19 Mayıs 2024 Pazar

Yüksekdağ: Formel siyasete mahkum da mecbur da değiliz

Yeni Özgür Politika'nın sorularını yanıtlayan HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, "Bugün geldiğimiz bıçak sırtı aşamada parti merkezlerinin vereceği kararlar değil, halkın ve mücadele ihtiyaçlarının geldiği aşama durumu belirler. Daha somut baktığımızda ise, formel siyasete mahkum da mecbur da olmadığımızı görürüz. Elbette HDP için bütün mücadele seçenekleri masada olmalıdır. Bunların başında da fiili meşru mücadeleyi esas alan siyasi çizgi gelir" yorumunda bulundu.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, HDP'nin 'erken seçim çağrısı'nın yapıldığı toplantı öncesinde Avrupa'da yayın yapan Yeni Özgür Politika'dan Yavuz Özcan'ın sorularını yanıtladı. HDP gibi halkın içinde olan bir partinin "sine-i millet" kavramı üzerinden bir tartışma yürütmektense fiili meşru mücadeleyi esas alan bir çizgiye oturmasının elzem olduğuna vurgu yapan Yüksekdağ, yaşanan siyasi krizin yeni bir çıkış mecburiyeti yaratabileceğini de kaydetti.

Yüksekdağ, HDP'ye yönelik, "Kürt meselesini ötelediği, tali plana ittiği" eleştirilerine ilişkin yöneltilen soruyu, "Kürt sorunun çözümü, HDP politik yapısının temel direklerindendir. HDP'yi karakterize eden bütün özelliklerine baktığınızda, onu Kürt sorununun çözümü ve Kürdi ana damarından bağımsız değerlendiremezsiniz. Bugün de hakim olan gerçek budur. Ancak yer yer politik etkinliğin zayıflaması ve konjonktürel dezavantajlar nedeniyle Kürt Halk Hareketi ve taleplerinin savunulmasında yetmezlikler yaşanabilir. Eleştiri konusu olan durumda esasen bu sorundan kaynaklanıyor" diye konuştu.

'SORUN ANLAYIŞTA DEĞİL PRATİKTE'
Yetmezliklerin HDP'nin sol bileşenleriyle açıklamanın kolaya kaçmak olduğunu kaydeden Yüksekdağ, "Aksine Kürt meselesinin bir Türkiye haline gelmesinde, toplumsal çözüm muhataplarının gelişmesinde HDP pratiğinin ve sol bileşenlerin olumlu-yapıcı rolü olmuştur hep. Hatta çoğu zaman yaygın kamuoyundan gelen "HDP önceki Kürt gündemlerinin dışına çıkmıyorsunuz" eleştirilerine rağmen, öncelikli çözüm bekleyen bir alan olarak Kürt sorunu ve hak talepleri ön planda olmuştur. Bileşenler çoğunlukla bu yönlü baskıları göğüslemek pahasına, Kürt Halk Hareketini ve meşruiyetini sahiplenmekten geri durmadı" diye belirtti.

Yüksekdağ bu yönlü sorun yaşandığı düşünülüyorsa, nedenin anlayıştan çok pratikten kaynaklandığına işaret etti.

Yüksekdağ şöyle devam etti: "Pratik düzeyini gereken oranda yükseltemezsiniz ya da halkın duygularına, düşüncelerine tercüman olan bir politik söylem yeteri kadar yansımıyorsa, bu bir boşluğa yol açabilir. Son dönemde Kürt halkına yönelik işgalci, soykırımcı boyutlar taşıyan çok şiddetli saldırılar gelişti. Verdiğimiz yanıt ise ne yazık ki saldırıların çapıyla kıyaslandığında zayıf kaldı. Asıl mesele toplamda yaşanan bu sorunun çözülememesidir. Kabul edilecektir ki bu da sadece HDP'nin sol bileşenlerinin yol açtığı bir sorun değildir. Tek tek durumlardan ve eleştirilerden yola çıkarak genellemeler yapmak, sorunu havale etmek bizi gerçek çözümlerden uzaklaştırır. Dahası, eğer çözüm ve gelişim odaklı davranacaksak, sol bileşenler ve Kürt sorununun tali plana itilmesi gibi bazı önyargıları da içeren bir eksenden çok, politik kararlılık ve kendi gündeminde, çizgisinde sağlam durarak etkili cevap alma ekseninden tartışmak gerekir. Bu da HDP'nin tüm bileşenlerini bağlayan bir eksen ve ihtiyaçtır."

'HDP'Yİ SAVUNMAK HERKESİN OMUZLARINDADIR'
Yüksekdağ, sadece HDP bileşenlerini değil, emekçi sol harekete de görevler düştüğüne dikkat çekti:

"Son olarak da şunu söylemeliyim ki; tıkanıklıklar, yetmezlikler, güncel zorluklar bastırdığında eski bizi geriye çağırabilir. Ama bunun yanıltıcı olduğunu, hatta geçmişin kopanlarına kıstırılmamıza neden olacağını unutmamak gerekir. HDP'yle birlikte Kürt Özgürlük Hareketi ve Türkiye solu aynı nehirde akmaya başladı, yeni bir delta oluşturdu. Bundan geri dönüş yaşamın doğasına, halkların demokratik kurtuluşunun stratejik gelişim ihtiyaçlarına da aykırıdır. Ama elbette HDP'nin sol bileşenlerinin de tabanımızdan gelen eleştirilere yüksek, sorumluluk bilinciyle kulak vermesi, cevap olması gerekir. Zira sol, sosyalist iddiaya sahip olanların kaçınılmaz ve doğal görevidir bu. Suruç şehitlerinin, Ankara barış mitingi şehitlerinin anısı ve mücadele mirası da bunu emreder.

HDP bileşeni sosyalist güçler kadar emekçi sol hareketin antifaşist direnişin etkin mevzisi olarak HDP'yi savunma görevi günceldir. HDP'yi savunmak toplumsal mücadelenin önemli bir misyonunu/gereğini yerine getirmek bakımından da emekçi sol hareketin omuzlarındadır."

'FORMEL SİYASETE MAHKUM DEĞİLİZ'
Yüksekdağ HDP'ye yönelik sine-i millete dönme çağrıları ise şöyle değerlendirdi:

"Şu an sadece AKP-Saray rejiminin değil, bütün düzen siyasetinin ayakta kalma yolunu HDP'nin etkisizleştirilmesi ve devre dışı bırakılmasında görüyorlar. HDP'ye ve Kürtlere saldırı söz konusu olduğunda hepsinin aynı hizaya dizilmesinin nedeni de bu. Egemen siyaset eliyle ülke ikiye bölünmüş durumda. Kürdistan'da seçmen iradesi açıktan gaspediliyor. Evet, ne yazık ki kayyumlar rutin bir uygulamaya dönüştürüldü. Seçilmiş Belediye eşbaşkanlarımız, parti çalışanlarımız yine aralıksız tutuklanıyor.

İktidar bütün bunlara rağmen HDP'nin seçimlerden başarıyla çıkmasını engelleyemediği, halkın tercihini büyük oranda değiştiremediği için kayyum atamalarıyla doğrudan seçmeni cezalandırıyor. Bu nedenle alınacak tutumu belirlerken halka dayanmak, onun istek ve eğilimlerini esas almak her zamankinden daha önemlidir. Sine-i millet zaten halkın içindeki bir parti için yeterli bir tanımlama olmaz. HDP bugün doğrudan halk demektir aslında. Öyle olmasaydı bu kadar çığırından çıkmış saldırılar karşısında ayakta kalması bile mümkün değildi. İki eli kanda olsa bile sandığa gidip HDP'yi seçen halk, buradan bir politik tutum belirlemiştir. Çoğu durumda HDP'nin çalışacak seçim örgütünün bile olmadığı yerlerde, çoluk çocuk, kadın, erkek, genç ihtiyar kendini parti iradesi yerine koyan ve boyun eğmeyen milyonlardan bahsediyoruz. HDP'nin tutum ve yönelimi böyle bir politik tavrı sergileyen halkın düşüncesi ve tavrı doğrultusunda olmalıdır. Bu nedenle örgütlü yapılarımız ne kadar yetersiz olursa olsun, tabanın nabzını ölçmek, görüş alışverişinde bulunmak, halka sormak, kadınlarla gençlerle tartışmak çok önemli. Ne yapacaksak, ne yapmak istiyorsak beraber yapacağız çünkü. Bugün geldiğimiz bıçak sırtı aşamada parti merkezlerinin vereceği kararlar değil, halkın ve mücadele ihtiyaçlarının geldiği aşama durumu belirler.

Daha somut baktığımızda ise, formel siyasete mahkum da mecbur da olmadığımızı görürüz. Elbette HDP için bütün mücadele seçenekleri masada olmalıdır. Bunların başında da fiili meşru mücadeleyi esas alan siyasi çizgi gelir. Bu çizgi yeri geldiğinde boykotu da kopuş hareketlerini de kitlesel yada grupsal sivil itaatsizlik eylemlerini de kapsar. Bizler için seçimlerde kazanmak ve HDP'yi çökertmeye çalışanlara da yine kazanabileceğimizi göstermek önemliydi. Elbette bundan sonra sandıklarda halklarımızın kendi seçimlerinin kazandığını görmesi önemli olacaktır. Ama belli bir dönemdir politik mücadelenin darlaştığını ve potansiyelimizi artık başka bir düzeyde yeniden keşfetmemiz gerektiğini hesaba katmalıyız.

'SORUN HALK GÜVENCEMİZİN OLUŞTURULMAMASIDIR'
Siyaset alanının tamamen tıkandığını ve krize sürüklendiği tespitinde bulunan Yüksekdağ şöyle konuştu:

"Bu sadece bizimle, HDP'yle ilgili değil. Bir demokrasinin en asgari ölçütü olan temsil sistemi dağılmış durumda. Bunun kaynağında ise faşizmin, otoriter rejimi derinleştirerek güvenceye alınması siyaseti yatıyor. Böyle bir durumdan daha çok kriz ve çürüme çıkar.

"Çürütülmek istemeyen, bu zeminin dışında kendisini örgütlemek ve üretmek zorundadır. Yani imkan yaratmalıdır. Varolan imkanları değerlendirerek siyaset yapar, ağrılığı buraya verirseniz, bir süre sonra o imkan alanlarının sınırları, baskıları ve kaygıları sizi yönetmeye başlar. Buna direnmek ve farklı örnekler sergilemek mümkündür. HDP'nin parlamentodaki varlığı ve halk belediyeleri böyle bir örnektir. Ama kuşatma, kriminalize etme ve tasfiye saldırılarında gelinen aşama artık başka düzeyde bir söz ve hareket gerektiriyor. Aslında belli bir dönemden beri legal alanda, yasal-resmi düzlemde siyaset yapmanın hiçbir güvencesi olmadığını herkes biliyor. Asıl sorun halk güvencesinin oluşturulamaması. Bu sorunu çözmek içinse birinci önceliğin hiç şaşmaksızın buraya verilmesi gerekiyor. Bütün kuvvet ve olanakların alternatif siyaset alanını ve halk örgütlenmesini geliştirmeye seferber edilmesinden sözediyorum. Legal alandan çekilmek ya da kurumsal varlığını sınırlandırmak gibi düşünce ve tartışmalar tek başına çözüm üretmez.

Ama açık olan şu ki; cehennem kuyusuna dönmüş Türkiye'deki merkez siyaset de, HDP ve demokratik muhalefet de artık eskisi gibi gidemez. Böyle bir gidişat içerisinde bilinçli yol ayrımlarına da hazır olmak önemlidir. Dahası, demokratik siyaseti vareden asıl gücün fiili meşru mücadele dinamiği olduğunu, güçlü bir direniş hattı örüldüğünde bu koşullardan çıkışın sağlanabileceğini de unutmamalıyız. Yorgunluğa, bıkkınlığa kapılmadan, adalete ve özgürlüğe inanan, onurunu korumak isteyen herkesin özne olabileceğine inanarak yürümekten başka seçenek yok. İktidar ve tüm zulüm mekanizmaları halkımızı ve tüm toplumu kaybetme psikolojisine sürükleyip felç etmek için uğraşıyor. Bu prangayı sadece kaybetmekten korkmayanlar kırabilir. Ve daha yaşamsal hakikat de, sadece kaybetmekten korkmayanların, durmaksızın yeni mücadelelere seferber olanların büyük kazandığıdır.