25 Kasım 2024 Pazartesi

Akdeniz ve Sahra Çölü'nde devrimi aramak

Ama ne insanlar kuş, ne de toplumsal ayaklanmalar mekanik. Yola düşen insanlar kendi devrimlerini arıyorlar, bu yolda devrim için tüm nesnel koşullar olgunlaşıyor. Göçmen kuşların çetelesi tutulur. Nerden geliyorlar, nereye gidiyorlar, sayıları ne, bir kenara yazılır, bilimsel bir veridir. Doğanın nasıl işlediğini öğrenmek için hayvanların davranışlarını yakından izler insanlık. Geri dönüşlü bu yolculuklar neredeyse mekaniktir.

Avrupa'da son yıllarda yeni bir çetele daha tutuluyor. Belirsiz geleceklere doğru geri dönüşsüz yolculukların çetelesi. Kuş gibi avlanıyor kıyılarda binlercesi, binlercesi ise insanlığın yeni toplu mezarlarında can veriyor.
17 Haziran'da Aquarius gemisi İspanya'nın Valencia kentine içinde 134'ü çocuk, 7'si hamile kadın olmak üzere 629 yolcusuyla birlikte Akdeniz üzerinde bir haftalık bekleyişin ardından ulaştı. Libya kıyılarından ilkel botlarla yola çıkan çoğu Sahra-altı Afrikası'ndan göçmenler, Aquarius adlı gönüllü gemisi tarafından kurtarılmış ve İtalya'ya doğru harekete geçmişti. İtalya'nın yeni hükümeti ise ülkeye daha fazla mülteci almayacaklarını söyleyerek geminin İtalyan limanlarına yanaşmasına izin vermedi. Rajoy'un istifasından sonra hükümete geçen düzen içi sosyal demokrat çizgideki Sosyalist Parti, gemiyi kabul ederek Avrupa'nın merhametli yüzünü temsil etmeyi başardı ilk anda. Ki bunun için bir hafta geçmesi gerekti, gemi batsaydı da istatistiğin ötesine geçmeyen bir önemi olacaktı gerçi bu ölüm sürekliliğinde. Misal, İtalyan ırkçı Birlik Partisi lideri "İllegal göç pazarının bir parçası olmayacağız" dedi bu konuda ve ülkedeki yarım milyon göçmeni de sınırdışı etmekle tehdit etti. İtalya'nın ırkçı tavrına çok bozulan Macron ve Merkel ise AB liderleriyle buluşup kıtasal bir "çözüm" bulacaklarını iddia ettiler. Bu sırada İngiltere-Fransa sınırındaki Calais'de 1000'in üzerinde göçmen Macron ve İngiliz muhafazakârların göçmen karşıtı politikalarının cezasıyla yüzleşmekteydi.

Mülteciler, emperyalist merkezlerin çıkardığı savaşların ve yine onların neden olduğu küresel iklim değişimin sonucu oluşan yıkım ve yoksulluk nedeniyle zorunlu olarak Akdeniz'i ve Sahra Çölü'nü geçmeye çalışmaktalar. Avrupa'nın demokratik (!) ülkelerinin liderleri birbirleriyle ırkçılık yarışına girmişken milyonların öfkesi emperyalist merkezlerin duvarlarını dövmeye devam ediyor, bu dalga kan renginde. Avusturya'nın ırkçılığını gizlemeyen başbakanı Sebastian Kurz, Almanya, Avusturya ve İtalya'yı Avrupa'nın sınırlarını koruyan “gönüllü ekseni” olarak tanımladı. Merkel ise, tarihsel ortağı CSU'dan aldığı sorunu iki hafta içinde çözmesi gerektiği ultimatomunun ardından kolları sıvadı ve mültecileri AB sınırlarına gelmeden durdurmak için geliştirilecek politikalar belirlemek üzere görüşmelere başladı.

AB'nin sınırlarını öteye taşıdığını görmek için Sahra-altı Afrikası'na giderseniz Mali, Nijer, Çad ve Sudan'da göreceğiniz şey yüzbinlerce insanın yollarda perişan oluşu değildir yalnızca. Çölün ortasında bir yerlerde AB'nin dikenli tellerine de rastlarsınız burada. AB'nin soruna bulduğu çözüm, bu ülkelerde "yardım" adı altında kamplar inşa ederek sorunu sınırları dışında bir sınır daha çizerek ötelemek oldu. Göç dalgası bu telleri de aşacak kadar yoğun. Yine geçen hafta Aquarius'un ardından iki mülteci gemisi daha İtalya devleti tarafından Libya'ya geri gönderildi. Cihatçı çetelerin, Kaddafi kalıntısı grupların ve bir dizi başka çetenin savaşa tutuştuğu cehenneme dönmüş bir ülke olan Libya'ya. Cezayir'e geri gönderilenler ise belki de daha şanssız. Cezayir'de zorla kamyonlara bindirilen mülteciler Sahra Çölü'nün ortasında susuz ve yiyeceksiz şekilde bırakılıyor ve onlarca kilometre boyunca yürüyerek Mali veya Nijer sınırına ulaşmaları bekleniyor. 2015'ten bu yana Cezayir'de 30 binin üzerinde mülteci çölde kayboldu!

Trump karikatürünün yaptıklarına bu yazıda değinmiyorum. Göçmenlere açtığı savaştaki son skandal uygulaması yasadışı göçmen olarak tutuklanan ailelerinden ayrılmış, Texas sınırında depolarda tutulan yüzlerce çocuğun ailesiyle buluşması için hapisaneye gönderilmesine izin vermek oldu. Şu an insanların kalbini dağlayan bu tip gaddarlıklar, daha acımasız göçmen politikalarının sadece başlangıcı gibi görünüyor.
Kapitalizm çürümüştür, kendisiyle birlikte insanlığı da çürütmüştür. Milyonlarca insanın göz göre göre ölmesine sırt çevirecek yığınlar yaratmıştır. İnsanları, bizzat insan yaşamının varlığı için bir ömür biçer hale getirmiş, gelecek için kitlesel kronik umutsuzluk yaymıştır. Kapitalizmin çoklu ve süreğen krizinin bir ayağı gezegen çapında küresel ekolojik kriz olarak, ekolojik kriz ise yoğun göç dalgaları ve kaynaklar için sürdürülen savaşlar olarak somutlanmış, krizlerin derinliği bir devrim olmaksızın geri dönüşsüz bir noktaya ulaşmıştır. Devrimlerin gezegenin geleceği için aciliyeti bugün sulara gömülen binlerce insan bedeninde belirginleşirken bunun hızla normalleşiyor oluşu da bir başka aciliyet çağrısıdır. Bugün bu yeni toplu mezarlara yarın daha fazlası eklenecek, dahası sadece göç dalgalarında değil kaynaklar için sürecek savaşlarda da kayıplar artacaktır. Yani ölümün normalleşeceği bu süreçte devrimin hemen bugün başlamasından başka bir yol kalmamıştır.

Bu nasıl olacak? Toplumsal dönüşümü, ekolojik dönüşümü politik bir devrimin, sosyalist bir devrimin öncesinden başlatma ve bu iki devrimi bir arada bütünleşik olarak ilerletmeyi nasıl başaracağız? Bunun kapsamlı açıklaması bu yazının hacminin çok üzerinde olsa da kısaca açıklarsak ölüme bile yabancılaşacak kadar bireyselleşen insanların bu bireyselliklerini besleyecek maddi zeminin giderek ortadan kalkıyor oluşu kitleleri harekete geçirecek tetikleyici nedeni sunmaktadır. Yani bireylerin bireysel çözümlerini sistem ellerinden almaktadır ve bu tüm dünyada böyledir. Yine dünyasal düzlemde bakıldığında mali-ekonomik sömürgelerde kapitalizmin yaptığı her şey, her sermaye yatırımı, her kalkınma planı hem insanlık için, hem doğa için yıkım getirmektedir. Dolayısıyla buradaki sistem karşıtı ekolojik mücadele doğrudan kapitalizmin yaptıklarını yaptırmamaya odaklanırken emperyalist merkezlerde ise ekolojik mücadelenin ana ekseni sistemin üretim tarzını dönüştürmeye odaklanmaktadır. Buralarda özellikle yenilenebilir enerji kaynaklarının toplumsal kontrol altında gelişimi, gıdanın, ulaşımın, meta dağıtımının, tüketim mallarının ekolojik dönüşümü gibi bir dizi alandaki mücadele, sermaye birikiminin bugün içinde olduğu kriz karşısında kendiliğinden sistem karşıtı bir hâle bürünüyor.

Coğrafi olarak farklı yerlerde cereyan eden bu iki ana hattaki mücadeleyi bağlayan ise işte bu büyük göç dalgalarıdır. Çünkü göç (elbette gelişmiş ülkelerdeki kırdan kenten göçü ayrı tutuyorum), emperyalist küreselleşme politikalarının doğrudan bir sonucu olarak gelişmiş ülkelere doğru akar. Yani Kongo'da madenlerin su kaynaklarını kirletmesi nedeniyle madeni işleten dünya tekellerine karşı Kongo'da eylem yapmak ekoloji mücadelesinin bir parçasıdır. Ancak su kaynakları kirlenen insanlar, tarım yapamaz, su içemez hâle gelerek göç yollarına düşerler ve bu noktada sorun Kongo'nun sorunu olmaktan çıkar. Kongo'daki madeni işleten tekelin merkezi de zaten emperyalist ülkelerdedir. Zorunlu göç, aynı zamanda göçün gittiği ülkedeki işçi sınıfını da baskı altına almakta, bir yanda ırkçı-gerici bir eğilim geliştirirken bir yandan ise insanları sistem karşıtı itiraza çağırır. Yani ekolojik mücadelenin ufku küresel anlamda bu iki ekseni ve göç dalgası etrafında gerçekleşen emek krizini bütünleştirmek olmaktadır. Ekolojik devrimin bugünden başlaması meselesi de antikapitalist temelde her mücadelenin peşinden gitmek ve somut kazanımları sosyalist devrime bağlamaktır bu anlamda.

Sayıların soğukluğuna yenik düşmeyelim. Ölüm çeteleleri birlikte yaşamamız gereken bir gerçeklik olarak varlığını yakın gelecekte de korumaya devam edecek. Ama ne insanlar kuş, ne de toplumsal ayaklanmalar mekanik. Yola düşen insanlar kendi devrimlerini arıyorlar, bu yolda devrim için tüm nesnel koşullar olgunlaşıyor. Bir kez daha söyleyelim: ekolojik krizi sosyalist bir dünya devrimi çözer ve sosyalist bir dünya devrimi de ekolojik krizi nesnel zemin yaptığı oranda hızla ilerler. Dünyanın, kapitalizmin yükünü üzerinden atması için adım adım şimdiden başlamalıyız.