28 Mart 2024 Perşembe

Serêkaniyê direnişçilerinden, yarının onur direnişçilerine notlar-2  

Öncülük rasyonel bir "akılcılık" değildir. Şayet öyle olsaydı, direnmek de mümkün olmazdı. Çünkü işgalciler sayı ve teknik bakımdan üstündü ve bu üstünlük karşısında ne yapılabilirdi ki? Ama öncü irade ve savaşçı tutum, direnmenin zorunluluğu üzerine ve bunun politik anlamı üzerine kuruludur. Eğer bugün devrimimiz askeri kuvvetlerini yeniden toparlıyor, işgalcilere karşı operasyonlar düzenliyor ve halkı savaşa davet edebiliyorsa bu, yalnız ve yalnızca öncü tutumu ve direnme onurunu gösterdiği içindir.

Dünya devrim deneyimlerine dair bütün analiz ve yorumlar önsel olarak devrim deneylerinin kendi özgün yolunda başarıya ulaştığını kabul ederek başlar. Buna göre de örgüt, politika, strateji, taktik, ittifak ve yedek kuvvetlerin belirlenmesi gibi bir devrim programını ve örgütünü oluşturan bütün unsurlarının doğru saptanmasına bağlı olarak zor aygıtlarını kullanım biçim ve araçları da değişkenlik gösterir.

Bu bağlamda devrimler nasıl ki kendi yollarını açıyorsa, ayaklanma veya askeri kuvvetlerin doğrudan karşı karşıya geldiği savaşlar için de bu özgünlük geçerlidir. Savaş, somut güç dengesine göre örgütlenir. Onun hazırlığı, kuvvetlerin eğitimi, taktiği, mevzilenmesi, kurumları, koordinesi bir bütün olarak her unsuru anın gereklerine göre hızla kendini yeniden örgütleyebildiği ölçüde başarıya ulaşılabilir. Devrim ile karşıdevrim arasında doğrudan zor aygıtlarına dayanan her çarpışma için bu kural geçerlidir. Bu yüzdendir ki Serêkaniyê kent direnişi, Rojava’da yürütülen savaş/hamle deneyimlerini içerisinde barındırmakla beraber, hazırlık süreçleri ve savaşın gelişimi itibarıyla kendi özgünlüklerini de içerisinde taşımaktadır. Onur ve özgürlük direnişi, düşmanın teknik ve sayısal üstünlüğüne karşı devrimci bir direniş mevzisinin nasıl örgütlenebileceğine dair gelecek açısından zengin bir deneyim olarak değerlendirilecektir.

SAVAŞTA İLK KURAL: MEVZİ BIRAKILMAZ
Serêkaniyê savaşına ve bu bağlamda kent içerisindeki askeri konumlanma ve hareket tarzına dair yapılacak olan her değerlendirme savaşın niteliği unutulmadan gerçekleşmelidir. Bu görüş açısı, savaşın karakterini ve ona bağlı bir dizi taktik hareketin de anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. İlk olarak Serêkaniyê savaşını tanımlarken özünde bir 'direniş savaşı' yaşandığını tarif etmek gerekir. Daha öncesinde belirttiğimiz gibi savaş öncesindeki bütün hazırlık işgal kuvvetlerinin alan tutmasını engellemek ve kent savaşını sürece yaymak olarak belirlenmişti. Bir dizi deneyimin yanı sıra Efrîn savaşından çıkartılan sonuçlar, işgalci düşmanın hareket tarzını ana karakterleriyle belli ediyordu ki, Serêkaniyê'de de aynı taktikler uygulandı.

Söyleyebiliriz ki, işgalcilerin "meskun mahal savaşı" olarak adlandırdığı kent savaşlarındaki ilk hedefi kenti kuşatmak ve insansız kılmaktır. Serêkaniyê savaşında düşman hareketi, kenti kanatlarından çembere almak ve parça parça kent merkezine ilerlemek üzerine kuruludur. Bu amaçla ilk olarak kentin etrafındaki askeri noktalar ve araziler vurulmuş ve bu yolla halkın kenti terk etmesi amaçlanmıştır. Ardından da duvarlar kaldırılarak panzer, zırhlı araçlar ve tanklar devrim topraklarına ilerlemek istemiştir. Ancak bu savaşta bir fark vardır, işgalci sömürgeciler çok hızlı sonuç almak üzerine bir taktik kurmuştur. Öyle ki, Efrîn savaşından farklı olarak hava saldırısından birkaç saat sonra hızla kara hareketine geçiş yapıldı. Fakat onur direnişçilerinin füze ve ağır silahlarla verdiği karşılık sonucunda daha ilk gün çok sayıda zırhlı araçları ve panzerleri imha edildi.

Faşist sömürgecilik, en başından itibaren karşılaşacağı direnişin çapı ve genişliğini biliyordu. Bu amaçla kara kuvveti olarak kullandığı çetelerin direnişle karşılaştığı her an Türk devletinin teknik üstünlüğü devreye girdi. Özellikle direnişin ikinci gününden sonra çok yoğun biçimde silahlı insansız hava araçları ve uçak saldırıları direniş kuvvetleri karşısında etkin biçimde kullanıldı. Kent savaşı boyuna işgalcilerin temel hareket tarzı, panzer ve zırhlı araçlarla indirme ve ateş menzilinden uzak durarak kuvvet toplama oldu. Ardından kitlesel biçimde saldıran işgalciler bu yolla alan tutmayı hedeflemişti.

Tüm bu düşman taktiğinin karşısında devrim güçlerinin de kendine özgü bir hareket tarzı bulunuyordu. İşgalcilerin karadan araçlarla gerçekleştirdiği her hareket sabotaj ve ağır silaha dayanan eylemlerin hedefiydi. Füze ya da antitank silahları da etkin olarak kullanıldı. Ayrıca yüksek teknolojiye dayanan düşman tekniğine karşı da; örneğin keşif altında hareketi en aza indirmek, kent içerisinde yüksek katlı binalarda mevzilenmek, caddelerin işgalciler tarafından tutulmasına karşı evlerin duvarlarını kırarak alternatif yollar oluşturmak, ağır silahları motorize biçimde kullanabilmek ve ayrıca deşifre olduğu düşünülen noktaları hızlıca değiştirmek en temel önlemlerin başında geliyordu.

İşgalci çetelerin saldırıları karşısında Serêkaniyê kent direnişçileri, sayıca sınırlı, niteliği yüksek ve hızla hareket edebilecek operasyon kol veya timleri biçiminde kendisini örgütledi. Temel taktik kuvvetlerin küçük birimler biçiminde kent içerisinde sınır hattından itibaren kentin çıkış noktasına kadar hatlarda savunma savaşı işgalcilerin sürekli ve her noktada direnişle karşılaşmasına olanak sağlıyordu. Suikast, sabotaj, ağır silah ve füze birimleri kendisini operasyon kollarının mevzilerini güçlendirecek biçimde konumladı. Hareketli timlerin dışında düşman hareketini zorlayan ikişer kişilik füze birimleri imha ettiği zırhlı araçlarla işgalcilere önemli kayıplar yaşattı.

Kent savaşı ve direniş bu biçimde ilerlerken devrim kuvvetlerinin çembere alınması, direnişin yeni zorluklarla karşılaşmasını beraberinde getirdi. Buna bağlı olarak takviye kuvvetlerin, cephane lojistiğin direnişçilere ulaştırılması da zorlaştı. Bunun anlamı artık mevzi savaşının güçlendirilmesi ve tutulan mevzilerde ölesiye direnilmesi demekti. İşgal kuvvetleri esas olarak bu mevzilerin düşmesiyle içlere kadar sokulabildiler.

Bu yüzdendir ki savaş içerisinde en fazla verilen talimat ''yerinizi bırakmayın'' olmuştur.

ÖNCÜ OLMANIN KURALI: SAVAŞMAYAN SAVAŞTIRAMAZ
Devrimler, öncü iradenin kurucu ve örgütleyici eylemine her daim ihtiyaç duyar. Bu kural devrimci mücadelenin en yüksek aşaması olan devrimci savaşlar için de geçerlidir. Serêkaniyê savaşı, öncü iradenin zafer ya da yenilgiler üzerindeki belirleyiciliğini bir kez daha doğrulamıştır.

Her şeyden önce bu savaş, kuvvetler arası ilişkideki teknik eşitsizliğin en derin biçimde hissedildiği yakıcı bir gerçeklik üzerinde yürütülmüştür. İşgalci sömürgeciler, nicelik üstünlüğün yanı sıra havadan ve karadan da tartışmasız teknik üstünlüğe sahiptir. Ancak bu teknik üstünlük, işgalcilerin kısa sürede başarı kazanmasına olanak vermemiş, sert bir direnişin gerçekleşmesini engelleyememiştir. Direnme savaşı, "en güçlü tekniğin insan olduğunu" bir kez daha doğrulamıştır. 

Şu unutulmamalıdır ki, devrimci savaşlar hangi biçimde gerçekleşirse gerçekleşsin, düşman tekniğine ve onun askeri olanaklarına kıyasla eşit olmayan bir savaşı uzun zamanlar boyunca yürütmek zorunda kalacaktır. Bu yüzdendir ki öncü irade ve savaşçılık, bu eşitsiz ilişki denkleminin devrim lehine kapatılmasında belirleyicidir. Serêkaniyê direniş savaşında yaşanan tam olarak budur.

Onur ve özgürlük direnişinin öyle anları vardır ki, bir cepheyi ya da bir mevziyi ayakta tutan yalnızca öncü iradenin kararlılığı olmuştur. Çoğu çarpışma mevzisinde sayısı yüzlere dayanan işgalcileri püskürten, bir elin parmaklarından daha az sayıdaki devrimci savaşçıdır.

Tüm bunların daha iyi anlaşılabilmesi için somutlamak gerekiyor. Düşünün ki, büyük bir kent savaşının ortasında, müstakil bir evde ya da apartman dairesinde mevzilenmişsiniz. Havada işgal güçlerinin keşif ve silahlı hava araçları hareketinizi olabildiğince daraltmak istiyor. Bütün çevreniz çetelerce kuşatılmış. Yetmemiş, sömürgeciler zırhlı araçlarını aralıksız çalıştırarak askeri gücüne yenilerini ekliyor. Ayrıca, düşmana ait obüs ve havanlar da hiç durmadan çevrenizi ve kent merkezini döverken savaş uçakları da sizi bombalamakta. Üstelik burada bahsedilenler savaşın küçük bir anı değil, neredeyse her gün tekrarlanan rutin pratiğe dönüşmüştür.

İşte böylesi bir savaşta, direnişin devamlılığını sağlayan, öncü duruş ve militanlıktan başka hiçbir şey değildir. Çok açık söyleyebiliriz ki, öncü devrimciler direnmeseydi direniş de olmayacak ve devrim safları hızlı biçimde çözülecekti. Çünkü böylesi anlar, kararsızlığın, umutsuzluğun ve korkunun saflara sızdığı anlardır. Hiç beklemediğiniz anda ve hatta yanı başınızda yılgınlık gelişebilir. Yoldaşlarınız, savaşçılarınız ve halk kitleleri paniğe kapılabilir. Böylesi anlarda devrimcinin ilk görevi savaş çağrısı yapmak değil, bizzat savaşmaktır. Öncü iradenin kararlı pratiği her türlü emir ve çağrıdan etkilidir. Yaptırabilmek için önce sizin yapmanız zorunlu olmuştur. Savaşın öyle anları vardır ki, keşif altında eyleme gidilmiş, havan atışları sürerken cephane taşınmış, düşman indirmesine aldırmadan yoldaşların beslenme ve lojistik ihtiyaçları giderilmiştir. Büyük kayıplar verilse de savaşın devamlılığını sağlamak ve gereklerini yerine getirmek bu iradeyle mümkün olmuştur.

Elbette ki savaşın zorlu anları içerisinde bulunan kimi savaşçılarda "artık direnilemez, karşı koymak mümkün değil" fikrinin geliştiği anlar da yaşanmıştır. Burada şunu söylemek gerekir ki düşman kuvvetleriyle devrim kuvvetlerini hesaplayan matematiksel bir işlemle "öncülük" gerçekleşemez. Öncülük rasyonel bir "akılcılık" değildir. Şayet öyle olsaydı, direnmek de mümkün olmazdı. Çünkü işgalciler sayı ve teknik bakımdan üstündü ve bu üstünlük karşısında ne yapılabilirdi ki? Ama öncü irade ve savaşçı tutum, direnmenin zorunluluğu üzerine ve bunun politik anlamı üzerine kuruludur. Eğer bugün devrimimiz askeri kuvvetlerini yeniden toparlıyor, işgalcilere karşı operasyonlar düzenliyor ve halkı savaşa davet edebiliyorsa, bu yalnız ve yalnızca öncü tutumu ve direnme onurunu gösterdiği içindir.

SAVAŞAN, SAVAŞTIRAN VE BAŞARIYI ÖRGÜTLEYENDİR KOMUTAN
Elbette ki savaşta devrimci inisiyatif ve yaratıcılık önemlidir. Serêkaniyê savaşının kaderini belirleyecek kimi olumlu kazanımları da bu inisiyatifin üzerinde var olmuştur. Dahası, bizlerin de savaş içerisinde almış olduğu kimi savaş kararları direnişin uzamasına ve işgalcilerin ağır darbelerle karşılaşmasına olanak sağlamıştır. Lakin Serêkaniyê savaşı bizlere bilinen, lakin aynı kararlılıkta pratikleştirilemeyen bir savaş gerçeğini hatırlatmıştır. Savaş, örgüt ve örgütlenme olayıdır. Komutana, komutanlar topluluğuna, subaylara, lojistikçilere, cephe gerisine, savaşçılara ve bunlara önderlik eden savaş koordinesine dayanmadan zafer kazanabilmek olası değildir.

Çünkü, komutanlık her şeyden çok kuvveti mevzilendirme, savaştırma ve savaşın ihtiyaç duyacağı taktik hamleleri üretebilme işidir. Komutan, kendi savaşçılığını örgütlediği kadar, savaşçılarının ve halk kitlelerini de örgütlemek, cesaretlendirmek ve savaştırmak zorundadır.

Serêkaniyê savaşı gösterdi ki komutanın tüm cesaret, yetenek ve maharetlerine rağmen örgüt bilinci onu yönetmiyorsa savaşın genişlemesi ve yeni kuvvetlerle buluşması zordur. Komutan asla "ben fedaice savaşayım, görevlerimi yerine getireyim, başkası beni ilgilendirmez" diye düşünemez. Serêkaniyê savaşı bu husustaki eksikliklerimizi göstermiş, savaşçı kuvveti ve halk kitlelerine önderlik etmedeki sınırlılıklarımızı açığa çıkartmıştır. Eğer bu başarılabilseydi direnişin ömrü de çapı ve genişliği de daha kuvvetli olacaktı. Bu yüzden komutan aynı zamanda iyi bir örgütçü olmalı, savaşı, savaşçıları ve savaşçının ihtiyaç duyacağı her şeyi örgütleyerek onu başarmaya mahkum etmelidir.

KORKU DA CESARET DE BULAŞICIDIR
Savaşın ilk ve en temel unsuru insandır. Savaş taktikleri, mevzilendirme, teknik gibi unsurlar bu insan iradesine bağlı planlanıp uygulanmaktadır. Serêkaniyê direnişi savaşın sadece düşmanla karşı karşıya geldiğin 'andan' ibaret olmadığını göstermiştir. İdeolojik netlik ve meşruluk bilincindeki zayıflık, saflarda çözülmeler yaratmıştır. Bu ruh halinin yaygınlaştığı kimi anlarda kaygı ve korkular birleşip bütün dünya halklarının desteğini alan onur direnişine sırtını dönebilecek kadar ileri gitmiştir.

Korku, canlılara özgü bir duygudur ve elbette ki devrimciler de, onur direnişinde yer alan savaşçılar da bu duygudan azade değillerdir. Ancak bu duygu insanı yönetmeye başladığı andan itibaren tehlikeli bir hale bürünür. Bunu örgütleyemeyenler savaşın dışında kalmış, direnişi hem maddi hem de manevi-moral anlamında zayıflatmıştır.

Serêkaniyê savaşı, özünde son derece sınırlı fedai bir kuvvetin direnişinin adıdır. Nasıl ki kaçışlar ideolojik zayıflık ve korkuya alan açmışsa, fedaice direniş ondan çok daha fazla ve etkili biçimde savaşçı yapısını güçlendirmiştir. Direnişçiler birbirinin direnişinden, fedailiğinden güç alarak kendisini örgütlemiştir. Savaş bir bütündür ve Serêkaniyê göstermiştir ki tüm hazırlık ve örgütlenmenin yanı sıra öncü devrimcilik bilinci, ideolojik sağlamlık, örgütçülük ve inisiyatif de zafer ve yengilerin belirleyicisidir.

*Yazı, Atılım Gazetesinin 401. sayısında yayınlandı.