27 Nisan 2024 Cumartesi

Adalet için faşizme karşı mücadele

Sosyalist gençlik öncülüğünde Gezi ile Kobanê arasında kurulmak istenen stratejik köprü, yine stratejik bir saldırıyla havaya uçurulmak istendi. 33 beden düştü toprağa fakat düşleri baki kaldı. Çünkü büyük düşler, uğruna büyük bedel kapıları aşındırılan idealler havaya uçurulamaz! Artık bir motto haline gelen "Suruç için adalet, herkes için adalet" sözü, Suruç katliamıyla açılan dönemin belki de en çarpıcı gerçeğini ifade ediyor. Çünkü Suruç için adalet tüm bu 8 yıl boyunca faşizmin gadrine uğramış "herkes" için adalet demektir. Bu ise ancak faşizmin yıkılmasıyla olanaklıdır.

Suruç katliamı, 8. yılını geride bırakıyor. Dinmek bilmeyen bir adalet mücadelesi, hesap sorma kararlılığı, gençlik şahsında birleşik mücadelenin somut kazanımları bu 8 yılın özeti olarak kaydedilmelidir. Katliam organizatörü faşist şeflik rejiminin katliam organizasyonu ve katil aparatlarını aklama çabası da bu özete eklenmeli elbette. Mücadele ise sürüyor. Dişe diş. Kararlılıkla.

Suruç katliamını ve adalet mücadelesini politik mücadelenin başat bir gündemi haline getiren olguların başında, coğrafyamızdaki en büyük gençlik katliamı olarak kayıtlara geçen bu denli kıyıcı, vahşi saldırıda faşist devletin suçüstü yakalanması gelmektedir. Suruç katliam davası boyunca ortaya çıkan sayısız bilgi belge, tanıklık, itiraf, kontrgerillacı faşist devletin, bütün kurumlarıyla katliamın bir numaralı faili olduğunu açıkça gösteriyor. Gerisi emir komuta zincirinin alt halkalarıdır, o kadar. Bu gerçek, yani katliamın faşist rejimin eli, mahsulü olduğunu gösteren veriler iki bakımdan, hem somut/maddi bulgular hem de dönemin politik parametreleriyle test edilebilir. Burada elbette katliam dava dosyasına da giren ve politik analize hukuki çerçeveden doğru dahil olan çok sayıda bilgi belgeyi sıralamayacağız fakat katliamın hangi politik zemin üzerinde gerçekleştiği, katliamın politik hedeflerinin ne olduğunu yeniden ve yeniden önümüze sermekte fayda var.

19 Temmuz 2012'de gerçekleşen Rojava Devrimi, hem bölgesel, hem de Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki denge ve denklemleri altüst eden bir rol oynadı. Evveliyatı Oslo görüşmelerine dek uzanan ve 2013'te resmiyet kazanan, devlet ile PKK arasındaki müzakere süreci bu altüst olan dengeler üzerinde başlatıldı. Denkleme bu müzakere sürecinin hemen ardından, çatışmasızlık halinin yarattığı atmosferden de beslenerek dahil olan Gezi isyanı, rejimin hedef küçültme, savaş cephelerini azaltma taktiğini daha da derinleştirdi. Fakat buna koşut biçimde stratejik olarak da -gerillanın eylemsizlik sürecini de kullanarak- başta kalekol yapımları olmak üzere, sömürgeci savaşın altyapısını daha fazla tahkim etmeye yöneldi. Bu stratejik adımlar müzakere sürecinin manyetik alanında görünürlülüğünü yitirdi, belirsizleşti. Gezi ayaklanması, ardında şehitler bırakarak, faşist devletin hem bastırması, hem de isyanı deforme etmesi yoluyla ve aynı zamanda devrimci bir önderlikle de buluşamadığı için sönümlendi.

Gezi'nin sönümlenmesi ve bir savaş cephesinin kapanmış olmasıyla, Kuzey Kürdistan'daki çatışmasızlığı da fırsata çeviren sömürgeci faşist Saray rejimi, dikkatini Rojava devriminin kazanımlarını tasfiyeye çevirdi. IŞİD çeteleri aracılığıyla devrimin kalbi Kobanê'yi kuşatarak devrimi boğmaya çalıştı. Faşist şef Erdoğan'ın, kuşatma ölümcül boyutlara vardığında Kobanê için elini ovuşturarak söylediği "düştü düşecek" sözlerine duyulan öfke, Kuzey Kürdistan ve Türkiye kent sokaklarını aydınlatan barikat ateşlerini tutuşturmaya yetti. 2014 Ekim başlarında Kobanê ayaklanması patlak verdi. Sömürgeci faşist rejimi hayli ürküten bu ayaklanmayı izleyen günlerde MGK, 11 saat süren, tarihinin en uzun toplantısını gerçekleştirdi. "Çöktürme planı" işte bu toplantıda formüle edildi. Amacı, gerillayı, KÖH'ü ve devrimci komünist hareketi tasfiye etmek biçiminde özetlenecek olan bu plan, rejimin yönetememe krizini aşmanın köklü, çaplı bir çözümü olarak gündemleşti. Zira diz "çöktürerek" teslim almak, öteden beri faşist sömürgeci devletin aklına kazınmış bir stratejiydi.
Bir yandan devletin dehlizlerinde planlanan bu stratejik tasfiye tasfiyeci saldırının altyapısı hazırlanırken, bir yandan da müzakere süreci devam ediyordu. Dolmabahçe mutabakatı, 28 Şubat 2015'te bu koşullarda imzalandı. Mutabakatın imzaladığı gün iki yüzlü siyasetini "bu, hasretle beklediğimiz bir çağrıdır" şeklindeki sözleriyle devam ettiren faşist şef Erdoğan çok geçmeden, önce 21 Mart 2015'te "O resmi doğru bulmadım", ardından "Böyle bir mutabakat yok" ve nihayet Suruç katliamından yalnızca üç gün önce, 17 Temmuz 2015'te "Ben 'Dolmabahçe Mutabakatı' ifadesini asla kabul etmiyorum" sözleriyle mutabakatı reddederek aslına rücu etti.

"Açılım", "çözüm" tiyatrosu resmen bitirildi. Zaten 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP'nin oyun ve ezber bozan başarısı, devlet aklını, gerçekte hiçbir zaman rafa kaldırılmamış da olsa taktik görüntü gereği geçici olarak ötelenmiş klasik kodlarına hızla döndürdü.

İşte Suruç katliamı tam bu eşikte gerçekleştirildi.

IŞİD'in aylarca süren Kobanê kuşatması ve saldırısında yerle bir olan kentin can feda bir direnişle özgürleştirilmesi ve IŞİD'in yenilgisinin ardından yeniden inşası, Rojava Devrimi ile dayanışmanın, devrimi bölge halklarına taşımanın bir vesilesi olabilirdi. Devrimci sosyalist gençlik bu çağrıyı doğru okuyup işe koyuldu. "Beraber savunduk beraber inşa edeceğiz" şiarı Türkiye ve Kürdistan'ın pek çok kentinin sokaklarında yankılandı. SGDF'nin çağrısıyla, Rojava Devriminin tam 3. yılında birçok kentten yola çıkılarak 20 Temmuz sabahı Suruç'ta Amara Kültür Merkezinde buluşuldu. Bu buluşma, sadece fiziki bir buluşma değil, politik ve programatik bir buluşmaydı. Birleşik devrim fikrinin, politik değeri yüksek bir eylemine dönüştü. Sömürgeci faşist Saray iktidarı da bu eylemin değerinin farkındaydı kuşkusuz. MİT tarafından organize edilen bir IŞİD çetesi Amara Kültür Merkezinin bahçesinde 20 Temmuz 2015'te saat 11.55'te üzerindeki bombayı patlatarak 33 düş yolcusunu aramızdan aldı.

Suruç katliamı; faşist devletin "çöktürme planı"nın startı oldu. Gezi ve Kobanê isyanından, IŞİD'i yenilgiye uğratarak dünya ezilen halklarının sempatisini kazanan Rojava devriminin büyüyen kazanımlarından, halkların birleşik kitle partisi HDP'nin 7 Haziran 2015 seçimlerinde barajları yıkan başarısından ürken faşist şeflik rejimi, karanlık bir dönemin kapısını Suruç katliamıyla fiilen de açmış oldu. Katliamın hemen ertesinde başlatılan, Medya Savunma Alanları'na dönük günlerce süren aralıksız bombardıman; HDP'ye yönelik "kristal gecesi"ni hatırlatan linç saldırıları; 10 Ekim Gar katliamı; HDP Eşbaşkanları ve milletvekillerinin, belediye başkanlarının tutuklanması; neredeyse tüm belediyelere kayyım atanması; Sur, Cizre ve Nusaybin'i yerle bir eden kıyıcı faşist devlet terörü; 20 Temmuz darbesi; Rojava'ya dönük işgal saldırıları; gerillaya dönük kimyasal saldırı; sistematik suikast saldırıları ve infazlar; Gökhan Güneş şahsında kaçırarak gözaltında kaybetme girişimleri; kitlesel gözaltı ve tutuklama saldırıları; sokakta ve gözaltında işkencenin yaygınlaştırılması; hapishanelerde tecrit, işkence ve infaz yakmaların sıradanlaştırılması…

Dolayısıyla Suruç sadece bir katliamdan ibaret olmayan, gerek faşist şeflik rejiminin inşa sürecini tamamladığı, gerekse faşist devletin devrimcilere, sosyalistlere, yurtseverlere yönelik saldırganlığını -somut biçimlerini ana hatlarıyla yukarıda sıraladığımız- çok daha dizginsiz, kapsamlı ve yeni bir evreye taşıdığı, kendi göstermelik hukukunu bile kolaylıkla çiğnediği (ki bu, faşizmin karakteristik bir çizgisidir) topyekün tasfiyeci bir dönemin perdesini açan politik bir eşiktir.

Bu eşikte, hiç kuşkusuz sömürgeci faşist rejim tarafından gözetilen son derece bilinçli bir zaman-mekan çakışması söz konusudur. Zamansal boyutu yukarıda ana çizgileriyle ifade ettik. Mekan ise Suruç'tur, yani Rojava devrimi ve devrimin ileri karargahı olan Kobanê'nin yanı başı…

Çünkü sosyalist gençliğin Kobanê inşa kampanyası ile ikili mesajı netti: Hem Rojava devrimine Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın farklı kentlerinden, ezilen halklardan ve farklı inanç topluluklarından dayanışma elini uzatmak, hem de devrim iklimini geldikleri kentlere taşımak… Ve aslında Gezi ile Kobanê başkaldırısını buluşturmak, birleşik devrimin filizleneceği toprağı çapalamak…

Katliamcı faşist devlet/iktidar bu mesajı aldı ve katliam kararını verdi. Sosyalist gençlik öncülüğünde Gezi ile Kobanê arasında kurulmak istenen stratejik köprü, yine stratejik bir saldırıyla havaya uçurulmak istendi. 33 beden düştü toprağa fakat düşleri baki kaldı. Çünkü büyük düşler, uğruna büyük bedel kapıları aşındırılan idealler havaya uçurulamaz!

Son sözümüz ise 8 yıldır sokak sokak haykırdığımız, sokak sokak büyüttüğümüz adalet talebine ilişkin olacak.
Artık bir motto haline gelen "Suruç için adalet, herkes için adalet" sözü, Suruç katliamıyla açılan dönemin belki de en çarpıcı gerçeğini ifade ediyor. Çünkü Suruç için adalet tüm bu 8 yıl boyunca faşizmin gadrine uğramış "herkes" için adalet demektir. Çünkü katliamla açılan kapı bu kez tersinden adalet için açılmış olacaktır. Bu ise ancak faşizmin yıkılmasıyla olanaklıdır.

Suruç için adalet, adalet için faşizme karşı mücadele!

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 05 Temmuz tarihli 124. sayılı başyazısı