23 Nisan 2024 Salı

Tezer Marmara yazdı: Meydanların ve mezarların hafızası

Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk kitabında "Düşman kazanacak olursa, ölüler bile payını alacak bundan" diye yazar. Günlerdir tanık olduğumuz mezarlara yönelik bu saldırganlık, Kürt düşmanlığının geldiği boyutu gösterdiği kadar halkın kolektif hafızasını da hedefliyor. Çünkü, mekanlar, kolektif hafızayı kurarlar. Örneğin, Cumartesi Annelerinin eylemi ile Galatasaray Meydanı, devletin kaybetme saldırısı ve saldırıya karşı "adalet" ve "hakikat" direnişinin kurulduğu mekandır.

İçinden geçtiğimiz olağanüstü günler, ezilenler için istisna değil, geneldir, olağandır. "İstisna" gibi sunulan her şey, ya kapitalizmin ya faşizmin ya da sömürgeciliğin karakteristiğidir, olağan halidir.

AKP iktidarının, "ölüler ile savaşı" da, Saray faşizminin istisnası değil, olağanı. Cansız bedeni bir zırhlı aracın ardından sürüklenen Hacı Birlik, cansız bedeni soyularak teşhir edilen Ekin Wan, cansız bedeni 7 gün boyunda sokak ortasında bekletilen Taybet Ana, cansız bedeni kokmasın diye buzdolabında saklanan Cemile Çağırga ve daha nicesi.

Yaşamak zorunda kaldığımız bu düzenin içine gömüldükleri bataklığın çürümüş dipsizliğini, "betona gömülen cenazeler" olayında gördük. Bitlis'teki Garzan Mezarlığı'ndan 19 Aralık 2017 tarihinde iş makineleriyle çıkarılan 267 cenaze, aylarca Adli Tıp Kurumu'nda bekletildi. Sadece 21 cenaze, ebedi mekanlarına defnedilmek üzere ailelerine teslim edildi. 261 cenazenin ise, Kilyos Mezarlığı'nda kaldırıma gömüldüğünü gösteren fotoğraflar ortaya çıktı. Mezopotamya Haber Ajansı'nın yayınladığı görüntülerin en can yakanı ise, 261 insandan geriye kalanların plastik saklama kaplarına konulması…

Bu insanların bu şekilde gömülmesi Saray rejiminin çok özel bir politikası. Cengiz Demir ve Hüseyin Döner'den geriye kalanlar ailelerine teslim edilmemiş ve o görüntüler şans eseri çekilmemiş olsaydı, bu 261 insan bir belirsizliğe, hiçliğe gömülmüş olacaklardı.

Saray'ın tüm Kürt kentlerinde gerillalara, devrimcilere ait mezarlara yönelik merkezi ve planlı saldırı politikasının amacı da bu. Bir halkı, mezarsız bırakarak, belirsizliğe, hiçliğe mahkum etmek, o mezar üzerinden geçmişi ile kurduğu bağları keserek kolektif hafızasını yok etmek.

Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk kitabında "Düşman kazanacak olursa, ölüler bile payını alacak bundan" diye yazar. Saray henüz son muharebeyi kazanmış değil. Ancak kazanmak için her türlü şiddeti uygularken, halkların mücadele tarihini yok ederek, tarihi kendi istediği gibi yeniden yazmak istiyor. Bunun yolu da unutturmaktan geçiyor.

Günlerdir tanık olduğumuz mezarlara yönelik bu saldırganlık, Kürt düşmanlığının geldiği boyutu gösterdiği kadar halkın kolektif hafızasını da hedefliyor. Çünkü, mekanlar, kolektif hafızayı kurarlar. Örneğin, Cumartesi Annelerinin eylemi ile Galatasaray Meydanı, devletin kaybetme saldırısı ve saldırıya karşı "adalet" ve "hakikat" direnişinin kurulduğu mekandır. Bu nedenle, ilk oturma eyleminin yapıldığı 27 Mayıs 1995 tarihinde bu yana sayısız kez polisin saldırısına maruz kaldı. En son Saray'ın İçişleri Bakanı Soylu'nun talimatıyla 700. gününden bu yana özel bir saldırganlığın hedefi oldu. 

Mezarlar da, meydanlar gibi, iktidarların unutturma politikalarına karşı hatırlamanın direniş mekanları gibidir. Kolektif hafıza, toplumsal süreçlere bağlı bir mücadele alanıdır. Başka bir ifadeyle, geçmişin olduğu gibi korunması değildir, toplumun inşa ettiği biçimde geçmişin her an canlanmasıdır. Bu nedenle de geçmişe dair anıların toplamı değildir. Bugünün geçmişle ilişkisinin belirlenmesidir. Bu ilişki, yarına giderken de yol gösterici olur. Çünkü hafıza geçmiş ile geleceğin bilgisine dayanır.

Mezarların bu misyonu nedeniyle, devlet, "mezarsız" bırakmayı özel bir politika olarak uyguluyor. Seyit Rıza'nın mezar yeri, üzerinden geçen o kadar yıla rağmen hala açıklanmış değil. Neden? Çünkü, o mezar yeri olsaydı, sadece Dersim soykırımı değil, o soykırıma karşı direniş de hatırlanmış olacaktı.
 
Bugün devletin Kilyos'ta kaldırımın altına gömerek, aslında mezarsız bıraktığı o 261 kişi de devlete karşı direnişin simgesi oldukları için tamamen ortadan kaldırılmak isteniyorlar.

Bugün yıkılarak yerle bir edilen o mezarlıklar, çözüm süreci müzakeresi günlerinde 2013'te inşa edildi. 2015'e kadar da bu inşa süreci devam etti. Halkın sık sık ziyaret ettiği, çiçeklendirdiği, gül bahçesine çevirdiği bu mezarlıklar, halkın direniş tarihi ile kurduğu mekanlardı. 

Oğlunun kemiklerini bir kargo kutusunun içinde 45 lira karşılığında alan anne Halise Aksoy, "Bu kemikler fidan açacak, filizlenecek, çoğalacak" diyor. Yaşadığı acıya teslim olmayan, "kaderin derinliklerine yuvarlanmak yerine, isyan yokuşunu tırmanan" bir iradeye iyi bakın. Çünkü bu irade var olduğu sürece, anneler, evlatlarının, mezarlarını, ışığa dönen pervaneler gibi dünyanın neresinde olursa olsun aramaya devam edecekler.