25 Nisan 2024 Perşembe

YSK üyeleri: Propaganda hakkının Demirtaş'a tanınmaması düşünülemez

Yüksek Seçim Kurulu'nun iki üyesi, HDP'nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş'ın ?Liderler FOX'ta" adlı programa telefonla bağlanması konusunda YSK'nın kararına karşı çıktı, ?Cumhurbaşkanı adaylarına tanınan propaganda hakkının Cumhurbaşkanı adayı olan Selahattin Demirtaş'a tutuklu olduğu gerekçesiyle tanınmaması düşünülemez? dedi.
Yüksek Seçim Kurulu, HDP'nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş'ın “Liderler FOX'ta" adlı programa telefonla bağlanması için yapılan başvuruyu, topu Adalet Bakanlığı'na atarak reddederken, iki üye karşı oy kullandı. Dün akşam yapılan programa HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Sezai Temelli katıldı, Demirtaş program sunucularının sorularını yazılı olarak yanıtladı.    
 
HDP'nin YSK temsilcisi Mehmet Rüştü Tiryaki, Demirtaş'ın yakınlarıyla haftada 10 dakika yaptığı telefon görüşmesi hakkını, FOX TV'de yayınlanan programa katılarak kullanması yönünde YSK'ya başvuru yapmıştı. 
 
Yüksek Seçim Kurulu, başvuruyu "YSK'nın yetkisi dışında" diyerek reddetti ve talebi değerlendirecek mercinin Adalet Bakanlığı olduğunu belirtti. 
 
Ancak YSK'nın iki üyesi, bu karara karşı çıktı. YSK Başkanvekili Erhan Çiftçi ve üye Yunus Akın, karşı oy yazısında, ilgili mevzuatı hatırlatarak, "siyasi partilere tanınan propaganda serbestliğinin cumhurbaşkanı adaylarına da tanındığı tartışmasızdır" dedi. 
 
DEMİRTAŞ'A TANINMAMASI DÜŞÜNÜLEMEZ
 
Yazıda devamla şöyle denildi: “Bu itibarla Cumhurbaşkanı adaylarına tanınan propaganda hakkının Cumhurbaşkanı adayı olan Selahattin Demirtaş'a tutuklu olduğu gerekçesiyle tanınmaması düşünülemez. Cezaevi imkanlarının elverdiği ölçüde gerekli önlemler alınmak ve uygun araçlar kullanılmak kaydıyla seçim kanunlarında öngörülen propaganda hakkının Selahattin Demirtaş'a da sağlanması yolunda bir karar verilmesi gerekirken izin verme yetkisinin Adalet Bakanlığı'na ait olduğundan bahisle talebin reddi yolunda verilen karara katılmıyoruz."  
 
YSK'nın kararı nedeniyle Demirtaş, soruları yazılı yanıtladı. HDP Eş Başkanları Pervin Buldan ve Sezai Temelli ise canlı yayına katıldı.
 
Demirtaş'ın verdiği yanıtlardan bazı satır başları şöyle:
 
-Yüzde 10’luk seçim barajı tam bir demokrasi ayıbıdır. Seçim barajı, şu anda sadece HDP için vardır. Diğer partiler yaptıkları ittifaklar nedeniyle, sıfır baraj imkânıyla seçime giriyorlar. Ancak ben HDP’nin, geniş halk kesimlerinden gördüğü ilgi ve destek sayesinde barajı aşacağına inanıyorum. Şu anda halen HDP, baraj sınırında görünüyor. Biz 24 Haziran akşamına kadar durmadan çalışacak ve mutlaka barajı aşacağız. 
 
-İkinci tura ben kalacağım, bunun için çalışıyoruz. Öncelikli hedefimiz budur. Ancak benim diğer adaylara karşı bir önyargım yoktur. Ben ikinci tura kalırsam; bütün muhalif partilere ziyaretler yaparak, onlarla asgari demokratikleşme ilkelerini içeren bir protokol yapmayı ve bu çerçevede beni desteklemelerini talep edeceğim. Ayrıca, bu evrensel demokratik ilkeleri hayata geçirmek üzere oluşturacağım Hükümet’e ve Cumhurbaşkanı yardımcılıklarına dair önerilerini de isteyeceğim. “Gelin ülkeyi beraber yönetelim ve birlikte düze çıkaralım” diyeceğim. Ben tüm adaylara ve partilere bu şekilde giderim. Şimdi asıl soru şudur; “İkinci tura kalacak herhangi diğer bir aday bana ve HDP’ye bu şekilde gelebilir mi?” Her kim kapımızı bu şekilde çalarsa, ülkemizin ve toplumun yararına göreceğimiz ilkesel bir uzlaşmaya kesinlikle kapımızı açarız. 
 
-Ne ben ne HDP hendekleri, barikatları kazmadık, desteklemedik. İlk ortaya çıktığı andan itibaren sürekli diyalog ve ikna yöntemlerini kullanarak sonlanması için yoğun çaba sarf ettik. Hakkâri merkez ve Silvan ilçelerinde de ilk hendekler açıldığında Lice ve Cizre ilçelerinde de bu yöntemlerle başarılı olduk ve hendekler kapatıldı. Benim hendekleri destekleyen tek bir açıklamamı bulamazsınız, yoktur. 
 
ONLARCA İNSANI DİRİ DİRİ YAKMAK MIYDI?
 
-Ama bizim bütün çözüm ve diyalog girişimlerimize rağmen, hem bu yerlerdeki güvenlikten sorumlu bürokrasi, hem de Davutoğlu ve Erdoğan, bu il ve ilçelerde “taş üstünde taş koymayın, diyalogla çözümü de kabul etmiyoruz” diyerek sadece hendek, barikatı açanları değil, bütün sivil halkı düşman gibi gören bir operasyona imza attılar. Neticede aralarında sivillerin de bulunduğu yüzlerce insan yaşamını yitirdi, yüzlerce güne varan sokağa çıkma yasakları ile 500 binden fazla insan göçe zorlandı. Elbette hendek, barikat vb. varsa bunun mutlaka çözülmesi ve ortadan kaldırılması gerekirdi. Ama bunun yolu; tankla, topla bütün şehri yıkmak, insanların yatak odalarına kadar girip duvarlara hakaretler, küfürler yazmak, Cizre’de yapıldığı gibi onlarca insanı diri diri yakmak mıydı? Peki sonra ne oldu? 15 Temmuz’da bir de baktık ki, meğerse bu evleri, insanları yakıp yıkanların tamamı darbeciymiş. Şu anda tamamı darbecilikten içerde! Yani Erdoğan kendi darbecilerine, Kürtlerin evini yıktırarak darbe ortamına zemin sundu. Şimdi kimse neden bunları konuşmuyor da sanki hendekleri biz kazmışız, onca evi barkı biz yıktırmışız gibi sadece bizi suçluyor acaba? Üstelik 15 Temmuz’dan hemen önce TBMM’den çıkarılan özel bir yasayla Cizre’yi, Sur’u yakıp yıkanlara cezasızlık hakkı da tanındı. Şimdi hiçbir darbeci Sur’da, Cizre’de yaptıklarından dolayı yargılanamıyor bu yasa nedeniyle. 15 Temmuz’da 251 kişiyi canlı yayınlarda katledenlerin, sokağa giriş ve çıkışın ya da tek bir kameranın olmadığı Sur’da, Cizre’de Kürtlere karşı acımasızca, hukuk dışı davranmış olabileceğine inanmayanların vicdanından şüphe ederim. 
 
-Biz hem hendek, barikata, hem de bu gerekçeyle yapılan AKP zulmüne aynı anda karşı çıktık. Fakat Türkiye toplumuna bizim bu eleştirilerimiz hendeğe destek olarak sürekli servis edildi. Maalesef ki biz de, o dönemde derdimizi iyi anlatamadık. Ayrıca, hendeklerin kapatılması girişimlerimizde daha ısrarcı ve cesur olabilmeliydik. Bu noktada kamuoyu desteğini oluşturmada biraz da eksik kaldık galiba, buna güç getiremedik. Zamanında ve doğru siyasi müdahaleler yapamadık. AKP’nin hendekleri bahane ederek 1 Kasım seçimlerine ağır bir savaş ve korku ortamına Türkiye’yi sürüklemesini önleyemedik. Bunlar bizim eksiklerimiz oldu. 
 
-Bizim PKK ile organik, örgütsel bir ilişkimiz olsaydı, bunu korkmadan, saklamadan söyleyecek kadar cesur ve dürüstüm. PKK ile HDP ya da benim aramızda ne bir örgütsel ve talimat ne de bir organik bir ilişki kesinlikle yoktur. Biz Türkiye’ye demokrasi, Kürt sorununa barışçıl çözüm perspektifi ile PKK’nin kesin olarak Türkiye’ye karşı silah bırakması gerektiğine inanıyor ve savunuyoruz. Bunun da terörle mücadele konsepti ile değil TBMM’nin inisiyatifinde şeffaf, dürüst bir müzakere ile yapılacağına inanıyoruz. Diğer partilerden temel farkımız budur: Yani tüm partiler son 40 yıldır “son teröristi de öldürünceye kadar savaşalım” diyor. Biz ise “ikna edip dağdan indirelim” diyoruz. Bu da bizi PKK üyesi yapmaz sanırım, sadece serinkanlı, gerçekleşebilir, demokratik bir önerinin sahibi yapar. 
 
FATİH PORTAKAL'A SİTEM
 
Demirtaş, Fatih Portakal'ın sorularına yanıt verirken ise sitemlerini de iletti. 
 
-Sayın Portakal benim Türkiye’nin her sorununa dair çözüm önerilerim ve projelerim var. HDP ise bu önerileri parlamentoda çözüm için savunmak adına daha kapsamlı bir programa sahiptir. Eş başkanlarımıza bunları uzun uzun anlatma fırsatı vereceğinize inanıyorum. Ama bana sadece PKK ve Kürt sorunu hakkında sormuşsunuz. Burası hepimizin ortak evi, ortak vatanıdır. Türkiye’nin iyiliği hepimizin iyiliğidir. Bizler de bu toprakların öz evlatlarıyız ve her karışını seviyoruz. Ülkemizin her rengini, her kimliğini, her inancını kardeşimiz, eşit olması gereken yurttaşımız olarak görüyoruz. Türkiye’nin her yerinde az ya da çok oy alıyoruz, her yerinden destek görüyoruz. Bizi Türkiyeli yapan şey Türkiye’nin bütün kesimleri ile kurabildiğimiz diyalogdur. Türkiyeli olmakla “Türkçü” olmayı karıştırmamak gerekir. Biz ne Türkçüyüz ne de Kürtçüyüz. Yüzde 0,1 oy alan ırkçı ve Türkçü bir partinin Türkiyeliliği sorgulanmıyor da yüzde 13 oy alan HDP’nin neden habire Türkiyeliliği masaya yatırılıyor ki? Biz ısrarla Türkiyeliyiz dedikçe ısrarla hayır değilsiniz diyerek ötelemenin kime ne yararı olabilir ki? Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusundan toplamda yüzde 1 bile oy alamayan MHP’ye kimse sen Türkiye partisi değilsin demiyor. Kürtleri yok sayarak ülke nüfusunun yüzde 25’ini yok saymış olan partilere de kimse sen Türkiye partisi değilsin demiyor. O halde HDP’yi de bu şekilde yargılamayı bir kenara bırakmalıyız artık. HDP’yi her türlü eleştiriye tabi tutalım ama ötekileştirmekten de uzak duralım. HDP Türkiye için önemli bir şans ve fırsattır. Daha iyi bir HDP için yapalım eleştirilerimizi, daha Türkçü olması için değil. Netice olarak HDP bir Türkiye partisidir ve bu da iyi bir durumdur. 
 
-Sanırım biz PKK konusunda kendimizi yeterince açık ve doğru ifade edemedik. 1993-94’lerde daha ben üniversitedeyken TV’lerde DEP milletvekillerine sürekli olarak şu soru sorulurdu “PKK terör örgütü müdür? Kınıyor musunuz? Kınamıyor musunuz? Bunu söyleyin sadece, sizden başka bir şey duymak istemiyoruz, evet veya hayır deyin” diye ısrar edilirdi. Ben büyüdüm, siyasete girdim, hapse girdim, aradan 25 yıl geçti ve Fatih Portakal cezaevine bana soru gönderdi, ama yine aynı soru. Evet aynı soru çünkü aynı sorunlar hala devam ediyor. Bunda bir tuhaflık yok mu sizce de. Bir sorun alanının bunca yıldır çözülememiş olması sizin ya da benim hatam mıdır? Siz de ben de büyüdük ve şimdi aynı meseleyi aynı minvalde yine konuşmaya çalışıyoruz. Ben bu kısır döngünün değişmesi gerektiğine inanıyorum. PKK’nin terör örgütü veya silahlı şiddet örgütü ya da özgürlük hareketi olup olmadığını bir birimize kabul ettirmeye çalışmak yerine sonuca odaklansak ve hem Kürt sorununu demokrasiyle çözsek hem de PKK’yi bir barışla dağdan indirsek çok daha yararlı bir iş yapmış oluruz. 
 
-Ama yine de şunu açıkça belirteyim, biz PKK’nin şiddetini, silahını meşrulaştırmak, normalleştirmek gibi tutum içinde olmadık, olamayız. Silaha, bombaya, şiddete, açık ve net bir tutumla karşıyız. Terör ise şiddet başlığının alt bir başlığıdır ve şiddet türlerinden sadece biridir. Siz şiddetin alt bir türü olan terör şiddetini sorunun bizatihi kendisi olarak kabul ederseniz bu durumda sorunun ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal boyutlarına dair hiçbir çözüm üretemezsiniz. Meseleye sadece “terörle mücadele anlayışı çerçevesinde yaklaşabilirsiniz.” Bu da durumu iyice içinden çıkılmaz hale getirir. Hükümetlerin terörle mücadele adı altında aşırı şiddeti, ağır hak ihlallerini de örtmüş olursunuz. Oysa şiddetin sosyolojik nedenini doğru teşhis edebilirseniz çözümü yani tedaviyi de doğru yapabilirsiniz. Biz PKK meselesine salt terör penceresinden bakılmasın derken, Kürt sorununu ve bunun ortaya çıkardığı sonuçlar açısından da bakılsın diyoruz. 40 yıldır sadece terör ve terörle mücadele diyenlerin meseleyi nasıl da içinden çıkılmaz hale getirdiğini hep birlikte üzüntüyle izliyoruz. Bir kere de bize kulak verin, şans verin, oy verin deneyin bakın nasıl da 1 yıl da sorunları çözüyoruz. Yoksa bu ülkenin gencecik askeri de polisi de sivili de dağa çıkmış genci de ana baba evladıdır ve hepsinin canını, malını güvence altına almak, bu savaşı durdurmak her siyasetçinin onur borcudur. Biz sivil demokratik siyasette ısrarcıyız, silaha karşıyız, bu nettir. 
 
KLİŞE SÖZLERDEN ÇIKMAK LAZIM
 
Stüdyoda bulunan Pervin Buldan ve Sezai Temelli'ye de “PKK ile bağlantınız var mı?" sorusu yöneltildi. Buldan, “PKK ile herhangi bir bağlantımız yok. Bir dönem çözüm için gidip görüşmüş biriyim” dedi. Buldan, Fatih Portakal'ın "PKK'yı terör örgütü olarak görmüyorsunuz" sorusuna da şu yanıtı verdi: “Klişe sözlerden söylemlerden çıkmak lazım. Her iki taraftan insanlar ölüyor. Savaşta kimin kimi vuracağı belli değil. Meseleye sürekli terör meselesi olarak bakmak meseleyi çözümsüzlüğe iter. Bu ülke barış ve çözüm süreci olan bir 3 seneye tanıklık etti.”
 
Portakal, çözüm sürecinin samimi bir süreç olmadığını ifade ederken, Buldan şunları söyledi: “Biz çok samimiydik. İktidar bir adım attı ama bu adımın atılmasına Sayın Öcalan vesile oldu. Hükümetin, HDP'nin KCK'nin Öcalan'ın içinde olduğu bir döneme tanıklık ettik. Çok kıymetli bir süreçti. 3 yıl boyunca cenazeler gelmedi. En son tam çözüm aşamasına gelmişken süreç ne yazık ki Erdoğan'ın ‘Dolmabahçe mutabakatını’ tanımıyorum sözleriyle süreç sona erdi. En son ben İmralı'ya gittim. Öcalan '3. gözlem heyeti gelmelidir. Dolmabahçe Mutabakatı tartışılmalıdır. Bu yapılırsa ben PKK'ye silah bırakma çağrısı yapacağım' dedi.