GÜNCEL
Bir annenin göğsünde dinlenmek...
Biz, serpilip yayılışlarını yaşamadığımız yoldaşlarımızın aileleri, en çok da anneleriyle arkadaş olduk. Üstü kalan ömrü, yoldaşlığı böyle tamamladık. Şennur Anne bu kenetlenmeyi ören en kararlı, en neşeli iradeydi, güçtü. Acımız onda dinlenir, neşemiz onun esprili laflarıyla geçerdi.
20 Temmuz'da Suruç'tan gelen haber ve ardı arkası kesilmeyen "bilgiler". 1, 3, 10, 20.... 33! Acımızı tek tek arkadaşlarımızın yüzlerinde, hatıralarında, özlemimizde değil, bir rakamda yaşadığımız günler. O 'rakam' kalbimizin mağmasıdır, ölümden ve yaşamdan olma kalbimizin.
Dünyanın on saniyede durmasını ve hayatın seçme şansı vermesini istediğim andı. Olsaydı; ömrümü ömürlerinin üstüne koymayı isteyeceğim zamandı! Ama kuşun derdi mavilik. Durmadılar kanatlandılar. Anılarıyla zengin, düşleri ve cüretleriyle güçlü güçlü bir hafıza bıraktılar bize. Kimilerini ise hiç tanıyamadım, yoklukları kaldı bir yanımın bozkırında.
Büromuzun bu katliamın araştırılması ve faillerin açığa çıkarılması için yaptığı adalet çağrısına yanıt veren hukuk örgütleri ve avukatlar "Suruç için Adalet Platformu"nu kurdu. 15 Ağustos günüydü. Taksim'de bir salonu tıka basa dolduran savunmanlara karşı konuşacak, sonra da metnimizi okuyacaktım. Salondaki herkes bir 'katlanma ustalığı' görmek istiyordu. Ona yaslanmak ve kolları sıvamak. Vedalaşmaya dönen her sözcük, zorla, ağrıyla çıktı ağzımızdan.
Bu kitlenmeyi şöyle yumuşak, incelikli bir edayla dağıtmıştı Şennur Anne. Ayağa kalktı, salondaki yüzlere bakıp derin bir nefes aldı... "Hepiniz Polen kokuyorsunuz" dedi.
Kısa cümleler kuruyordu. Polen'i anlatıyor; savaşla yaralanmış bir kente, o kentin çocuklarına koşuşundaki haklılığından bahsediyordu. Öylesine dosttuki salonla, acısından bahsediyordu, sonra yine herkesin yüzüne bakıp gülümsüyor, "size güveniyorum" diyordu.
O güven ve katlanma gücüyle çıktık o gün salondan. Kendisine gelen herkesi kokladı, öptü Şennur Anne.
20 Ağustos'tu... Katliamın birinci ayında düş yolcularımızın yola çıktıkları yerde, Kadıköy Belediyesi'nin önündeki alanda anma için toplandık. Açıklama yapıldı, oturma eylemi de bitti. Bir süre oturduğum yerden ayrılamadım. 19 Temmuz günü oradaydık işte. Ayak izleri var, etrafta gülüşleri var. Nartan'ı görmüştüm, Cemil Abiye sataşmış, en son Ezgi ile göz göze gelmiştim. Tek tek canlandı. Sanki hepimiz o güne uyanmak ister gibi çakılı kaldık orada. Ve Şennur Anne... "Hadi bakalım, gidiyoruz" dedi. "Nereye" dedik, "Çay içip sohbet edeceğiz" dedi.
Oradan beni kaldıran Şennur Anneydi. "Koluma gir, beni taşı" dedi. Girdim. "Orada, o anda kalamam, Polen'de kalamam... Doğukan var, Belinda var... Hayat var. Yaşanacak" dedi. Ben o gün Şennur Anneyle, sonra da diğer annelerle ağladım, güldüm. O gün anladım Polen kokusunu...
Şennur Anne ile sonradan Suruç Aileleri İnsiyatifi'nin toplantıları, buluşmalarında; katliam davası için Urfa yolculuklarımızda hep birlikteydik. Acımız hep yerli yerinde dururdu, ama dokunurduk, paylaşırdık. Arkadaşımdı. Ben O'nun Polen kokusuydum.
Biz, serpilip yayılışlarını yaşamadığımız yoldaşlarımızın aileleri, en çok da anneleriyle arkadaş olduk. Üstü kalan ömrü, yoldaşlığı böyle tamamladık. Şennur Anne bu kenetlenmeyi ören en kararlı, en neşeli iradeydi, güçtü. Acımız onda dinlenir, neşemiz onun esprili laflarıyla geçerdi.
Şimdi anne, arkadaş, yoldaş yüreğiyle Polen'le birlikte uyuyor. Bunca zaman Şennur Anne'nin göğsünde dinlenmişliğim; O'nu sonsuza götüren kahrın öfkesiyle kavruluyor.
Diyorum ki; şimdi Şennur Anne gibi katlanmak, ayakta durmak, kararlı olmak ve neşeyi- inceliği elden bırakmamak gerekir. Çünkü Şennur Anne etrafta Polen kokusu ister!