çok da önemli görünmeyen, ama bir eğilimi yansıtan, bilinç değişikliğini bulanıklaştıran argüman ve biçimlerle mücadele etme konusunda cesur olmalıyız. Örneğin seks işçilerinin haklarını savunurken, seks işçiliğini, "Kadının yoksa parası a... kumbarası" gibi, bir durumu yine kadın bedeni ve cinselliği üzerinden tanımlamanın uzun vadede, niyetimizden bağımsız toplumsal bilinç değişikliğinde yol açacağı sonuçları gözetmek ve bu sorumlulukla hareket etmek gerekiyor. Elbette cinselliğe tabu olarak yaklaşmayalım, geleneksel ikiyüzlü ahlakçılığın arkasına sığınmayalım, ama özgürlük adına da kadın bedenini ve cinselliğini kendi elimizle argolaştırmayalım. Çünkü bir slogan, bir döviz, bir davranış kamusal alana çıktığı andan itibaren artık kişinin, kişilerin değildir, toplumsaldır.

Devrimci erkekler ise cinsiyetçi küfürle mücadele etmeyi elbette, sadece kadınların görevi olarak görmemeli. Taşıdığı politik sorumluluğun bilinciyle önce kendisi cinsiyetçi, argo, küfürlü dilini değiştirmeli. Daha sonra da cinsiyetçi küfürle mücadeleyi politik mücadelenin odağına koymalıdır. Çünkü defalarca söylediğimiz gibi kadın özgürlük mücadelesi kesimsel bir alan değildir. Taşıdığı potansiyel, dinamizm ve toplumun yarısını oluşturan kadınların gücünü temsil etmesi bakımından, erkek egemen kapitalist sistemin mezar kazıcılarının yarısını oluşturuyor. Ve işçi sınıfı yüzde elliyle değil yüzde yüz gücüyle bu sistemi yıkabilir ve bunun için de diğer yüzde elliyle kader birliği yapmaktan başka çaresi yoktur.