19 Aralık 2025 Cuma

Bitmeyen zindan katlamaları teslim alınamayan devrimci irade

19 Aralık’ı 25 yıl sonra anmak, bu sürekliliği görmekle anlam kazanır. O gün F tipleriyle başlatılan saldırı, bugün kuyu tipi hücrelerle daha rafine, daha "hukuki" ve daha görünmez hale getirilmiş durumda. Ama amaç değişmedi. Teslim alma siyaseti, biçim değiştirerek yoluna devam ediyor. Buna karşı hafıza, en güçlü direnç alanlarından biri olmaya devam ediyor.

19 Aralık, Türkiye ve Kürdistan topraklarında devletin hapishaneleri bir yönetim aracına dönüştürdüğü, çıplak zorun kural haline geldiği bir dönüm noktasıdır. Aradan geçen 25 yıla rağmen bu tarih yalnızca geçmişe ait değildir; bugün yaşananların başlangıç çizgisi olarak hâlâ karşımızda durur. 2000 yılında "hayata dönüş" adı altında yürütülen saldırılar, devrimci tutsakları teslim almak, zindanları mutlak denetim alanlarına çevirmek amacıyla planlandı. Yirmi Hapishaneye aynı anda saldırıldı, 28 tutsak öldürüldü, yüzlercesi yaralandı. Devlet, kendi şiddetini yine kendi diliyle örtmeye çalıştı; katliamı bir kurtarma operasyonu gibi sundu.

O gün açılan yol, bugün daha derin ve daha sessiz biçimlerde sürdürülüyor. F tipi hapishanelerle başlayan tecrit sistemi, zaman içinde S tipi, Y tipi ve Yüksek Güvenlikli Hapishanelerle yani kuyu tipi hapishanelerle yeni bir aşamaya taşındı. Bugün "kuyu tipi" olarak adlandırılan bu yapılar, tecridin artık bir ceza yöntemi değil, başlı başına bir kırma ve çözme tekniği haline geldiğini gösteriyor. Bu hücreler, yalnızca kapatmak için değil; duyuları köreltmek, zamanı dağıtmak, insanın kendisiyle bağını koparmak için tasarlanmış durumda.

Kuyu tipi hapishanelerde mahpuslar günde 22-23 saat tek başına tutuluyor. Penceresiz ya da neredeyse ışık almayan hücrelerde, gökyüzüyle bağ tamamen kesiliyor. Havalandırma denilen alanlar yüksek duvarlarla çevrili, dar ve göğe kapalı. İnsan sesi yok, ortak alan yok, birlikte üretme ya da konuşma imkânı yok. Bu sistem, bedeni değil doğrudan zihni hedef alıyor. Tecrit burada geçici bir uygulama değil, süreklileştirilmiş bir yaşam biçimi olarak dayatılıyor.

İnsan hakları kurumlarının son yıllarda yayımladığı raporlar, bu hapishanelerde psikolojik çöküşün, ağır ruhsal travmaların, intihar girişimlerinin ve şüpheli ölümlerin arttığını ortaya koyuyor. Ağır hasta mahpuslar tahliye edilmiyor, tedaviye erişim keyfi biçimde engelleniyor. Disiplin cezaları, iletişim yasakları ve infaz yakmalar, itiraz eden herkes için bir tehdit aracı olarak kullanılıyor. Hukuk, bu kuyularda askıya alınmış durumda; idare ve güvenlik birimleri mutlak yetkiyle hareket ediyor.

Bu tablo, tesadüfi ya da geçici değil. 19 Aralık’ta hedeflenen şey neyse, bugün kuyu tipi hapishanelerle sürdürülen de odur: direnç noktalarını dağıtmak, kolektif kimliği çözmek, siyaseti yalnızlaştırmak. Özellikle politik tutsaklar için bu sistem, bir cezanın ötesinde, kimliksizleştirme ve irade kırma politikasına dönüşmüş durumda. Tecrit, artık istisna değil; sistemin kendisi haline gelmiş bulunuyor.

Kürdistan söz konusu olduğunda, zindan politikalarının her zaman özel bir anlamı oldu. Hapishaneler bu coğrafyada yalnızca kapatma mekânları değil, doğrudan mücadelenin sürdüğü alanlar olarak yaşandı. Diyarbakır Zindanı’ ndan F tiplerine, oradan bugünün kuyu tipi hücrelerine uzanan çizgi, devletin Kürt halkının siyasal iradesini bastırma ısrarını gösteriyor. Ancak aynı çizgi, direnişin de sürekliliğini ortaya koyuyor. Zindanlar ne kadar izole edilirse edilsin, dışarıyla kurulan bağlar tümüyle koparılamadı.

Bugün kuyu tipi hapishaneler etrafında yükselen itirazlar, yalnızca hapishane koşullarına dair değildir. Bu itirazlar, insan olmanın asgari koşullarının savunusudur. Tek başına bırakılmaya, sessizliğe mahkûm edilmeye, görünmez kılınmaya karşı bir ses çıkarma çabasıdır. Bu nedenle kuyu tipi hapishaneler tartışması, yalnızca mahpusların meselesi değil; toplumun tamamını ilgilendiren siyasal bir sorundur.

19 Aralık’ı 25 yıl sonra anmak, bu sürekliliği görmekle anlam kazanır. O gün F tipleriyle başlatılan saldırı, bugün kuyu tipi hücrelerle daha rafine, daha "hukuki" ve daha görünmez hale getirilmiş durumda. Ama amaç değişmedi. Teslim alma siyaseti, biçim değiştirerek yoluna devam ediyor. Buna karşı hafıza, en güçlü direnç alanlarından biri olmaya devam ediyor.

Çünkü hafıza, yalnızca geçmişi hatırlamak değildir; bugünü doğru yerden okumaktır. 19 Aralık’tan bugüne uzanan hatta bakıldığında, zindanların susturamadığı bir gerçek açıkça görülür: tecrit derinleştikçe, itiraz başka biçimlerde yolunu bulur. En kalın duvarlar bile, insan iradesini bütünüyle hapsedemez.

*Bedirxan Amanos'un kaleme aldığı yazı Kurdistana Azad internet sitesinden alınmıştır.