21 Aralık 2024 Cumartesi

Nehir Doğan yazdı | Görünen cinayet ve gizlenen gerçek

Her ne kadar biz kadınların erkek şiddeti karşısında "sıradaki ben mi olacağım" korkusu bitmese de erkeklerin "ya benim peşime düşerse kadınlar" korkusu da bir o kadar gerçektir, günceldir, toplumsal zemini vardır. Biz, kadın dayanışmasının gücünü erkeklerin ciddiye aldığı kadar ciddiye almasak da veya onların bizim örgütlü gücümüzün yıkıcı etkisinin farkında oldukları kadar farkına varmasak da şiddet faili erkekler rahat değil. Ve bu kesinlikle örgütlü kadın özgürlük mücadelesinin gücü ve kazanımıdır.

Yüksekten düşerek öldüğüne veya intihar ettiğine inandırılmak istendiğimiz kadınların sayısını tutamayacak kadar öfkeliyiz. Marx "Görünen gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı" der. Polis kayıtlarına "intihar" olarak geçen şüpheli kadın ölümlerinin ne kadarının cinayet olduğunu veya arkasında yatan erkek şiddetini öğrenemeyecek kadar kadına düşman bir sistemde, Marx'ın bu ünlü sözü bir kez daha bize derin sorular sordurmalıdır. Şule Çet, Şengül Karaca, Jesca Nankabırwa, Duygu Delen ve daha adını duymadığımız nice kadının yüksekten atlayarak intihar ettiğine inandırılmak istenirken "Neden bu kadınlar yüksekten atlamayı tercih etti" sorusunu sormamızı istemiyorlar. Medya ve polis el birliğiyle bu kadınların tek ortak noktalarının "yüksekten atlamaya bağlı ölüm" olduğuna ikna etmeye çalışıyor bizi. Öyle ki daha kadınların adı öğrenilmeden "intihar ettiğine" karar veriyor yandaş medya. Olayın peşine düşmeyen savcı-polis-hakim ise yeterli buluyor gördüğünü. Gördüğünü sandığı tablonun ardındaki gerçeği ise hiç mi hiç merak etmiyor. Katledilen kadının dosyasına "intihar" veya "şüpheli" ölüm denilmesi, dosyanın hızlıca kapatılmasına, katil erkeğin peşine düşülmemesine ve cezasızlıkla ödüllendirilmesine sebep oluyor. Bu da polis ve savcıların her kadın ölümünü sorgulamadan "intihar" veya "şüpheli ölüm" olarak adlandırmasını açıklıyor. Katili korumanın yolu daha mahkeme açılmadan veya tahrik indirimine gerek kalmadan bulunmuş oluyor.

Oysa biz kadınlar biliyoruz ki "şüpheli" ölüm veya intihar denilen birçok kadın ölümünün ardında mutlaka şiddet faili bir erkek vardır. Uzman çavuş Musa Orhan tarafından tecavüz edilip, intihara sürüklenen İpek Er, polis kayıtlarına "intihar" diye geçmişken; katil Çağatay Aksu, cinsel saldırıda bulunduğu Şule Çet'i 20. kattan atıp intihar süsü vermişken elbette stajyer avukat Kübra Nur Avcı'nın yüksekten düşerek öldüğüne veya intihar ettiğine inanmıyoruz. Çünkü bu ülkede her gün onlarca kadın doğrudan veya dolaylı erkek şiddetine maruz kalıyor ve bu erkek şiddetinin bir kısmı kadınların ölümü ile sonuçlanıyor. Kadın cinayetleri sadece erkeğin elinde silahla işlenen cinayetler değildir. Bir kadını intihara sürüklemek, yüksekten atmak, atlamaya zorlamak, erkek şiddetinin her türlüsünden kurtuluşu ölümde görmeye mecbur bırakmak da kadın cinayetidir. Biz kadınların kendi deneyiminden öğrendiği bu yalın gerçeği bu ülkedeki adalet sisteminin yok sayması elbette şaşırtıcı değildir. Erkek adalet görünenle yetinir, kadın adaleti ise görünenin arkasındaki gerçeği ortaya çıkarır.

Son yıllarda sayısı artan "yüksekten düşmeye bağlı ölüm" görüngüsünün ardında bir başka gerçek daha vardır. Kendini gizlemeyi tercih eden, erkek adaletin elinden kaçsa bile kadınların adalet arayışı sonucu bir yerde yakayı kaptıracağını düşünen katil erkek gerçeği. Neden mi böyle iddialı düşünüyoruz? Çünkü bu topraklarda kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinde son yıllarda değişen bazı unsurlar bize bunu düşündürüyor. Emine Bulut'un katledilmesinde ayyuka çıkan erkek vahşetinin artık kapalı kapılar ardında değil bilakis tüm kadınları sindirmek için toplumun gözü önünde işlendiği tespitini yapmıştık. O dönem yargının kadın cinayetlerini meşrulaştıran kararları, cezasızlık politikası ve her düzeyden devlet erkanının söylemleri erkeklere cesaret veriyordu. "Namusumu temizledim, yemeğin tuzu çoktu, evin temizliğini ihmal etti" gibi bahanelerin mahkemede tahrik indirimi almak için yeterli olduğunu gören erkekler, bir de bu cinayetleri toplumun gözü önünde işlendiğinde sırtlarının sıvazlandığını görünce artık iyice cesaretlenmişti. Sokak ortasında katledilen kadınlar, parka saldırıya uğrayan hamileler, kampüste odasında katledilen akademisyen kadınlar tüm bu kışkırtılmış erkek şiddeti sonucu göz göre göre aramızdan koparıldı. Öyle ki erkekler o dönem şiddet uyguladıkları kadınların görüntülerini sosyal medyadan paylaşma veya canlı yayında şiddet uygulama gibi birçok suçu da yine toplumun gözü önünde işemekten geri durmamıştı. Şimdi ise neredeyse son bir yılda 96 kadın şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti, onlarcası intihara sürüklendi. Ve üstelik bunlar sadece kayıtlara geçenler. Kayıtlara geçmeyen kayıp vakalarını veya medyaya yansımayan kadınların akıbetini ise bilmiyoruz. Peki "göğsünü gere gere" erkek yargıya güvenerek şiddet uygulayan veya kadınları katleden erkekler neden şimdi görünmez oluyor. Neden bir kadın cinayetinin ardında tırnakla kazımak zorunda kalıyoruz bu katil erkekleri ortaya çıkarmak için? Aslında sebebi açık: Çünkü artık kadın dayanışmasının iğneyle toprağı kazar gibi emek verdiği dava süreçlerinden kaçamayacaklarını iyi biliyorlar. Elbette kadın hareketi her kadın cinayeti davasına böyle yaklaşamıyor maalesef ama bu bile erkeklerde korkuya sebep oluyor. Artık kadının örgütlü gücünün toplumsal yaşamı ve erkek hukuku ne derecede değiştireceğini görüyorlar. Her ne kadar biz kadınların erkek şiddeti karşısında "sıradaki ben mi olacağım" korkusu bitmese de erkeklerin "ya benim peşime düşerse kadınlar" korkusu da bir o kadar gerçektir, günceldir, toplumsal zemini vardır. Biz, kadın dayanışmasının gücünü erkeklerin ciddiye aldığı kadar ciddiye almasak da veya onların bizim örgütlü gücümüzün yıkıcı etkisinin farkında oldukları kadar farkına varmasak da şiddet faili erkekler rahat değil. Ve bu kesinlikle örgütlü kadın özgürlük mücadelesinin gücü ve kazanımıdır.

Bu durum görünen şüpheli kadın cinayetlerinin ardında yatan gerçektir. Bu gerçek bize hem güç hem de umut vermelidir. Yan yana oluşumuz, ortak kadın mücadelesini büyütmemiz, kadın cinayetlerini takip etmekteki ısrarımız ve örgütlü gücümüz bize kazandırır, erkek egemenliğine kaybettirir. Erkeklere korku, bize cesaret veren bu gerçeğin gücü ile şimdi daha fazla kenetlenmeli, Kübra Nur başta olmak üzere "şüpheli" denilen ama katili belli olan veya intihar diye kayıtlara geçen kadın cinayetlerinin hesabını sormalı ve kadın adaletini sağlamalıyız. Bu, erkek şiddeti sonucu yitirdiğimiz her bir kadına karşı borcumuzdur aynı zamanda.