23 Kasım 2024 Cumartesi

Atılım gazetesinin başyazısı: Koronavirüs politik bir sorundur

Emperyalist burjuvazinin iki aylık uygulamalarını bir kenara bırakıp yalnızca şu son iki hafta içinde Türk burjuva devletinin ve saray rejiminin sorunu ele alış biçimi ve uygulamalarına bakarsak bile sorunun gerçek karakteri anlaşılmış olur. Patronlara 100 milyar liralık koruma paketleri verilir, borç ertelemeleri ile çıkarları güvencelenirken emekçilere dua ve kolonya telkini… Herkese "Evde kal" çözümü sunulurken ücretli izin hakkını hiçe sayarak milyonlarca işçiyi fabrikalara, atölyelere, şantiyelere doldurmaya devam etme… Sorunu halk sağlığı bağlamında sınıfsal temele oturtmak, çözüm önerilerini de buradan yapmak… Bütün mesele budur. 

Yazının başlığı, okura ilk anda meselenin tıbbi-bilimsel boyutunun gözardı edildiği, belki de küçümsendiği fikrini verebilir. Hatta yer yer kolaylıkla telaffuz edilen "indirgemeci solcu yaklaşımı" olarak da addedilebilir. Ne de olsa adeta tüm insanlık virüse karşı yekvücut olmuş yaşam mücadelesi veriyor! Salgının etki gücü dikkate alındığında bu durum, bir yandan nesnel olarak da kabul edilebilir ve hatta bu nesnellik içinde anlaşılır dahi görülebilir. Virüs/hastalık, görünürde herkesi ve her şeyi eşitlemekte. Sağcısı solcusu, yazarı çizeri, zengini yoksuluyla hemen herkesin "hastalık-sağlık" görüş açısının eşitlendiği, duyarlılığın tavan yaptığı, ortak 'çözümlerde' buluştuğu günleri yaşıyoruz. Uzlaşmaz olduğu bilinen sınıf çelişkileri bir anda aşılıyor! Devleti halka, patronu işçiye, zengini yoksula ve giderek tüm ideolojik yaklaşımları birbirine eşitleyerek farklılıkları ortadan kaldıran tehlikeli bir propaganda yürüyor. Sorunun toplumsallığına karşı tek çözüm ise sosyal izolasyon ve bireysel tedbirlerde görülüyor. Bu anlayışa bağlı olarak çözüm algoritması da bireysel olarak uygulanması salık verilen 14 kurala bağlanıyor. Bu haliyle insanlık adeta kendini kendinden korumaya, kurtarmaya çalışıyor!

SORUN YALNIZCA VİRÜS DEĞİL
Oysa gerçek daha başka. Toplum bir yandan salgına karşı aynı gemide olduğunu düşünürken öte yandan hızla ayrışıp kendi teknesiyle kurtulmaya çalışıyor. Sorun da zaten burada başlıyor; yani meselenin ele alınışı ve ortaya konuluş yönteminde.

Süreç, ne yazık ki oluşan toplumsal psikolojinin de etkisiyle yalnızca "sağlık" düzleminde ele alınıyor. Ancak beklenmedik ve şiddetli bir vaka olarak karşımıza çıkan küresel salgın, yalnızca "sağlık" temelinde kavrandığı oranda, virüsten daha yıkıcı toplumsal, sınıfsal sorunların da kapısı aralanıyor. Sorunun kaynağının toplumsal olduğu, toplumsal olanın ise politik olduğu gerçeğini görmeyen her yaklaşım burjuvazinin sorun-çözüm denklemine yerleşerek nesneleşiyor.

Sorun kapitalizmden ve onun bağrında taşıdığı çelişkilerden bağımsız ele alınamaz. Her ne kadar tıp biliminin alanına girse de sağlık, sosyal bilimlerin ve dolayısıyla politikanın konusudur. En nihayetinde bir olgu olarak sağlık, yalnızca biyolojik bir zeminden bakılarak ele alınamaz. Sağlık sistemi de tarihsel süreç içinde belli bir sosyal-iktisadi yapı içinde oluşur ve toplumsal bir karakter taşır. Bu karakterinden dolayıdır ki, ne sağlık ne de hastalık sosyal, siyasal ve ekonomik yapıdan ayrı ele alınamaz. Toplumsal yapıdan, sosyal süreçlerden ve sınıfsal çelişkilerden soyutlanmış bir sağlık anlayışı, hastalık ve ölüm tehdidi altında yaşayan milyonları gerçek bir çözüm süreci içine sokamaz.

SORUN TOPLUMSALDIR, ÇÖZÜMÜ DE ÖYLE
Bu fikirden hareketle devrimci siyasetin koronavirüs salgınını ele alış biçimi de burjuvazinin ele alış biçiminden kesinkes ayrışmak zorundadır. Tam da buradan bakıldığında kapitalist devletlerin ve özgün olarak faşist saray rejiminin yaptığı "sosyal izolasyon" çağrılarıyla devrimci demokratik güçlerin sosyal izolasyon çağrıları aynı içeriğe sahip olamaz. Sağlık, toplumsal bir kurumdur ve sağlık hakkı da toplumsal bir haktır. Salgın, sorunun toplumsal karakteri dolayısıyla çözümü bireysel kurallar bütününe bağlı değildir. Bireysel sorumluluğa denk gelen bütün sağlık-hijyen kuralları ile sosyal mesafelenme ve izolasyon ancak toplumsal bir sağlık hakkına ve sistemine, yanı sıra adil yaşam koşullarına bağlanırsa gerçek bir çözüm gücü oluşturur.

Ne yazık ki burjuva propagandanın gücüyle de tetiklenen bir otokontrol psikolojisi politik öncüleri de etkisi altına alarak genişliyor. Bir tür nesneleşme halinin yanı sıra kimlik karmaşası yaşanıyor. Birbirinden farklı rollere sahip kurum, örgüt ya da siyasal parti adeta bir sağlık örgütü, dayanışma kurumu veya bir sosyal medya grubu haline dönüşerek aynılaşıyor. Politik öncüler için vazgeçilmez olan siyasal söylem ve mücadele yerini genel geçer insani, tıbbi söylemlere ve çağrılara bırakıyor. Milyonlarca işçinin salgına rağmen çalışmak zorunda bırakıldığı bir yerde öncülük iddiasına sahip kimi emekçi sol güçler dahi "evde kal" çağrılarına uyarak sosyal izolasyonu teşvik ediyor. Elbette sorun sosyal izolasyon uygulamasında değil. Ve dahi bu yöntem salgından korunmanın etkili bir yolu. Ancak sorun bu yöntemin genel olarak doğru olmasında ve uygulanmasında değil, nasıl ve hangi koşullar altında uygulandığıdır. Meselenin politik karakteri tam da buradadır.

Burjuvazinin ve faşist saray rejiminin salgın karşısındaki davranış biçimi de bu temel psikoloji üzerine yükseliyor. Tüm propaganda içeriği ve biçimleri dahi bu sosyal psikolojiyi yönetmeye, toplumu sorgusuz sualsiz otokontrole sevk etmeye, sınıfsal, ulusal, dinsel ve cins çelişkilerinin üstünü örtmeye, bu yolla saray rejimine kaybettiği meşruiyet ve otorite gücünü yeniden sağlamaya çalışıyor. Adına "Bilim kurulu" denilen, başında da bir hekimin bulunduğu saray organının karar mercii olarak gösterilmesi, günlük propagandanın bu makamdan yapılıyor olması dahi kurgunun önemli bir parçası olarak işlev kazanıyor. Devlet değil, "Bilim kurulu" kararları devlet-halk ayrımını perdelerken, "başarılı hükümet" algısını yayıyor. Öyle ki, bu propaganda saray muhaliflerinde dahi etkide bulunuyor. Böylece politik belirsizliğin ve bilinç bulanıklığının olduğu yerde rejim "sağlık" argümanları üzerinden kendisini yeniden tahkim ediyor. Öncü politik güçlerin de bu anafora kapıldığı koşullarda halk yalnızca virüse karşı değil, kapitalist sömürü düzenine ve faşizme karşı da savunmasız duruma geliyor.

EŞİTLİK Mİ DEDİNİZ?
Emperyalist burjuvazinin iki aylık uygulamalarını bir kenara bırakıp yalnızca şu son iki hafta içinde Türk burjuva devletinin ve saray rejiminin sorunu ele alış biçimi ve uygulamalarına bakarsak bile sorunun gerçek karakteri anlaşılmış olur. Patronlara 100 milyar liralık koruma paketleri verilir, borç ertelemeleri ile çıkarları güvencelenirken emekçilere dua ve kolonya telkini… Herkese "Evde kal" çözümü sunulurken ücretli izin hakkını hiçe sayarak milyonlarca işçiyi fabrikalara, atölyelere, şantiyelere doldurmaya devam etme… Binlerce KHK'lı sağlık emekçisinin görev beklediği yerde ortaçağ zihniyetini adeta hortlatırcasına doktor yerine din insanlarını ikame etme… Kendi belediyelerine bütçe desteği verilirken halk sağlığı uğruna çalışan HDP'li belediyelere kayyum atama… Cinsel suçları dahi kapsayacak şekilde tutuklu ve hükümlüleri salıverme planı yaparken devrimci, sosyalist, yurtsever tutsakları zindanda tutma… İnsanlara sokağa çıkmama çağrısında bulunurken, iktidar yandaşlarının ekonomik rant alanlarını genişleten yasaları çıkarma…

Yalnızca bu uygulamalar dahi virüsün kimseyi eşitlemediğini, bunun iktidar yanılsaması olduğunu, bilakis devlet-halk, patron-işçi, zengin-yoksul başta gelmek üzere mevcut tüm çelişki ve eşitsizlikleri derinleştirdiğini söyleyebiliriz. Evde kalma zorunluluğunda herkesi eşitleyenler yaşam koşulları söz konusu olduğunda eşitsizliği derinleştirerek işçi ve emekçileri yoksulluğun pençesine itiyor. Kimse aynı gemide değil. Burjuvalar, zenginler, iktidar yalakaları bir gemide, milyonlarca yoksul başka bir gemide. Ölümcül salgının şu zengini, şu ünlüyü, şu devlet bürokratı için de tehdit olması, söz gelimi ilk korona ölümünün Aytaç Yalman gibi faşist bir general eskisi olması bu gerçeği değiştirmez. Sorunu halk sağlığı bağlamında sınıfsal temele oturtmak, çözüm önerilerini de buradan yapmak… Bütün mesele budur.

YENİ YOLLAR, YENİ BİÇİMLER KEŞFETMEK
Toplumsal yaşamı altüst eden, sosyal, ekonomik, siyasal değişimleri dayatan salgın gibi trajik bir gelişmenin bilinen politika yapma biçimlerini de etkilediği hatta altüst ettiği, dolayısıyla bilinen politik çalışma tarzının da değişmeye başladığı aşikâr. Bu gerçeğin üstünden atlayamayız. Ancak bu durum devrimci bir partinin özsel davranış biçimini ve rolünü değiştirmez. Devrimci bir parti, salgın gibi toplumsal karakter taşıyan bu sorunu halk sağlığı zemininde ele alarak ve bunu politik mücadelenin konusu yaparak pozisyon alabilir. Sorun, kabaca dünkü haliyle sokağa çıkma biçiminde ele alınamaz. Ancak bunun karşılığı "evde kalma" çağrılarına uyarak burjuvazinin bize dayattığı sosyal izolasyonu olduğu gibi kabullenme de değildir. Halihazırda milyonlarca işçi açlık ve salgın arasında seçime zorlanıyor, ya ücretsiz izinle açlığa ya da zorunlu çalışmaya itiliyor. Büyük burjuvazinin yanı sıra kent soyluları ve küçük burjuvazinin görece bir süre boyunca çalışmadan yaşamını evde idame ettirebileceği koşullar varken, işçi sınıfı, işsiz işçiler ile küçük burjuvazinin en yoksul kesimlerini oluşturan esnafların çalışmak zorunda kalması devrimci sosyalistlerin politik mücadele konusu yapması gereken temel gündemdir. Pekala, işçi durakları, işlikler, fabrika önleri, işçi semtleri ikişerli gruplar halinde ajitasyon çalışmasının alanları olarak merkez alınabilir. Halk sağlığını dikkate alan ancak burjuvazinin ve faşist saray rejiminin ikiyüzlülüğünü teşhir eden yaratıcı biçimler bulunabilir. Çalışmak zorunda kalan öncü işçiler bulundukları iş sahalarında yaşam ve çalışma koşullarının teşhirini yapabilir, işçileri yaşam hakkı için iş bırakmaya, greve çağırabilir. Devrimci demokratik güçlerin az ya da çok örgütlü oldukları sendikalar öncü rol üstlenerek üyelerini harekete geçirebilir, bağlı bulundukları konfederasyonları grev kararı almaya zorlayabilir. Son bir hafta içinde farklı sektörlerden binlerce işçinin salgın koşullarında çalışmak zorunda bırakılmalarına isyan ederek iş bırakmaları mücadele potansiyelini göstermesi bakımından dikkate değerdir. Salgın şiddetlendikçe eşitsizlikler de daha açık şekilde yaşanacak ve sosyal mesafelenme sınıfsal mesafelenmeye dönüşerek siyasal mücadele zemini genişleyecektir. Bütün mesele siyasal kafa açıklığı ve bir yol bulma kararlılığına sahip olmaktır.

Öte yandan, sosyal dayanışma ağları kurmak, apartman, sokak ve giderek mahalle meclisleri oluşturmak, bu alanlarda kurulan sosyal medya ağları/grupları üzerinden iletişime geçmek, sokak ve mahalle temsilcileri yoluyla iç iletişimi ve yardımlaşmayı geliştirmek, herkesin evinden, balkonundan dahil olacağı toplumsal tepki eylemleri oluşturmak yoluyla halk örgütlenmesi yapılabilir.

Virüsler, salgın hastalıklar, iklim krizi ve yıkımlar kapitalist dünyaya aittir. Bu salgın biter ancak kapitalizm varlığını korudukça insanlık yeni ve daha ölümcül virüslerin pençesine düşer. Kapitalizm var oldukça insan ve doğa yaşamı süreğen bir tehdit altında olacaktır. Tüm dünya halklarının sezgisel olarak kavramaya, deneyimleyerek görmeye başladığı gerçek budur. Şimdi zaman bu gerçeği alternatifiyle, yani sosyalizmle bilinçlere taşımaktır.