19 Mayıs 2024 Pazar

Özgür Mete yazdı | Mültecilere yardım değil, geri itme suçtur

Eğer bir suçtan söz edeceksek; asıl suçlular, Alican ve Hüseyin'i, dayanışma eylemlerinden dolayı gözaltına alanlardır. Üstelik Alican ve Hüseyin'i gözaltına alanlar daha büyük bir suç işlemişlerdir. O gün adaya yeni ulaşan kişilere dönük uluslararası hukuka da aykırı olarak "geri itme" uygulamasıyla belki de ölümlerine sebebiyet vereceklerdi. Burada gözaltına alınması gereken Alican ve Hüseyin değil, göçmenlere "geri itme" saldırısında bulunanlardır.

İkinci Dünya Savaşının ardından uluslararası hukuki sözleşmelerde yer almaya başlayan sığınma hakkı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 14. maddesinde, "Herkesin, sürekli baskı altında tutulduğunda, başka ülkelere sığınma ve kabul edilme hakkı vardır" denilerek tanımlanmaktadır. "Göçmen krizi" ile boğuştuğunu söyleyen Avrupa'da da AB hukuku kapsamında da birçok sözleşme bulunmakta ve sığınma hakkı tanınmaktadır. Bu hakkın AB kapsamında ele alınması, AB Temel Haklar Şartı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Schengen Sınırları Kanunu gibi geniş bir mevzuatı içerir.

"Göçmen krizi" denildiğinde Avrupa'da akla ilk gelen yerler olan İtalya açıklarında veya Türkiye-Yunanistan sınırlarında uzun süredir yaşananlara baktığımızda sayısız gayri insani durum ile karşılaşıyoruz. Emperyalist savaşlar ve kapitalist sömürünün yarattığı yıkım karşısında Asya, Ortadoğu, Afrika ve dünyanın başkaca yerlerinden yola çıkan göçmenlere reva görülenler en ağır insan hakları ihlalleri olarak karşımızda duruyor.

Onca hukuki düzenlemeye rağmen televizyonlarda, sosyal medyada gayet aleni bir şekilde izlediğimiz "geri itme (push back)" olarak tanımlanan uygulamalar, yalnızca sığınma hakkının ihlali değildir. Göçmenlerin hayatını tehlikeye düşüren, ölmelerine sebep olan bu uygulamalar, aynı uluslararası sözleşmeler tarafından suç olarak tanımlanmaktadır.

17 Kasım 2020 tarihinde Yunanistan'ın Midilli adasında yaşananlar, bu "geri itme" uygulamasına karşı insani ve politik bir tavır almaydı. Alican Albayrak ve Hüseyin Şahin, Yunanistan'da politik sığınmacı olarak yaşayan iki sosyalist, kendi imkanları ile adaya gelen ve tıpkı kendileri gibi politik sığınmacı olmak isteyen iki kişinin hem geri itilmesine mani olma, hem de sağlıklı bir şekilde oturum başvurusu yapabilmelerine yardımcı olmak isterken tutuklandılar.

Alican ve Hüseyin tutuklandıktan sadece birkaç gün sonra yine Midilli Adası'na gelen Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nden göçmenlerin yaşadıkları, durumun vahametinin anlaşılması açısından çarpıcı örnek olacaktır. Midilli Adası'na ulaşan Afrikalı göçmenlerin, uluslararası STK'ların ve adada yaşayan akademisyenlerin müdahalelerine rağmen nasıl geri gönderildiği ve bunun ne kadar aleni gerçekleştirildiği görülüyor. Bu olayda geri itme sonucunda ölüm gerçekleşmemiş olması sadece tesadüf. Alican ve Hüseyin'in gösterdikleri dayanışmanın mahiyeti, aynı yerde birkaç gün sonra gerçekleşen bu olaydan da anlaşılmakta.

"Geri itme" gibi gayri insani ve antidemokratik uygulama karşısında dayanışma göstermeyi ahlaki ve politik bir görev olan gören Alican ve Hüseyin, "göçmen kaçakçılığı" suçlamasıyla tutuklandılar. Eğer hukuktan söz edeceksek ne Yunanistan hukukuna göre ne de uluslararası hukuka göre Alican ve Hüseyin'in fiilleri bu suçun tanımı kapsamında değildir. "Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi" ve ona ek protokollere göre bu suç, "doğrudan veya dolaylı olarak mali veya diğer bir maddi çıkar elde etmek için, bir kişinin vatandaşlığını taşımadığı veya daimi ikametgah sahibi olmadığı bir taraf devlete yasadışı girişinin temini anlamına gelir" şeklinde tanımlanmıştır.

Türkiye'nin, Yunanistan'ın veya başka ülkelerin aynı suça dair tanımlamaları da aynı. Dolayısıyla bu suçun işlenebilmesi ve "mali veya maddi çıkar elde etmek" için başka bir devletin sınırlarına yasadışı girişi temin etmek gerekmektedir. Alican ve Hüseyin'in tutuklanmasına neden olan olayda 'mali veya maddi çıkar'a ilişkin en ufak bir delil sunulmadığı gibi, Alican ve Hüseyin zaten adaya ulaşmış olan kişilere yardım etmişlerdir. Eğer illa soruşturmadan, suçtan söz edeceksek, asıl suçlular, Alican ve Hüseyin'i, dayanışma eylemlerinden dolayı gözaltına alanlardır. Üstelik Alican ve Hüseyin'i gözaltına alanlar daha büyük bir suç işlemişlerdir. O gün adaya yeni ulaşan kişilere dönük uluslararası hukuka da aykırı olarak "geri itme" uygulamasıyla belki de ölümlerine sebebiyet vereceklerdi. Burada gözaltına alınması gereken Alican ve Hüseyin değil, bu kişilerdir.

Kendilerini, "modern", "Batılı", "demokratik", "hukuk devleti" olarak tarifleyen ülkeler, şiddetli bir kriz ile karşılaştıklarında, "antidemokratik" dedikleri ülkelerdeki pratikleri sergilemekten imtina etmiyorlar. Kameralar önünde yapılan açıklamalar, şiddet uygulayan kamu görevlerinin açığa alınma haberleri, bu süre giden hukuksuzluk halini sonlandırmıyor.

Sığınmacıların geri itilmesini engelleyen demokratik güçlerin, işkence ve hapsedilme tehlikelerine rağmen gösterdikleri dayanışma ise asıl olması gereken. Zapatistaların lideri Marcos, onuru şöyle tanımlar: "Onur, milliyeti olmayan o ulustur, aynı zamanda bir köprü olan o gökkuşağıdır, içinde hangi kanın dolaştığı önemli olmayan kalpteki o tınıdır; sınırlar, gümrükler ve savaşlarla alay eden o asi itaatsizliktir." Politik göçmenlerin sergiledikleri dayanışma bir suç değil, gurur duyulması gereken onurlu bir duruştur.