24 Kasım 2024 Pazar

Adaletsizliğin sıradanlaşması

Adaletsizlik sıradanlaştırılarak, yaşananları normal kabul etmemiz bekleniyor. Adaletsizliğe isyan etmeyenimiz var mıdır? Sanmıyorum. Her birimiz hayatımızın bir çok anında ya dişlerimizi sıkarak ya ağzımıza geleni söyleyerek isyan ediyoruz. 
 
Son bir haftada Kürt illerindeki mahkemelerde çıkan (yahut çıkmayan mı demeliyiz) kararların tutanaklarına bile baksak adaletin topraklarımıza ne kadar uzak olduğunu iç sızısıyla bir kez daha hatırlarız. Ancak biz uzun uzadıya duygu ve vicdandan yoksun tutanakları aktarmayalım. Üç davanın da ortak yönlerine bakmakla yetinelim. İlk dava Şırnak'tan...
Şırnak'ın Silopi ilçesi Karşıyaka Mahallesi'nde, 3 Mayıs 2017 tarihinde gece yarısı zırhlı araçla bir eve çarpan ve uykudaki 7 yaşındaki Muhammed ile kardeşi Furkan'ın ölümlerine neden olanların duruşmalarına devam edildi. Zırhlı araç sürücüsü ve onu görevlendiren amiri "Taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma" suçundan 2'şer yıldan 15'er yıla kadar hapis cezasıyla yargılansalar da ilk duruşmada tahliye edilmişlerdi. Anlaşılan o ki, mahkeme sanıklarda ne 'kaçma şüphesi' görmüş, ne de onların 'delilleri karartma'sına ihtimal vermiş! Cizre 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 3. duruşmada sanık polisin sertifikasız olarak zırhlı aracı kullanmasına kimin izin verdiği meselesinde herkes topu başkasına attı. Silopi Emniyeti'nde tanık bir komiser, emri verenler olarak İlçe Emniyet Müdürü ve Koruma Büro Amir Yardımcısı'nı gösteriyor. Zırhlı araç sürücüsüne 3 Mayıs günü emri veren amir ise izni verenlerin adlarını yazarak Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdiğini ancak Emniyet Müdürü'nün bu durumu fark eder etmez evrakı geri getirmelerini istediğini, yeni bir evrak düzenlenerek yalnızca kendisinin adının yazıldığını, Emniyet Müdürü'nün kendisine baskı yaptığını söylüyor. İki çocuklarını kaybeden Yıldırım ailesinin avukatları ise zırhlı araçta herhangi bir parmak izine rastlanmadığını ifade ediyor.
 
Yalnızca siyasi görüşlerinden kaynaklı milletvekilleri ve parti yöneticileri tutuklu yargılanırken suçları sabit polislerin aktif görevlerine devam etmesi delillerin karartılması anlamına geliyor!
21 Mart 2017'de Newroz Alanı'na girerken polis kurşunu ile öldürülen Kemal Kurkut'un davasına da geçen hafta devam edildi. İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü öğrencisi 23 yaşındaki Kemal Kurkut'u vuran polis de "müebbet hapis" cezası talebiyle ancak tutuksuz yargılanıyor! İkinci duruşmada katil zanlısı polis, salona hakim ve savcıların kullandığı bölümden girdi. Hemen cinayet günü gazeteci Abdurrahman Gök'ün objektifinden her şey çırılçıplak ortada olmasına rağmen tutuklanmayan polisin bu rahatlığına şaşırmıyoruz. Nitekim geçtiğimiz günlerde Kemal Kurkut'un çıplak vücudunun kurşunlara hedef olmasının kamera kayıtlarının kamuoyuna yansıması da durumu değiştirmedi. Mahkeme heyeti "dosyadaki mevcut delil durumu, olayın oluş şekli, Adli Tıp Kurumu'ndan istenen raporun gelmemesi ve delillerin tam olarak toplanmamış olması" gerekçesi ile sanığın tutuklanması yönündeki talepleri reddetti. 
 
Yalnızca hakkı ve hakikati esas alarak mesleklerini icra ettikleri için avukatlar ve gazeteciler tutuklu yargılanırlarken, milyonların tanıklığı önünde cinayet işleyen ve suçu sabit olan bir polisin tutuksuz yargılanması suçun gizlenmesi ve suçlunun korunması anlamına geliyor!
Üçüncü dava da Amed'den...
 
28 Mart 2006'da polis saldırısı sonucu gaz fişeği ile öldürülen 8 yaşındaki Enes Ata ve 14 yaşındaki Mahsum Mızrak'ın davasına Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam edildi. "Olası kast sonucu ölüme neden olmak" suçundan müebbet ile yargılanan üç Özel Harekat polisi bunca zamandır tutuksuz yargılanıyordu. Mazlum'un kafasından çıkan gaz kapsülü bu üç polise zimmetli olsa da hangi polisin silahından çıktığı bilgisi yıllar geçmesine rağmen mahkemeye sunulmadı. Kapsüllerle eşleşme aşamasında silahlar kayboldu, deliller karardı! 12 yılın sonunda 'delil yetersizliği' nedeniyle son duruşmada üç polis beraat etti.
 
Yalnızca savaşa karşı olduğu gerekçesiyle akademisyenler ve öğrenciler tutuklu yargılanır ve cezalar alırken, ömürlerinin baharında iki çocuğun ölümüne sebep olan, ömür boyu hapis cezası ile yargılanan polislerin beraat etmesi adaletin de öldürülmesi anlamına geliyor!
 
Tüm bu kararlarla adaletsizlik sıradanlaştırılarak, yaşananları normal kabul etmemiz bekleniyor. Yani kuralsızlık kural haline getiriliyor ve bizim de sineye çekmemiz isteniyor. Yargıdaki çifte standarta, iktidara yakın olanla ona karşı mücadele edenlere farklı adalet tarifesi açılmasına alışın deniliyor. Adalete güvenip güvenmeme meselesi bir aşamadan sonra onları ilgilendirmiyor. Hatta güvenmememiz, mahkemelerden nasılsa bir şey çıkmaz düşüncesi ile bir avuç insan dışında topluma mal olmuş davalara ilgisizleşmemiz onların işine geliyor.
 
Şimdi bir kez daha sorabiliriz; adaletsizliğe isyan etmeyenimiz var mıdır? Sanmıyorum. Her birimiz hayatımızın bir çok anında ya dişlerimizi sıkarak ya ağzımıza geleni söyleyerek isyan ediyoruz. Bu kadarı da olmaz diyoruz. 'Adaletin bu mu dünya'dan, 'Batsın bu dünya' arasında gidip gelebiliyor duygularımız. Ama yürüteceğimiz mücadele ile adaleti sağlama mümkün. Adalet mücadelesinin bir yerinden tutabiliriz. Adaletsizliğin ilk elden muhatapları ile dayanışmaya, dava tarihlerini yakından takip etmeye, bulunduğumuz yerde gücümüz neye yetiyorsa söz söylemeye ve adalet arayışını büyütmeye yönelebiliriz.