25 Kasım 2024 Pazartesi

24 Haziran: Pata pat durumundan nasıl çıkacağız?

En dinamik, hareketli, sokağı önemseyen mücadeleci güçler arasındaki bu bağın kuvvetlenmesi, "yeni bir yol" arayışının derinleştirilmesi, emekçileri her yerden kuşatmış sermaye boyunduruklarından kurtaracak bir sınıf mücadelesine odaklanması gerekir.
OHAL koşullarında yapılan "olağanüstü" 24 Haziran seçimindeki kitle seferberliği, muhalefetin genelinde olduğu gibi sol-sosyalist kesimlerde de güçlü bir iyimserlik yaratmıştı. Birçok politikacı yazar, ihtiyatlı da olsa, AKP-Saray iktidarının yüzde 50'nin altına düşeceğine vurgu yapmıştı. Fakat referandumdan sonra bir kez daha, hayal kırıklığına uğradık.
 
Elbette "bardağın dolu tarafı" var; HDP'nin varlığı ve her şeye rağmen "baraj"ı aşması. Eşbaşkanları, vekilleri, yöneticileri tutuklu olsa da HDP'nin 7 Haziran-1 Kasım sürecine kıyasla daha rahat koşullarda seçim çalışması yaptığı bu seçimde 7 Haziran'a yakınlaşan bir oy alması, başlı başına bir başarıdır. Buradaki başarı, kazanılan vekil sayısı değil, AKP-Saray iktidarının tahakkümüne karşı direnen/gelişen halk hareketinin örgütlülük ve bilinç düzeyidir.
 
Sonuçlar bir kez daha, iktidarın bütün silahlı ve silahsız (medya, sosyal bağlar) güçlerine rağmen muhalefeti geriletemediğini, muhalefetin de "karşı taraf"tan hiç kimseyi ikna edemediğini göstermiştir. Yani, bir tür yenişememe, pata pat durumu var.
 
HDP açısından durum, son iki yılda maruz kaldığı ağır darbelerden sonra bir toparlanma ve "kendine gelme" olarak görülebilir. "Meclis'te HDP, Cumhurbaşkanlığı'nda İnce" edasının, sadece AKP'nin Meclis çoğunluğunu elde etmemesi için geliştirilen bir refleks olmadığı, öyle olsa bile "ulusalcı" "Mustafa Kemal'in askerleri/yoldaşları"nın HDP'yi "yakın(dan) görmeleri"nin, siyasi ve psikolojik olarak muhalif tabanda sol-duyunun kuvvetlenmesi olarak görülebilir.
 
Bununla beraber, ne CHP'nin ne HDP'nin ne de başka çevrelerin RTE'nin zaferini açıklayıcı bir sözü yok. "Oy hırsızlığı" ile de sonuç gerekçelendirilemiyor. Çünkü 180.000 sandığın 30.000'inde HDP ve/veya CHP'nin müşahidi olmadığı açıklandı. Bu kontrolsüz sandıkların ülke genelindeki payı yüzde 16,5. Bu seçimde Adil Seçim Platformu sayesinde bu sorunun aşılması hedeflenmişti ama anlaşıldığı kadarıyla başarılamadı. Adil Seçim Platformu'nun mobil sisteminin de çökmesi -neden ve nasıl olduğu ayrı mesele- bu başarısızlığın bir başka boyutu. Oyların sayılmasının başlanmasından sonra cereyan ettiği iddia edilen tehdit-şantaj mekaniği hakkında ise spekülasyondan öte bir şey söylemek zor şu an.
 
Dolayısıyla "oylara sahip çıkmak", "sokağa çıkmak" konusunda hem kitledeki hem de liderler/partilerdeki kararsızlık, "tedirginlik" aşılamıyor. Eğer olan bitene dair apaçık bir açıklamanız ve gözünüz kapalı güveneceğiniz bir örgütlülüğünüz yoksa, canınızı ortaya koyarak sokağa çıkmak muradınıza ermenize yetmez! Gezi'de çıkarılan derslerden biri bu değil mi?
 
Artık "istikrarlı" bir hal alan "pata pat" durumunu bozmak için iki ev ödevi üzerinde çalışmak gerek. Sadece seçim sonuçları değil, daha birçok veri üzerinden AKP iktidarına denk gelen neoliberal politikaların yarattığı hareketleri, yeni öznellik biçimlerini anlamakta, değiştirmekte başarısız kaldığımızı söyleyebiliriz. Sadece neoliberal politikalara karşı hareketleri değil aynı zamanda emekçilerin zararına olduğu kesin olan bu politikaların ilave mekanizmalarla rızasını ürettiği kitleleri de anlamakta, onlarla bağ kurmakta ve değiştirmekte başarısızız.
 
Örneğin, AKP'nin kendine "yandaş sınıf" yaratmakta kullandığı "sosyal yardım" mekanizmaları (yaşlı bakımı, evde bakım, yetim-dul-şehitlik maaşı, hasta bakım, çocuk yardımı gibi parasal ve kömür vb. gibi ayni yardım destekleri) ve kredi kartları vb. gibi finansal mekanizmalarla borçlanarak gündelik yaşamını sürdürebilen binlerce yoksul emekçinin (bazı araştırmalar 15-16 milyon olduklarını gösteriyor) sırtını yaslayacağı, devletin/iktidarın kapısında kul olmadan da ayakta kalabileceği başka mekanizmalar, örgütler yaratmadan bu "pata pat" durumunu nasıl aşabiliriz? Bu "devlete bağımlı" emekçilere vaadimiz, "bizim iktidarımız"da da yardımların süreceği, arttırılacağı şeklinde ama iktidar değişikliği uzun zaman alan riskli bir durum ve gündelik yaşamı krize sokabilecek bir sorun. Bu kitlelerden AKP'liymiş gibi yardım almaya devam etmelerini ama sandıkta muhalefet oy vermelerini istemek/beklemek de riyakârlığı karakter haline getireceğinden ahlaki açıdan sorunlu.
 
Ekonomik krizin, rıza mekanizmalarını daraltacağını varsayabiliriz ama bu durumun iktidara desteğin otomatikman azalmasını sağlayacağını beklemek ihtiyatlı bir yaklaşım değil. İktidar, silahlı ve silahsız güçleri ve "iç savaş" yoluyla "yandaş yoksulları", "Gezi'ci/gayri milli, vb. yoksullar"a karşı sefere çıkarabilir. Her krizin bir yağma olduğunu akıllardan çıkarmamak lazım.
 
Bizim asıl ödevimiz, "yandaş yoksullar"ı örgütlemekten, "kurtarmak"tan önce, kendi aramızdaki fikri, duygusal, politik, kültürel ortaklıklarımızı, ağlarımızı kuvvetlendirmek. Bizi birleştiren sadece negatif duygularımız olmamalı. Demokrasi isteyenlerin kendi aralarındaki demokratik ilişkileri en güçlü tarzda, formda geliştirmeleri gerekir. Muhalefetin gücü de güçsüzlüğü de oldukça farklılık, "çokluk" içermesidir. Sol değerlere sahip olanların çokluk olarak varlık bulmaları en doğal olandır. Demokrasinin gücü farklı olanların ortaklık, işbirliği kurma becerisinden gelir.
 
Uzun zamandır, sol söylemde yerini koruyan "yenilenme", "kurucu politika", "meclis", "karşı iktidar" gibi kavramlar üzerine daha derinlikli ve pratik boyutlarıyla düşünmek gerekiyor. Çünkü "pata pat" durumu aynı zamanda, her şeye rağmen varlığını koruyan halk hareketinin varlığı koşullarında sol örgütlerin hala "örgütsel" olarak varlık yokluk sınırında olması, solun da kendini aşamadığı anlamına geliyor. Soldaki "iç savaş" tartışması da aslında böyle bir durumu karşılamaktan fersah fersah uzak olduğunu gösterdi. Ardı ardına gelen seçim süreçleri, soldaki örgüt, program, strateji tartışmalarını öteledi, sümen altına sürdü. Ama iktidarın seçim zaferleri bu tartışmalarda yol alınmadan, güçlü fikirlere yaslanan mikro pratiklerle, taş üstüne taş koymadan, durumda bir değişiklik yapılamayacağını gösteriyor.
 
HDP'nin bu seçimde sosyalist soldan yeni güçlerle kurduğu ittifak bu açıdan umut vericidir. HDP ile beraber hareket eden sol-sosyalist kesimlerin yukarıda değindiğimiz konularda "yeni bir yol" arayışında olan yapılar olması bu bakımdan tesadüf değil. En dinamik, hareketli, sokağı önemseyen mücadeleci güçler arasındaki bu bağın kuvvetlenmesi, "yeni bir yol" arayışının derinleştirilmesi, emekçileri her yerden kuşatmış sermaye boyunduruklarından kurtaracak bir sınıf mücadelesine odaklanması gerekir.