23 Nisan 2024 Salı

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Emperyalizm ve virüsler

Yağmur ormanlarının talanı, doğanın sınırsız yağması, tek ürüne yönelik tarımın gelişmesi ve tarım çeşitliliğinin ortadan kaldırılması, iklimlerdeki değişmeler şiddetli yağmurlar binlerce yıllık virüslerin serbest kalmalarına neden oluyor. Kısaca tıpkı sermaye gibi virüslerde globalleşiyor.

Globalleşme ya da Türkçe söyleyişle küreselleşme, 1990’lardan bu yana dünyada olup bitenleri açıklamaya yarayan ve emperyalizm yerine kullanılan temel sözcük haline geldi. Sosyalizmin çözülüşü; sömürü, sosyalizm, emperyalizm ve sınıf mücadelesi gibi kavramların geçerliğini yitirdiği yollu ideolojik saldırıyı etkin hale getirmişti çünkü. “Emperyalizm” Ergin Yıldızoğlu’nun çok güzel ifade ettiği gibi, hem öznesi olan bir seri etkinliğe, hem de bir egemenlik ve bağımlılık ilişkisine işaret ediyor. Emperyalizm kavramı bize gelişmiş kapitalist ülkelerin egemenlik ve kontrol sağlayıcı etkinliği hakkında bilgi veriyor. Bir karşı etkinlik olarak “antiemperyalizmi” çağrıştırdığı için baştan bir müdahale ve karşı çıkma olanağına işaret ediyor.

“Globalleşme” kavramı emperyalizmin yerine kullanıldığında tüm söylemin anlamı birden değişiyor. Globalleşme öznesiz, kendiliğinden ve doğal görünen bir sürece işaret ediyor. İçinde karşıtını barındırmayan “tarafsız” bir sözcük. Hiçbir direniş olanağını içermediği için, burjuvazi bakımından emperyalist hegemonya mücadelesinde kullanılan önemli bir silah oluyor. Dünyayı anlamak ve açıklamak için daha kapsayıcı ve globalleşme kavramının ifade ettiği süreçleri de içeren “emperyalizm” kavramını tercih etmek gerekiyor.

Küreselleşme, kapitalizmin temel özelliklerinden biri aslında. Yeni bir yanı yok. Marks 1848 tarihli “Komünist Manifesto”da “Üretimin sürekli yenilenmesi, tüm toplumsal koşulların sürekli bozulması, sürekli belirsizlik ve tedirginlik burjuvazi çağını ötekilerden ayırır... Ürettikleri için sürekli Pazar bulma gereği, burjuvaziyi bütün dünyaya yayar. O her yerde yuva kurmalı, her yere yerleşmeli ve her yerle ilişki kurmalıdır” diyordu. Ve kapitalist üretim biçiminin boyun eğdirici misyonunu vurgulayarak; “Tek sözcükle o, kendisi gibi görünecek bir dünya yaratır” diye ekliyordu. Olan budur.

Artık ekonomik gelişmeleri anlatırken kullandığımız, temel referanslardan biri haline gelen küreselleşme, bilgi işlem teknolojilerindeki olağanüstü gelişmeler sonucunda, sermayenin dolaşımının son derece hızlanması ve yeni yatırım araçlarının etkinliğinin artması anlamına geliyor. Bu sayede global düzeyde karar veren, çeşitli ülke pazarlarına hızla girip çıkan yatırımcılar ve engelsiz sermaye dolaşımı gerçekleşiyor. Soğuk Savaş'ın sona ermesi üzerine ilan edilen Yeni Dünya Düzeni ise ortamın ideolojik olarak hazırlanmasını sağlıyor. İddiaya göre; ekonomik ve politik liberalizm sosyalizme karşı sürdürdüğü savaşı kazanmıştır. Böylece; serbest piyasa miti egemen hale geliyor. "Piyasanın gizli elinin işleyişi her türlü insan akimın ekonomik düzenleme çabasından daha iyi ve güvenilir" sayılıyor.

Bu politikanın öncelikli sonucu, Afrika, Latin Amerika ve Asya’da dünyanın tüm yoksullarına dünya ekonomisiyle bütünleşmek için “Yapısal Uyum Programları” dayatmak oldu. Bu programların amacı; özelleştirme, devletin sosyal görevlerinden arındırılması, iç pazarın dış rekabete açılması, yabancı sermayenin ve ihracatın teşviki, kaynakların tamamına yakınının dış borç ödenmesine ayrılması, serbest dolaşımının sağlanması, kısaca; çok uluslu tekellerin önündeki hukuksal ve ekonomik tüm engellerin kaldırılmasıydı. Bu politikaların dünyanın yoksul halkları açısından anlamı; zenginlik ve yoksulluk arasında gittikçe büyüyen bir uçurum, iç savaş, işsizlik, açlık, yoksulluk,kıtlık, çevre felaketleriydi. Kapitalizmin bu dizginsiz yükselişi, bilim insanlarının iddiasına göre yarattığı koşullarla virüslerin de yükselişine neden oldu.

(...)

Yoksulluk, açlık, bozulan ekolojik dengeler ve sağlıkta sosyalizasyona son verilmesi nedeniyle “öldüren hastalıklar” geri geliyor. WHO (Dünya Sağlık Örgütü), 1996 yılında, “Bulaşıcı hastalıklarda bir dünya krizinin eşiğindeyiz” açıklamasını yapmıştı. Dünyada her gün 50 bin kişi kolera, sıtma, verem, tifo gibi önlenebilir bulaşıcı hastalıklardan ölüyor. Dünyanın Yeni Efendileri adlı kitabın yazarı John Pilger, IMF politikalarının yaklaşık 1 milyon insanın öldürüldüğü bir kan banyosu sonucu yerleştirildiği Endonezya’yı anlatıyor. Cakarta kenti, İhracat İşlem Bölgeleriyle (EZP) çevrili. Bu bölgelerde, İngiltere’nin ünlü caddelerine, Kuzey Amerika ve Avustralya’ya satılan GAP Nike, Reebok, Adidas gibi marka giyim ve spor malzemeleri üretiliyor. Bu büyük tekellerin fabrikalarında emekçiler 72 sent yani yaklaşık 1 dolar ücretle çalışıyor. Bu, ülkedeki asgari ücret. Ve sürekli yoksul yaşamak anlamına geliyor. İşçiler, fabrikanın etrafındaki kamplarda oturuyor. Aralıksız 36 saat vardiyada kalan işçiler var. Çalışma saatleri talebe ayarlı. Barakalar son derece derme çatma. Bekarlar uzun koğuşlara tıkılmış durumdalar. Emekçiler aileleriyle birlikte açıkta, taşan lağımlar ve kirli sularla iç içe yaşıyorlar. Kazandıkları paranın yarısı içme suyuna gidiyor. Evlerinin etrafından Hollandalı sömürgecilerden kalma su kanalları geçmekte. Sonuç sivrisinek üreten bir çevre felaketi. Sivrisinekler kamplara ateşli ve öldürücü bir hastalık yayıyor. “Kamplarda yetersiz beslenen çocuklar için bu hastalık ölüm demek. Bu bir küreselleşme hastalığı, işçi kampları büyüdükçe ve kırsal alandan insanların iş bulmak için göç ettiklerinde bu zararlı haşeratı da beraberlerinde getirmeleriyle ortaya çıktı” diyor John Pilger. 

Sürekli zehir solumaya yol açan bir hava kirliliği, hücre kadar odacıklarda vardiyaya göre ayarlanmış bir yaşam biçimi... Barınma imkanı ve sağlıkla ilgili düzenlemeler, kamplar fabrikaya dahil sayılmadığı için çok uluslu firmayı ilgilendirmiyor. Yani her iş kitabına uygun. Gıda ve yakıt maliyetleri çok yüksek. Suyu temizlemek için kaynatmanın maliyeti bile 1 sterlin. Ve bu durumda olanlar bile kendini şanslı sayıyor. Çünkü ülkede 36 milyon işsiz var. İşte Endonezya mucizesinin ardında bu gerçek var. Ve emekçiler açısın¬dan globalleşmenin anlamı bu. 

Son yıllarda, IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların ve yerel hükümetlerin yaptığı serbest piyasanın işleyişinin önündeki engelleri kaldırmak, ekonomiye politik müdahaleyi en aza indirmek oldu. Yoksulluk ve açlığın bunca yayılmasında dayatılan Yapısal Uyum Programları’nın rolü büyük. Özelleştirme, serbestleştirme ve sosyal içerikli dağıtım programlarının ortadan kaldırılması kısaca serbest piyasa ve kâr dürtüsüyle işleyen global ekonominin sonuçları kitleler bakımından tam bir yıkım. Tekeller, artık iş gücünün ucuz olduğu, ekolojik dengenin ve çevre sorunlarının dikkate alınmadığı yerlerde ucuza üretip, pahalıya satıyorlar. Yeryüzünün bu biçimde talan edilmesi sonucu dünya gittikçe daha fazla yaşanmaz hale geliyor. Dünya nüfusunun yüzde 10’u aç. 1995 yılı içinde 4.5 milyon kişi solunum yolu enfeksiyonlanndan, 3.1 milyon kişi veremden, 3.1 milyon kişi tifo, kolera, dizanteri ve ishalden ölmüş. AIDS’e Karşı Birleşmiş Milletler Programı’nın verilerine göre, yaklaşık 23 milyon insan AIDS’in pençesinde. Ve bu hastaların yaklaşık yüzde 63’ü Orta Afrika’da bulunuyor. 1,1 milyon kişi Hepatit-B’nin yol açtığı hastalıklardan 1 milyon kişi ise AIDS’den ölmüş durumda.

Virüslere gelince; küreselleşmenin yarattığı ortamın ürünü olduğu düşünülüyor. Virüslerin gündeme gelişi çevre koşullarının insan etkisiyle bozulmasına bağlanıyor. Bu durumda tedavisi, kaynağı ya da taşıyıcısı bilinmeyen hastalıklar ortaya çıkıyor. İngiliz Financial Times gazetesinin 28 Ekim 1995 sayısındaki Katil Mikropların Dönüşü adlı makalede şöyle yazıyor; “Gelişmekte olan ülkelerin hızlı, ancak alt yapıdan yoksun olarak büyüyen şehirlerin kötü yaşam koşulları içinde ve ilaç şirketlerinin kontrolsüz ilaç, özellikle antibiyotik kullanımını teşvik ettikleri bir ortamda, yeni virüsler ortaya çıkıyor, çoğalma ve yayılma şansı elde ediyor. Bu arada da bağışıklık kazanarak daha da öldürücü hale geliyor." Virüsü ortaya çıkaran ve yaygınlaştıran ortamı emperyalist kapitalizm yaratıyor. Günde 1 doların altında bir parayla yaşamak zorunda kalan 1.3 milyar insan var ve suyu temizlemek için kaynatmanın maliyeti 1 sterlin. Fazla söze gerek yok aslında.

Virüsler için uygun ortamı yoksulluk ve yoksunluk oluşturuyor. Geçtiğimiz yıllarda Nikaragua’da ortaya çıkan bir virüs salgınında insanlar ciğerlerine kan dolduğu için kendi kanlarında boğularak öldüler. Hastalık kurak bir bölgeye şiddetli yağışların düşmesinden sonra gündeme geldi. Virüsün sivrisinek ve diğer tropik sineklerin çevre koşullarının değişmesiyle mutasyona uğraması sonucu ortaya çıktığı tahmin ediliyor. 1990’da Sao Paula’da Sabia, 1992-93’te Sin Nombre (adı yok demek), 1994’te Bolivya’da Muchapo, Arjantin’de Junin, 1995’te Zaire’de Ebola etkinliğini bildiğimiz virüsler. Son günlerin büyük kabusu ise Hongkong’da ortaya çıkan Sars. “Sars”la birlikte virüsler yeniden gündemimizi işgal etmeye başladı. Globalleşme, kapitalizmin başı boş yaygınlaşması demek. Denetimsiz ve anarşist yayılma tüm ekolojik dengeleri alt üst ediyor. Yağmur ormanlarının talanı, doğanın sınırsız yağması, tek ürüne yönelik tarımın gelişmesi ve tarım çeşitliliğinin ortadan kaldırılması, iklimlerdeki değişmeler şiddetli yağmurlar binlerce yıllık virüslerin serbest kalmalarına neden oluyor. Kısaca tıpkı sermaye gibi virüslerde globalleşiyor.

Virüslerin DNA yapısı çevreye sistematik olarak uyum sağlamaya yatkın. Dolayısıyla virüsler ve mikroplar antibiyotikler karşısında çabucak bağışıklık kazanabiliyorlar. Ve bölünerek çoğaldıklarından değişim bir türden diğerine aktarılabiliyor. Tehlikeleri buradan geliyor. Ekolojik dengelerin bozulması hastalığı yaratan çevre koşullarının sürmesi yeni virüslere kapı açmış görünüyor. 

(...)

Bugüne dek salgına yol açan tüm virüslerin dünyanın geri kalmış yörelerinde ortaya çıkması virüslerin çevre tahribatı, yoksulluk, sağlık harcamaları yokluğuyla bağlantısını ortaya çıkarıyor. İster laboratuvarda üretilsin, ister doğal yollarla gelişsin virüslerin böyle atağa geçmesini kapitalist emperyalizmin ölümcüllüğünün göstergesi saymak ve insanlığı yaşatabilmek için öncelikle kapitalizm virüsünün kökünü kazımak gerekiyor.

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın "Emperyalizm, Küreselleşme ve Yalanlar" kitabında yer alan bu yazısı, kısaltılarak yayınlanmıştır.