21 Aralık 2024 Cumartesi

Serpil Arslan yazdı | İran-İsrail çatışmaları neye işaret ediyor?

İran, Suriye'deki konsolosluk üzerinden doğrudan kendine yönelen saldırıya karşılık vererek askeri teknik gücünü göstererek sınırları içinden oldukça uzak mesafedeki İsrail'i vurarak, Aksa Tufan'ından sonra ikinci kez, "Demir kubbe geçilemez" mitini yıkmış oldu. Aynı zamanda İsrail ile birlikte hareket eden Ürdün gibi ülkelere de mesaj vermiş oldu. İsrail'in ABD ve batılı burjuva devletlerin yardımı olmadan İran ile savaşamayacağını da gözler önüne serdi.

Emperyalistler arası rekabetin alabildiğine boyutlanarak kamplaşmaların daha fazla belirginleştiği bugünlerde İran-İsrail arasındaki gerilim ve çatışma bir dizi yeni tartışmayı beraberinde getirdi.
Her ne kadar çatışmaların aktörleri İran, İsrail olsa da esasen giderek daha fazla belirginleşen emperyalistler arası rekabet ve bunun koşulladığı çatışmalar olduğunu gösterdi.

1 Nisan'da İsrail'in Suriye'deki İran konsolosluğunu vurarak, ikisi general olmak üzere 7 İranlının öldürülmesinin ardından gözler İran'ın nasıl yanıt vereceğine çevrilmişti. Ve İran göstere göstere 13 Nisan'da üzerine çokça söz söylenen füzeli misillemeyi gerçekleştirdi. Füzelerin çok önemli bölümü İsrail topraklarına ulaşmadan ABD, İngiltere ve Fransa'nın savaş uçakları tarafından vurularak etkisizleştirilse de Suriye'deki İran konsolosluğunu vuran Necef'teki uçakların havalandığı hava üssü ve birkaç askeri hedef vuruldu. "Danışıklı dövüş, İran başarısız oldu, Netanyahu'nun işine yarar, psikolojik savaş" gibi söylentiler arasında İran Suriye'deki konsolosluk saldırısına yanıtsız kalmayacağını, İsrail'in gök kubbesinin delinebileceğini, 300 füze ile gerçekleştirdiği saldırı ile göstermiş oldu.

Diğer yandan, İran 13 Nisan saldırısını BM'nin 51. maddesine atıf yaparak meşru savunma hakkı olarak gösterdi. ABD'ye mektup yazarak, saldırı öncesinde bölge ülkelerini bilgilendirerek, askeri noktaları hedef alarak daha kapsamlı bir savaşa kalkışmak istemediğini de göstermiş oldu.
İsrail ve İran'ın karşılıklı gerçekleşen saldırılarının ayırt edici yanlarından biri, önce İsrail'in doğrudan İran'ın resmi temsilciliği olan Suriye'deki konsolosluğu hedef alması ve buna karşı İran'ın geliştirdiği misillemenin de İsrail'i doğrudan hedeflemesiydi.

Peki, her iki ülke ne hedefledi?
İsrail'in 1973'ten bu yana sürdürdüğü "yıkılmazlık ve yenilmezlik miti" ilk olarak 7 Ekim'de Filistinli 12 direniş örgütünün planlı saldırısı olan Aksa Tufanı saldırısıyla sarsıldı. İkincisi, İran'ın son gerçekleştirdiği füzeli saldırı oldu. 7 Ekim saldırısı İsrail tarafından Filistin halkına yönelik soykırım saldırılarını yoğunlaştırmak için bir fırsata dönüştürülmeye çalışıldı. İsrail, 34 bine yakın Filistinlinin katledilmesine rağmen işgalden istediği sonucu alamayarak zor durumda kaldı. ABD ve batılı emperyalist devletlerin silah ve lojistik desteğine rağmen İsrail, direniş hareketini durduramıyor ve istediği sonucu elde edemiyor. İsrail'de, 7 Ekim saldırısından önce Netanyahu hükümetine olan güvensizlik daha da arttı.

İsrail'de savaş karşıtı hareket güçlenirken, soykırımcı vahşet hem halk hem de muhalefet tarafından daha fazla eleştiri almaya başladı. Uluslararası alanda, İsrail'in Gazze'ye yönelik vahşi saldırılarına yönelik öfke arttı. Öyle ki işgali destekleyen emperyalist ülkelerden, İngiltere ve Almanya'da yüz binler sokaklara çıkarak İsrail'i protesto ederek Filistin halkı ile dayanışma içerisine girdi.

Netanyahu'nun hem 7 Ekim saldırısını öngörüp tedbir almayışı, İsrailli esirleri kurtarmak için yeterince çaba sarf etmemesi, 7 aydır süren Gazze işgalinden sonuç alamaması, özellikle merkez ve sol seçmenler arasında öfke yarattı. Son anketlerde Netanyahu'nun sırtını dayadığı dindar siyonistler arasında güç kaybetmesi ve bu kesimlerin merkez partilere yönelmesi, İsrail'deki yönetim krizinin derinleştiğini gösteren başkaca faktörlerdir.
Bu koşullar içerisinde siyonist İsrail, başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerin desteğini alarak çatışmaları daha geniş bir alana yaymaya ve bu yolla ABD'nin, İngiltere'nin, Fransa ve Almanya'nın desteğini daha fazla arkalayarak nefes almak istedi.

Çünkü arkada kocaman bir yıkım bıraksa da İsrail, 7 aydır yoğunlaştırdığı Filistin işgalinden sonuç alabilmiş değil. İşgali daha fazla genişletmek için Refah'a kara hareketi yapmak istedi. ABD'den izin çıkmadı. İsrail, İran'a yönelik saldırı ile hem sahadaki etkisini artırmayı hem de bölgede düşman gördüğü Hizbullah'a, Husilere ve Suriye'ye saldırılar gerçekleştirmeyi hem de ABD'yi yanına alarak daha fazla Ortadoğu'ya çekmeyi, bölgede üstünlük kurmayı hedefledi.

İsrail, Suriye'de gerçekleştirdiği konsolosluk saldırısı ile bu üstünlüğünü koruma gayretinde. Ancak tıkanmış durumda olan İsrail'in Gazze işgalindeki yaşadığı zorluklar, Golan'da da sıkıntıya girmesine neden olabilir.

Bunlar İsrail'in planları tabi. 13 Nisan'da İran'ın İsrail'e füzeli saldırısında ABD, İngiltere, Fransa ve Ürdün, İran füzeleri ve SİHA'larını önleyerek İsrail'in işini kolaylaştırsa da geniş çaplı bir İran saldırısında İsrail'e destek vermeyeceklerini açıkladılar. İsrail'in savaşı daha geniş bir alana yaymasını da kendi çıkarlarına aykırı buldukları için şimdilik engellemiş oldular. Bölgede Rusya'nın askeri üs kurması da İsrail için istenmeyen bir durum oluşturuyor.

Bunun üzerine İsrail, İran'a yönelik hemen yanıt vermeyeceğini, "İran'dan bunun bedelini, bize uygun şekilde ve zamanda alacağız" diyerek, ABD'nin uyarılarını dikkate aldığını göstermiş oldu. Ayrıca bölgesel koalisyon kurmaktan da bahseden İsrail, İran ile yalnız başına savaşamayacağını da gösterdi. ABD'de de Gazze'ye odaklanmak gerektiğini söyleyerek, İran'ın zamanı gelecek demiş oldu. ABD bir yandan seçimler öncesinde İsrail'e desteğini sürdüreceğini açıklarken diğer yandan da kapsamlı bir savaşın doğrudan tarafı olmayacağını söyleyerek hem İsrail'e hem de İran'a sınır çekti.

İran ise Suriye'deki konsolosluk üzerinden doğrudan kendine yönelen saldırıya karşılık vererek askeri teknik gücünü göstererek sınırları içinden oldukça uzak mesafedeki İsrail'i vurarak, Aksa Tufan'ından sonra ikinci kez, "Demir kubbe geçilemez" mitini yıkmış oldu. Aynı zamanda İsrail ile birlikte hareket eden Ürdün gibi ülkelere de mesaj vermiş oldu. İsrail'in ABD ve batılı burjuva devletlerin yardımı olmadan İran ile savaşamayacağını da gözler önüne serdi.

Bütün yaşananlar kapitalizmin varoluşsal krizinin daha fazla derinleşerek önümüzdeki dönemde emperyalistler arasındaki kamplaşmaların daha da büyüyeceğini, gidişatın bir dünya savaşına doğru geliştiğini gösteriyor. Dünya işçi sınıfı ve ezilenlerinin emperyalist savaş, işgal ve yağma saldırılarına karşı daha güçlü karşı koyuş geliştirmesi gerektiğine işaret ediyor.