30 Ekim 2024 Çarşamba

Aynur Ege Dîcle yazdı | Kalın ve Fidan'ın Ortadoğu turlarının perde arkasına dair notlar

İbrahim Kalın ve Barzani arasındaki son görüşmeye ilişkin kamuoyuna yansıyanlara baktığımızda temel gündemlerden birinin Kerkük'teki seçimler sonrası yönetimde kimlerin yer alacağının belirlenmesi olduğu açığa çıktı. Kalın'ın ziyaret amaçlarından biri de Kürt karşıtı ittifakı genişletmek. İran, Irak ile ilişkiler yanı sıra YNK üzerinde geliştirdiği kuşatma politikası bu arayışlarının sonuçları.

MİT Müsteşarı İbrahim Kalın, 22 Ocak'ta Bağdat'a bir ziyaret gerçekleştirip Irak Cumhurbaşkanı da dahil birçok devlet yetkilisiyle görüştü. Bağdat ziyareti ardından ise 28 Ocak'ta Hewlêr'de KDP Başkanı Mesud Barzani ve ardından Türkmen Cephesi ile de görüşmeler yaptığı kamuoyuna yansıdı. Görüşmelerin bölge halkları ve Kürt halkı bakımından hayırlı sonuçları olmayacağını tahmin etmek zor değil. Zira sömürgeci Türk devletinin bürokratlarının her Güney Kürdistan ziyareti sonrası, Kürtlere dönük tasfiye planı kapsamında yeniden suikastlar, gerillayı yok etme hamleleri, Kürt halkına dönük saldırı ve elbet işgal planları açığa çıkıyor.

DİPLOMASİ TRAFİĞİ VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN HEVESLERİ
İbrahim Kalın'ın diplomatik ziyaret zincirini değerlendirmeden önce, yakın zamanı hatırlamakta fayda var. Geçtiğimiz yıl Hakan Fidan, Dışişleri Bakanı olmasıyla birlikte ilk ziyaretlerinden birini Irak ve Güney Kürdistan'a gerçekleştirmişti. Türk devleti bölgeye bürokratlar göndermiş ve ardından Türk burjuva sermaye örgütleriyle birlikte Bağdat'a adeta çıkarma yapmıştı.

Fidan ve beraberindeki heyetin, Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşit, Savunma Bakanı Muhammed Said Rıza Al Abbasi, Sünni Arap cephesinden Parlamento Başbakanı Muhammed Halbusi, Azim Koalisyonu adına Hamis Hançer, Şii cepheden Kanun Devleti Koalisyonu Irak eski başbakanlarından Nuri El Maliki, Bedir örgütü lideri Hadi el Amiri, Ulusal Hikmet Akımı lideri Ammar El Hekim, Haşdi Şabi Heyeti Başkanı Falih Feyyad ile görüştüğü kamuoyuna yansımıştı.

Güney Kürdistan'da ise KDP Başkanı Mesud Barzani, YNK'den ise Kubat Talabanî ile görüşmeler yapılmıştı. Fidan'ın bu ziyaretleri ardından karşılıklı olarak diplomasi atakları sürmüş Ticaret Bakanı Ömer Bolat ve Cumhurbaşkanlığı Irak Özel Temsilcisi Veysel Eroğlu Irak'a gitmişlerdi.

Ticaret Bakanının Irak ziyaretine burjuva sermaye çevrelerinden 50 kişilik bir heyet eşlik etmiş, 'Kalkınma Yolu' adını verdikleri 'Irak'tan Türkiye'ye Türkiye'den ise Avrupa'ya demir yolları, kara yolları, sanayi bölgeleri, yeni şehirler inşa edilmesi' gündemleri oluşmuştu. Irak tarafında ise, Musul, Kerkük, Selahattin, Diyala gibi kentlerde Türkiye'den giden sermayedarlara yeni yatırım alanları açılması konuları ele alınmıştı. Mevcut durumda Türkiye-Irak ticaret hacmi 30 milyar dolarken, artırılmasını arzuladıklarını eklemek gerekir.

Bu diplomasi hamlelerinin faşist şef Erdoğan'ın siyasi dengeleri değişen Ortadoğu'da etkin olma çabası olarak görmek mümkün. Diğer yandan Türk burjuva sermayesinin iştahını kabartan Ortadoğu pazarında daha fazla pay elde etmek isteğidir.

Türk burjuvazisi, 'Kalkınma Yolu' projesi üzerinden enerji başta olmak üzere Türkiye üzerinden Avrupa'ya ticaret yolunu kolaylaştırmak istiyor. Bu proje İran'a karşı yapılmış bir hamle anlamı da taşıyor. Zira 'Kalkınma Yolu' bir taraftan Türkmenistan-Azerbaycan gazının Zengezor koridoru ve Ermenistan üzerinden Türkiye'ye; Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınması, diğer yandan da Basra Körfezinden Türkiye'ye, Türkiye'den Avrupa'ya transit bir yol ve enerji hattı oluşturulmasını kapsıyor. Bu da sonuç olarak İran üzerinden yapılan transit geçişlerin durması, transit geçişlerden ve enerji yolundan İran'ın elde ettiği kazancın yok olması anlamına geliyor.

Türkiye'nin merkez rolü oynamasını sağlayacak kalkınma yolu karşısında İran'ın önerisi ise Zengezor koridorunun Zengezor yerine Azerbaycan'dan İran'a, İran'dan Nahçıvan'a oradan da Türkiye'ye getirilmesi şeklinde. Türk burjuva devletinin bu öneriyi reddettiği görülüyor. Zira bu onları İran'a bağımlı pozisyona getirecektir. Bu nedenle İran ve Türkiye ilişkilerinde gerilim noktalarının oluşması muhtemeldir.

Bir dipnot olarak hatırlatalım: Geçtiğimiz yıl Bağdat'ın Uluslararası Tahkim Mahkemesinde Türkiye aleyhine açtığı dava sonucunda, Türkiye'nin Güney Kürdistan'dan aldığı ham petrolü Kerkük-Ceyhan Petrol Boru Hattı üzerinden ithal edilmesinin Irak-Türkiye arasındaki anlaşmaya uygun değil diye durdurulmuştu. Fidan'ın Irak ve Güney Kürdistan ziyaretlerinde ele alınan konulardan biride buydu. Bu sorun her iki taraf açısından da henüz çözüme kavuşmuş değil.

Tüm bu görüşmelerdeki bir diğer konuda su sorunu. Su krizi bölgesel bir sorun oluşturuyor. Dîcle ve Firat nehirlerini Türk devleti bölge devletlerine karşı siyasi koz olarak kullanıyor.

KERKÜK PLANLARI
Fidan'ın Türkmen cephesiyle yaptığı görüşmelerde Kerkük'te aralık ayında yapılan valilik seçimleri temel gündemlerden biriydi. Keza Kerkük seçimlerinin Türkmenler lehine sonuçlanmasını istiyordu. Bu durumu, Türk devletinin Türkmen cephesi üzerinden Kerkük'te etkin olma arayışları olarak yorumlayabiliriz. Fidan'ın gerçekleştirdiği görüşmelerde Türkmen cephesinin askeri olarak güçlendirilip, bölgesel savunma gücü haline gelmesi de gündeme gelen konulardan biriydi. Askeri olarak güçlenmesi Irak siyasetinde de etkin olmaları anlamına gelecektir. Bu nedenle sömürgeci Türk devletinin Türkmen parti ve örgütlerini askeri ve ekonomik olarak desteklenmesine ilişkin bazı kararlar alındığı biliniyor. Ortadoğu siyasetinde etkin olmak için askeri gücün belirleyici olduğunun altını çizmek gerekir.

Türk burjuva devletinin Kerkük üzerindeki hedefleri tarihsel arka plana dayanıyor. Kürdistan Lozan'la dört parçaya bölünüp sömürgeleştirilince Kerkük ve Musul, Irak toprak sınırları içinde bırakılmıştı. Faşist şefin Kerkük üzerindeki planı da esasta Kürdistan'a ait bu topraklarda hak iddia etme hadsizliğinden beslenmektedir. Öyle ki faşist şeflik rejiminin ortağı MHP, Musul 81 Kerkük 82 vilayet olacak naralarıyla bunu açık etmektedir. Bu planlara bağlı olarak, 2017 yılından itibaren KDP'nin de desteğiyle Türkmenler içinde milliyetçi, ırkçı örgütlenmelere gitmiş, ajan örgütlenmeleriyle MİT ağını oluşturmuştur. Oluşturduğu örgütlere, askeri eğitim olanakları, lojistik vb. desteği sunmuştur. Türkmen Asayiş Gücünü örgütleyerek Musul-Kerkük, Hewler-Kerkük ve Süleymaniye-Kerkük arasında hakimiyet sağlayabilmek için stratejik yerlerde 'asayiş' konuşlandırmıştır. 'Asayiş' örgütlenmesi esasta MİT'e istihbarat sağlama rolünü oynuyor. Böylelikle gerektiğinde Kerkük'te siyasi kaos ortamı yaratma da dahil olmak üzere iç siyasetine müdahalenin araçlarını kurmuş oldu. 2017'den itibaren Kerkük'te yaşanan askeri saldırılarda Türk devletinin dolaylı ya da dolaysız eli vardır. Siyasi suikastlarla, seçimlere müdahale de dahil çok sayıda yöntemle Kerkük üzerindeki kirli oyunlarını yürürlüğe koydu. Daha birkaç hafta önce, Hakan Fidan, "Kerkük'te PKK varlığı artıyor" diyerek PKK'yi hedef göstermiş, Irak hükümetinden sorumluluk üstlenmesini istemişti. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra 18 Ocak'ta Firyal Süleyman Halid (Zelal Zagros) Kerkük'te MİT tarafından gerçekleştirilen suikastla katledildi.

KALIN-BARZANİ GÖRÜŞMESİ VE KERKÜK'E YANSIMALARI
İbrahim Kalın ve Barzani arasındaki son görüşmeye ilişkin kamuoyuna yansıyanlara baktığımızda temel gündemlerden birinin Kerkük'teki seçimler sonrası yönetimde kimlerin yer alacağının belirlenmesi olduğu açığa çıktı. Kerkük'te geçtiğimiz haftalarda bir seçim yapılmış ve seçim sonuçlarında YNK 5, KDP 2, Türkmen Cephesi 2, Arap Koalisyonu 3, Arap Kaide 2 ve Arap İttifakı 1, Hristiyan çevresi de 1 sandalye kazanmıştı. Faşist Türk devleti, KDP işbirliği ve milliyetçi Türkmenler eliyle geliştirdiği tüm müdahalelere rağmen Kerkük'te istediği sonucu alamamıştı. Öte yandan Kürt partileri de çoğunluğu sağlayamadığı için KDP ve YNK'nin Kerkük vilayet yönetimi için ittifak yapmaları zorunluluktu. Kalın-Barzani görüşmesinin tam da Kerkük'ün yeni idari yapısının belirlenmesi amacıyla KDP-YNK arasında öngörüşmelerin yapılacağı günlere denk gelmesi tesadüf değildir.

Bu görüşmede Barzani'nin "YNK ile ittifak yapmayacakları" güvencesi verdiği gündeme düştü. Ve ardından KDP-YNK arasındaki görüşmeler durduruldu, Kerkük Valiliğini vekaleten yürüten Rakan Cîburi, yeni seçilenlerle yapılacak toplantının ertelendiğini duyurdu.

Aynı günlerde, Kalın'ın Hewlêr'de Türkmen Cephesi ile görüştüğü Kerkük yönetiminin YNK ile değil KDP ile ortak hareket etmeleri konusunda talimat verdiği de belirtiliyor. Tüm bu görüşmelerin ardından Kerkük Valiliğinin Sünni Araplara, meclis başkanlığının Türkmenlere ve kaymakamlığın KDP'ye verilmesi konusunda uzlaşma sağlandığı belirtiliyor.

Unutulmaması gereken bir diğer aktörde İran etkisindeki Şiiler. Faşist şeflik rejiminin Sünni Araplar, KDP ve Türkmen cephesiyle uygulamak istediği bu planın karşısında İran'ın sessiz kalması beklenemez. Zira İran'ın Irak ve Kerkük planıyla Türk burjuva devletinin planları çarpışıyor. Faşist İran rejiminin Irak iç politik arenasında temas halinde olduğu güçler ve yürüttüğü planlar, Türk burjuva devletinin ilişki halinde olduğu KDP-Türkmen cephesi, Sünni blokun bir kısmı Kerkük'te de onları karşı karşıya getirmektedir. Kürt halkının ulusal özgürlük talepleri karşısında aynı saflarda yer alan bu iki güç ekonomik, ticari alanlarda belli ölçülerde ilişkilerini sürdürseler de bölge siyaseti söz konusu olduğunda çelişkiler derinleşebiliyor. Şimdi dolayısıyla Şii cepheden İran'ın karşı hamlelerini beklemek gerekir.

Kerkük Valisinin atanmasında Türk burjuva devleti ve KDP istediği gerçekleşmemiş olsa da seçimler sonrası -Irak'ta olduğu gibi- siyasi kaos yaratarak seçimleri etkisiz kılmak istiyorlar. Ve bu toplantının engellenmesi esasen siyasi kaos ortamı yaratmaya dönük ilk hamleler. Faşist şeflik rejimi taşları yeniden karmak, Sünni cephesi+Türkmen cephesi+KDP ile Kerkük yönetiminde söz sahibi olmak istiyor. Önümüzdeki günler yeni gelişmeler ortaya çıkaracaktır.

Kalın'ın ziyaretinin amaçlarından birinin Kürt karşıtı ittifakı genişletme olduğunu söyleyebiliriz. İran, Irak ile ilişkiler yanı sıra YNK üzerinde geliştirdiği kuşatma politikası bu arayışlarının sonuçları olarak da görmek gerekiyor. Sömürgeci Türk burjuva devleti Güney Kürdistan'da gerillaya dönük savaşta tıkanmış durumda. Gerillanın başarılı askeri eylemleri karşısında büyük kayıplar veriyor. Tasfiye saldırısı karşısında Kürt özgürlük hareketi mevzilerini korumak için direniyor ve savaşıyor.

KDP'nin Kürt ulusal mücadelesi söz konusu olduğunda ilerici herhangi bir rolü kalmamıştır. KDP bugün Kürt burjuvazisini temsil ediyor. Sömürgeci Türk burjuva devletiyle yan yana gelişi sınıfsal çıkarlar temelindedir. Kürt ulusal özgürlük hareketi, PKK karşısında Zerewanî, Gulan güçleri, Rojava peşmergeleri adlı oluşumlar üzerinden gerillanın tasfiyesi ortak zemininde de birleşmişlerdir. Kalın ve Barzani görüşmesi sonrası KDP'ye bağlı Zerewanî güçlerinin (özel savaş birlikleri), "PKK güçlerinin görüldüğü yerde hedef alınması" talimatının yer aldığı bir belgesi deşifre oldu. KDP bunu reddetse bile birkaç gün sonra bir grup gerilla KDP tarafından pusuya düşürüldü ve yaşanan çatışmada iki gerilla yaralandı. Çatışmalar sürerken Türk savaş uçakları da gerillayı hedef aldı. Bu da KDP sömürgeci Türk devletinin ortaklığının bir başka boyutu olarak kayıtlara düştü.

Faşist Türk devleti, YNK'yi de PKK'nin tasfiye planına dahil etmek istiyor. Geçtiğimiz yıl, YNK'nin denetimindeki Süleymaniye havaalanında QSD Genel Komutanı Mazlum Abdî ve beraberindekilere dönük bir SİHA saldırı düzenlemişti. Bu saldırı QSD'yi hedeflese de YNK'ye bir gözdağı, ayar çekme amacı da taşıyordu.

KDP'de sadece Türkiye'nin elinde bir oyun kartı pozisyonunda değil, onunda sınıfsal çıkarları var kuşkusuz. Mevcut haliyle KDP, Kerkük seçim sonuçlarına bakıldığında YNK'siz bir oyun kurabilecek pozisyonda değil. Türk devletiyle ilişkileri nedeniyle YNK ile yol yürümesi de güç görünüyor. Siyasi kaos durumuyla süreci idare etmeyi bir süreliğine tercih etmek isteyebilir. Buna zorunluluk da denebilir. Yeni adımlarda beklemek gerekir. Kerkük Kürtler bakımından hassas noktalardan biridir. Önümüzdeki günlerde Güney Kürdistan parlamento seçimleri yapılacak. KDP, Kerkük'te YNK ile ittifakı reddettiği koşullarda Güney Kürdistan halkına bir açıklama yapmak zorunda kalacaktır. Bu nedenle Kerkük'te seçim sonrası oluşan kaos ortamı KDP'nin işine gelecektir.

Son söz olarak KDP yönetimi Kürt yoksullarını, emekçilerini değil, burjuva sınıfını temsil ediyor. Politik olarak Kürtlerin ulusal özgürlük mücadelesinden yana değil sömürgeci Türk devleti ile kader ortaklığı yapmıştır. Kürt halkının katilleriyle, sömürgeci Türk devletiyle kurulan her ittifak atılan her adımın bedelini Kürt halkı misliyle ödemiştir.