Sadece ‘Sol' yetecek mi?
Eğer politik mücadelenizin en merkezine laikliği koyarsanız; Kemalizm'in laisizm havuzunda yüzer, CHP'nin havlusuyla da kurulanırsınız. "Silahlardan arındırılmış bir barışçıl süreç" önermesi ise 40 yıldır devam eden kirli savaş gerçeğinden nasıl sonuçlar çıkarıldığı ile ilgilidir.
"İki yılda tartışıp kurduğumuz, 23 yılda da biriktirdiklerini ekleyerek yarattığımız ÖDP'yi 5 aylık tartışmayla yeni bir yola sokuyoruz."
ÖDP'nin isim değişikliğine gittiği kongrede bir delegenin sözleri bunlar. Aslında durumu fazlasıyla özetliyor. Belli ki Sol Parti olarak yola devam edilse de, beş aylık bir tartışma süreci yaşanmış olsa da olgunlaşmamış bir "değişim" söz konusu.
Öyle ya, İnşaat Mühendisleri Odası salonunu dolduran kalabalığın çok önemli ağırlığı, Dev-Yol geleneğini yaşamış bir kuşak oluşturuyordu. Belki fazlasıyla nostaljik olacak ama Dev-Yol'un yıldızda yer alan yumruğun Sol Parti'deki yıldızda yer almaması bile, gidilen "yol"u işaret etmektedir.
Konuşmalarda sosyalizm vurgusu yapılıyor ve deklarasyonda da bu konuda bolca atıflar bulunsa da enternasyonalist mücadele söyleminin yer almaması, sosyalistler açısından kabul edilebilir bir durum olmasa gerek.
Tam da burada, Doğan Tılıç'ın tüzük ve isim değişikliğinden iki gün önce "Sosyalist Sol Parti" ismini deklare etmesi, iç tartışmaların sürdüğüne işaret. Bu normal bir durum.
Sonuçtan bakarak konuşursak, öneriler arasında yer alan "Sosyalist" sözcüğünün dahi kullanılmayacak olması, yeninin eskiden daha "sol"dan yürüyeceği fikriyatını zayıflatmaktadır. Yaz aylarına kadar tartışmalar uzatılsa da, Sol Parti'nin yol haritasının ip uçlarını buradan da görebiliriz. Zira, "en geniş toplumsal kesime ulaşmak" gibi muğlak kavramlarla "kitle partisi" olma iddiası birleştirildiğinde, "sosyalist" sözcüğü fazla gelmiştir. Elbette ki "sol" kötü bir şey değildir. Ancak, devrimci mücadelede, sosyalist mücadelede tek başına bir anlam içermemektedir. Başta Almanya olmak üzere pek çok ülkede kendini "sol" olarak adlandıran parti mevcut ve en ilericisinin politik hattı sosyal demokrasinin sınırlarını geçememektedir. "Sosyalizm" ismini/kavramını kullanmadan kitlelerle kuracağınız bağ "sol"dan olabilir belki ama buradan sosyalist devrime yürünebilir mi, orası muamma.
Mücadele kararlılığının simgesi "yumruklu yıldız"dan sonra "sosyalist" sözcüğünün de rafa kaldırılması, bütün radikal söylem ve konuşmalara rağmen dümenin "sola" değil, tersi istikamette olacağını göstermektedir. Çünkü, kitlelere kulağa hoş gelen sözcüklerle gitmeyeceksiniz. Sizi var eden kimlikle, değerlerle gideceksiniz. Hedef "kitle"niz sizi isminizle, sembollerinizle görecek, ona göre fikir oluşturup sizinle birlikte hareket edip etmemeye karar verecek. Eğer "sosyalist" devrimi savunuyorsanız, tek başına "sol" size yol gösteremez. Bunu en iyi ÖDP'nin bilmesi gerekirdi.
Bütün "sol" söylemlere rağmen, gerek açıklanan deklarasyonda, gerek Önder İşleyen'in konuşması ve gerekse de delegelerin konuşmalarında yansıyan temel sorunsal, Türkiye'nin AKP eliyle sürüklendiği gericiliktir. Bu tespit, doğru olsa da politikanızın bütün merkezine AKP'nin İslamcılığı yaşam biçimi olarak dayatmasını koyarsanız, mücadelenizin temel eksenini bu sorun üzerinde şekillendirirseniz, CHP'nin, TKP'nin laisizminin ötesine geçemezsiniz. Bu noktada biraz daha ileriye giderseniz ki bu potansiyel fazlasıyla var; Kemalizm'in laisizm havuzunda yüzer, CHP'nin havlusuyla da kurulanırsınız. İşin özeti budur.
"Kürt sorunu hem ülke hem de bölge açısından en acil sorunların başında geliyor" dedikten sonra, "Kürt sorununun barışçıl bir temelde ve halkın nasıl yaşamak isterse öyle yaşamasını kabul eden bir yerinden demokrasi anlayışıyla çözülmesi gereklidir" diye devam ederseniz, meselenin hangi sorunsal temelde ele alındığının bir kez daha yanıtlanmaya var.
Eğer burada Kürt halkının kolektif haklarından söz etmezseniz, "nasıl yaşamak isterse" diye bireysel hakları kastediyorsanız, bir milim dahi ileriye gidilmediğini gösterir. Yok, "halkın nasıl yaşamak isterse öyle yaşamasını kabul eden bir yerinden demokrasi anlayışıyla çözülmesi gereklidir" cümlesi "en uç noktaya" vardırarak ayrılma hakkını da kapsayacak şekilde anlamlandırılırsa, gerçekten sorunun çözümüne bir adım daha yaklaşılmış olur.
Tabi ki, deklarasyonun bu bölümünün son iki cümlesi, Kürt sorununun hiç de doğru temelde kavranmadığını bir kez daha ortaya koymaktadır: "Şiddet politikaları halkları birbirine düşman etmenin yanı sıra çözümü de imkânsızlaştırmaktadır. Sorunun çözümünde silahlardan arınmış bir barışçıl siyasal süreç devreye sokulmalıdır."
Birincisi; "şiddet politikaları" gibi ortaya atılmış söylem, devlet tarafından tek taraflı uygulanan şiddetin gizlenmesine hizmet eder. Saldıran karşısında meşru müdafaa hakkını kullanan bir halkın temsilcisini "şiddet"in sorumlusu olarak göstermek, en hafif deyimle haksızlık olur. Ki, bu şiddetin tek sorumlusu devlet olduğundan, hakları birbirine düşman eden de yine devletin kendisidir.
İkincisi; "silahlardan arındırılmış bir barışçıl süreç" önermesi ise 40 yıldır devam eden kirli savaş gerçeğinden nasıl sonuçlar çıkarıldığı ile ilgilidir. Açıkça söylenen, "PKK'ye silah bırakma" çağrısıdır. Aynı şeyi devlet de defalarca yaptı. Hatta kimi kesimler tarafından "iki" tarafa da benzer çağrılar yapıldığında Erdoğan, "Devletin silah bıraktığı nerede görülmüştür" diyerek karşı atağa geçmişti.
Elbette ki devrimci hareket ve emekçi sol güçler zor bir dönemden geçiyor. Sol Parti de kuruluşunu bu zor dönemde deklare etti. Dahası, bu zor dönemi aşma, kendisini daha güçlü olarak inşa etme, geniş kesimleri, örgütsüz dinamikleri bünyesine çekme çağrısı yinelendi. Buna paralel olarak da emekçi sol güçlerle de birlik sorununu da gündeminde tuttu.
Sola, sosyalizme dair sloganların yer aldığı afişlerin yanında Gezi şehitlerinin resimleri yer aldı. Devrim şehitlerinden ise sadece Mahir Çayan'ın resminin yer alması, Türkiye ve enternasyonalist devrimcilik açısından eskinin "gruplar" dünyasından kopuşulamadığını da ortaya koyuyor. Birlik çağrısı yapıyorsanız, empati de kurmalısınız.