21 Kasım 2024 Perşembe

AKP karşısında herkes düşman

AKP, durmaksızın içeride düşman üretiyor ve biriktiriyor. Üstelik bu yönelimini değiştirmeye niyetli değil. AKP'nin "Gezi-vandallar" diskurunu yinelemesi akla ziyan; ancak açık ki iktidar partisi, nüfusun bir kısmını gözden çıkarmış, onların dışında kalanları kendi etki sahasında tutmakla meşgul.
Ekonomik kriz temel tüketim maddelerine zam şeklinde kendini gösterirken Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'ekonomik kuruluş savaşı' vermeye davet ediyor. Bu davete şimdilik göstermelik icabet edenler olsa da ilerleyen zamanlarda bu davetin alıcı çıkmayacağı kesin. Atılım Gazetesi bu hafatki Gündem yazısında bu konuyu işliyor.
 
Atılım Gazetesi'nin Gündem yazısı şöyle:
 
ABD-Erdoğan çekişme ve çatışmasında "Meydan okuyorum" çıkışı yeni bir etaba işaret ediyor. ABD'nin kuvvetli desteğiyle hükümet ve iktidar olan faşist şef, 15 Temmuz'la birlikte gözden çıkarıldığına inanıyor.
 
Oyun masasına dönmenin yegane yolunun kitle desteğini korumak olduğunun da bilincinde. ABD'nin AKP'ye karşı dili, sömürgesiyle konuşan 'sahip'lerin pervasızlığıyla yüklü. Talimatla konuşuyor. Türkiye'deki devlet sistemi içinde gücünün zannedilenden fazla olduğuna inandığı besbelli. Erdoğan'a kıyasla, elindeki hamle araçları çok daha fazla. Dolayısıyla pervasızlığın altyapısı mevcut.
 
AKP oyun kurucu değil, mecburiyet nedeniyle sürüklendiği bu tabloyu tersine çevirme gayretiyle zaman kazanmaya çalışıyor. Bu nedenle en pervasız cümleleri sıralarken dahi açık kapı bırakıyor. "Hukuk" türündeki ifadeler bu uzlaşma arayışını çerçeveliyor. ABD ile uzun süreli kapsamlı bir çatışmayı kaldırma lüksü olmadığını en iyi Erdoğan biliyor zira. 
 
Diktatörün büyük resti: Kendimize yeni hamiler buluruz. Ancak bu rest, hakikate dönüşme imkanı bulamıyor. Üstelik bu tür açıklamalar, günbegün AKP'nin yıpranmasına yol açmaya müsait.
 
"Döviz bozdurun" açıklaması, alıcısında az heyecan yaratmıyor. Yorgun bir harekat planı. Amaçtan yoksun. Bütünsel dünya pazarında anlamlı da değil. Ancak çaresizlik devasa. Misal, taa Dede Korkut'a dek geriye uzanıp Bayburt'u öven devlet başkanının, sözü "hadi dövizleri bozdurun"a bağlaması bunun göstergesi. "Boykot" gibi ABD üzerinde hükmü ve karşılığı olmayan hamlelerle sonuç alamayacağını o da biliyor. İç tribünlerde alıcısı bol ne de olsa.
 
Böyle böyle gün geçirmek, varlığını korumayı her şey haline getirmek, iktidarın hareket marjının ne denli dar olduğuna işaret ediyor. 
 
Zor zamanlarda hamaset, Türkiye siyasetinin ana motifidir. Dışarıya karşı sözlerin karşılığı olmaz. Döner dolaşır, hak ve özgürlük mücadelesi yürütenleri vurur. Vatan-millet-din üçgenine kurulan dil,  aynı zaman da kuvvetli bir tehdit barındırıyor.
 
Bu şartlarda B ve C planlarının çağrışım alanları çok geniş. Salt "ekonomik tedbirler"le sınırlı değil. Örneğin bu dili 7 Haziran seçimleri sonrasında dolaşıma soktular. Neler olduğu hafızalarda. Faşizmin karakteristiği olan reaksiyonerlik, faşizmin hükmünü sürdüğü sahalarda gerekirse taş üstünde taş bırakmamayı içerir.
 
Bütün bu toz duman arasında Kürdistan'ı kast ederek "Ezeceğiz, yok edeceğiz" denmesi aslında zerrece ders alınmadığını ortaya koyuyor. AKP-MHP konsorsiyumunun karma ideolojik-politik-kültürel-örgütsel davranış çizgisi iç savaş yatağıdır. Kürtler, Aleviler, biat etmeyen toplumsal kesimler doğal olarak kendilerini tehdit altında hissedecekler.
 
AKP hâlâ, sanki her şey yolundaymış da yapay sorunlarla meşgul ediliyormuşuz gibi davranma siyasetinde ısrarcı. Ahenkle işleyen bir devlet-toplum mekanizması tasavvuru yerle bir. AKP, durmaksızın içeride düşman üretiyor ve biriktiriyor. Üstelik bu yönelimini değiştirmeye niyetli değil. AKP'nin "Gezi-vandallar" diskurunu yinelemesi akla ziyan; ancak açık ki iktidar partisi, nüfusun bir kısmını gözden çıkarmış, onların dışında kalanları kendi etki sahasında tutmakla meşgul. Öte yandan "Aynı gemideyiz" teranesiyle TÜSİAD'ından MÜSİAD'ına, CHP'sinden İyi Parti'sine kadar burjuva kanatları gücünü korumak için yedekleme çabasını elden bırakmıyor. 
 
AKP, bir taraftan ABD'nin dillere destan pragmatizmine güveniyor. Gücü konsolide ederek uzlaşma ihtimaline yaslanarak teselli arıyor. Diğer yandan Mursileşme olasılığını da dışlamıyor. Konuşmalar, çok zor zamanlara hazırlanıldığını ortaya koyuyor. 
 
AKP-MHP'nin melez dili kitleleri ilelebet manipüle etmeye yetmez. Kendi derdini topluma mal etme taktiğinin etkisi de sınırlıdır. Teyakkuz siyasetinin ömrü önünde sonunda dolar. Hele bu arada Türkiye'deki dolar milyonerlerinin sayısı artmışsa ve artmaktaysa. Hele görece nispi refah dönemi bittiyse. 
 
Milyonlarca yoksul tedirgin. Yaşam gailesi, iktidarın doz aşımı yapan norm koyucu diline galip gelir. Halkın tedirginliği, bu şartlarda AKP'nin kaderine ve başına geleceklere karşı kayıtsızlığa evrilecektir. Devlet başkanı 'milletimizi tanımıyorlar' diyor, kendisi de yalnızca bir yanını tanıyor olmalı. Aşina olunan Osmanlı tarihinde halk, bir gün evveline kadar "çok yaşa" dediği padişahlar varlık yokluk sorunu yaşadıklarında, "Ne hali varsa görsün" umursamazlığını da takınmıştır. Şu anda asıl olarak kendi geleceklerinin ne olacağına odaklanarak izledikleri gerilim, kimsede kendini  AKP için feda etme hissiyatı doğurmayacaktır.
 
Demokratik mücadele kanallarının polis-adliye kuşatmasına alınması, on binlerce kamu emekçisinin-işçinin işten atılması, Kürdistan'da "Kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yapın" siyaseti... AKP kendisinden nefret eden çok büyük bir kitle yarattı.
 
Hassas nokta burada karşımıza çıkıyor. Halihazırdaki üçüncü dünyacı dilden hareketle, emperyalizme karşı olmak adına faşizmin derhal yıkılması ana amacını belirsizleştiren her politika, her yönelim reddedilmelidir. 
 
Diğer yandan, AKP'nin bunca nefret biriktirmesinden hareketle "AKP yıkılsın da, nasıl yıkılırsa yıkılsın" türü bir hissiyat üzerinden davranış çizgisi geliştirmek de yanlıştır. 
 
Her iki tutum da sorunludur, yanlıştır. Ezilenlerin kendi mücadeleleriyle özgürleşebilecekleri anlayışından geriye düşmektir. Irkçı faşist kampın karşısında alternatif, başka bir ırkçı faşist kamp olamaz. Üçüncü cephe-alan yaklaşımı bu nedenle önemlidir. Faşist rejim ile bir emperyalist güç arasındaki kavgadan, kavganın sonucu ne olursa olsun, ezilenlere özgürlük çıkmaz.
 
Her vesileyle vurguladığımız "devrimin güncelliği" belirlemesi propagandif bir unsur-detay değil, hayatın akışına uyan olasılıktır. Nesnel tüm şartlara sahip olan bir siyasal devrim kendisini dayatmaktadır. Odaklanılacak yer egemenlerin geniş cepheli savaşı değil, bu şartlarda gerçekleşme imkanı daha da çoğalan siyasal özgürlükler devrimini başarmanın mekanizmalarını örgütlemektir.
 
Halihazırda ihtiyaç, devrimci öncülerin nesnel olarak kendisini dayatan devrime hazırlığı ruhunda ve pratiğinde cisimleştirmesidir. Ancak bu hazırlığı gerçekleştirme başarısı gösterenler, devrimi kitlelerin elinde somut maddi gerçekliğe dönüştürebilir. Bunu örgütte, çalışma tarzında, devrimci görevlerle kurulan ilişkide hazırlık düzeyi tayin edecektir.