30 Ekim 2024 Çarşamba

Tezer Marmara yazdı | Halaya devam!

Halay; kolektif olarak coşkunun, neşenin, heyecanın ifade edilişi, bir direniş biçimi ve devrimci bir eylemdir. Hapishanelere yönelik katliam saldırılarına karşı tek direniş aracı bedenleri olan devrimci tutsakların halaya durması bir film sahnesi değildir, direniş gerçeğidir.

Afrikalı Amerikalıların cazı, Portekizlilerin fadosu, Latin Amerikalıların tangosu, Lazların horonu, Egelilerin zeybeği varsa Kürt halkının da halayı var. Elbette, Kürt kentleri dışında, Türk kentlerinde de halay kültürü yaygın. Bizim köydeki düğünlerin finali, "Yağmurlu bir günde tanıdım seni/Sevgilim ne çabuk unuttun beni" sözleriyle yavaş yavaş başlayan ve hızlanan bir halayla olurdu.

Ancak halay denilince akla, Kürt halkı geliyor. Bunda bir halk dansı olarak halayın geçirdiği dönüşümün etkisi var.

Halay; kolektif olarak coşkunun, neşenin, heyecanın ifade edilişi, bir direniş biçimi ve devrimci bir eylemdir. Hapishanelere yönelik katliam saldırılarına karşı tek direniş aracı bedenleri olan devrimci tutsakların halaya durması bir film sahnesi değildir, direniş gerçeğidir. Üniversite kampüslerinde, işçi direnişlerinde, grev alanlarında, kent meydanlarındaki eylemlerde, "Omuzdan tutun beni, halaya katın beni" diye başlayan halay, omuz omuza, el ele verdiği yoldaşın ya da arkadaşınla bir arada olmanın gücünü gösterir. Bu haliyle halay ideolojik-politik bir anlam kazanır.

Faşist şeflik rejiminin halaya ve Kürtçeye karşı yürüttüğü savaş, halayın bu karakteristik özelliğinin yanı sıra güncel, ideolojik ve politik hedefler de içeriyor elbette.

Bu son yasaklar, Ekim 2014'de MGK'da alınan "çöktürme planı" ve 20 Temmuz Suruç katliamı ile pratik olarak başlayan yeni savaş sürecinin parçasıdır. Bu savaşın temel hedefi, başta gerilla olmak üzere, Kürt halkında örgütlülüğe ve direnişe dair ne varsa ortadan kaldırmak. Kürt özgürlük güçlerini ve devrimci hareketi tasfiye etmek, yok etmek. Bu amacına ulaşmak için kimyasal silah kullanımı ve kitle katliamları dahil sömürgeci terörün her türlüsünü uyguluyor. Bu fiziki imha planına özel savaş yöntemleri de uzunca bir süredir sistematik olarak eşlik ediyor. Özellikle Kürt kentlerinde madde bağımlılığının yaygınlaştırılması, genç kadınlara uzman çavuşlar eliyle tuzak kurulması, gençlerin mafyaya, çetelere özendirilmesi gibi çeşitli özel savaş yöntemleri devrede.

Faşist şeflik rejimi, kültürel bir hegemonya kurma ihtiyacını da duyuyor. Çünkü, kullandığı bu kadar yoğun şiddete rağmen, meşruiyet sorununu çözemiyor, kitleler üzerinde sürekli ve tam bir hegemonya kuramıyor, mezar sessizliğini sağlayamıyor. Erdoğan, bu eksikliği 2017 yılında yaptığı bir konuşmada, "Biliyorsunuz siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz, 14 yıldır kesintisiz siyasi iktidarız. Ama hala sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var" sözleriyle itiraf etmişti. 2017'den bugüne ideolojik kültürel hegemonya için çok şey yaptılar. Bunların başında da yasaklar geldi. Hatırlayacaksınız, iki yıl kadar önce peşi sıra konserler, tiyatrolar yasaklandı. Kararları yerel mahkeme ya da yöneticiler alsa da saraydan belirlenmiş bir merkezi politikaydı.

Hitler faşizmi ideolojik ve kültürel hegemonya için insanlığın birikiminin ifadesi milyonlarca kitabı, kent merkezlerinde şenlikler düzenleyerek ateşe vermişti. Tarihi yeniden yazmak, toplumsal belleği kendi yazdıkları tarihle sıfırdan inşa etmek istiyorlardı. Sinema sektörü Propaganda Bakanı Goebbels'e bağlanmıştı. Film senaryolarından kitaplara her şey Goebbels'in bizzat elinden geçiyordu. Başbakanlığa bağlı olan Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü 2018 yılında kapatıldı, faşist şef Erdoğan'a bağlı İletişim Başkanlığı kuruldu. Bu kurumu şimdi Goebbels hayranları yönetiyor.

Kürtçeye ve halaya yönelik bu son yasaklar, halkın aynı zamanda düğün ya da sahilde eğlenmek gibi gündelik hayat pratiklerine yönelik bir saldırı anlamına da geliyor. Faşizm, halkın gündelik hayatını da dönüştürmek zorunda. DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, salı günkü basın toplantısında, "Playlist verin, o müzikleri dinleyelim o zaman" dedi. İktidarın buna gücü yetse gerçekten de "Bu playlist dışında bir şey dinlenmeyecek" diye fetva bile gelir saraydan. Seçtikleri listenin başında da müziği Kürtçe bir türküden aşırma olan "Ölürüm Türkiyem" yer alırdı.

Sömürgeci saldırıların, işgal ve ilhak politikasının hedefi olan Kürt halkının, kendi dilinde yaşama hakkına yönelik bir saldırı bu. Bu yönüyle bir sömürgeci saldırının yanı sıra yaşam tarzına yönelik bir saldırı olarak da görülmeli. Çünkü yaşam tarzı dediğimiz şey, bir varoluş biçimidir. Buna günlük yaşam alışkanlıkları, ritüelleri, kılık kıyafet de dahildir. Şort giyen ya da otobüste gülen kadınların saldırıya uğraması, sahilde eğlenen gençlerin dövülmesi, kedi besleyen bir kadının darp edilmesi… Sayısız örnek söz konusu. Bu saldırılar da özel olarak örgütleniyor. Amed'de geçtiğimiz günlerde Hizbullah artığı Hüdapar çeteleri, genç kadınların gidip geldiği iki kafe ile Koşuyolu Parkındaki modern dans gösterisine saldırdı.

Bu durumda bir yandan Kürt halkının kendi dilini kullanma, kendi halayını çekme hakkının yanında durmak, diğer yandan faşist iktidarın, insanı, hayatı, doğayı "tek tipleştirme" saldırısının karşısında durmak için özgürlük halaylarını büyütmek gerekiyor. Halay tutuklamalarına karşı gündelik hayatın her alanını politik halay duruşuyla karşılamak sömürgeci faşizmin pervasız saldırılarına anlamlı bir cevaptır. Öyleyse halaya devam, faşizme karşı yeni kavgaya selam!