16 Nisan 2024 Salı

Nazım Kayalar yazdı: Saray'ın içi kaynıyor: Bu daha başlangıç

Elbette ki istifa etmeleri, ettirmeleri, reddedilmeleri hepsi bizi ilgilendiriyor. Ancak her şeyden daha önemlisi, hepsini başımızdan defetmemiz gerekiyor. Bu ülkenin gerçek sahipleri olarak yaşamak için buna mecburuz.

Birkaç Süleyman Soylu anektodu aktaralım:

"At üstünde durmayı beceremeyen başbakan."

"Paçalarından yolsuzluk akıyor."

"Boyan döküldü Tayyip Erdoğan."

"Başbakan rantın babasını getirdi."

"Kendini padişah olarak görmek istiyor."

Eylül 2012'de AKP'ye geçişinden sonra da cümleler 180 derecelik içerik değişikliğine uğradı:

"Bedenim kan gölüne dönse de Erdoğan'dan ayrılmayacağım."

Kasım 2015'ten beri İçişleri Başkanlığı koltuğunda oturan Süleyman Soylu'nun AKP ve Erdoğan'la ilişkisini, gelişim düzeyini "döneklik" olarak adlandıranlar da olabilir. İyi de, Türk burjuva siyaseti zaten en yüksek makamlardan "Dün dündür, bugün bugündür" düsturuyla yol bulmamış mıydı?

Dün gece istifa eden Süleyman Soylu, aradan daha 24 saat geçmeden "Devlet ve milletin emanetinde atılan adımlarda eksikliğimizin bu iki irade tarafından insanı bir durum olarak kabul edilip onarmak hakkı verilmesi, sorumluluğumuzu arttırmıştır" diyorsa, geleneğinden fazlasıyla öğrendiğini gösteriyor.

Aslında, kendi geçmişi de bugüne ayna olacak kadar net:

2009 yerel seçimleri öncesinde, hedefinin 2007 genel seçimlerinde elde edilen (o dönem başında bulunduğu Demokrat Parti'nin) yüzde 5,4'lük oy oranının üstüne çıkmak olduğunu söyledi ve "Yüzde 5,4'ün altında kalırsak çekilirim" dedi. Yerel seçimlerde il genel meclisi oylamasında partisi yüzde 4 oy alınca Soylu, seçimin ertesi günü yaptığı açıklamada "Ben bildiğiniz siyasetçilerden değilim" diyerek istifa edeceğini ve kongrede aday olmayacağını açıkladı, ancak 12 Mayıs'ta bu kararını değiştirdiğini ve tekrar aday olacağını açıkladı.

Sonrası, tıpkı Numan Kurtulmuş gibi bugünlere kadar uzanan bir süreç.

***

Dün geceye dönersek...

Sabah gazetesinin İngilizce yayını Daily Sabah'ın Twitter hesabından yapılan paylaşımda, Soylu'nun istifası, "İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 250 bin kişinin dükkanları ve fırınları doldurduğu Cuma gecesi yaptığı baştan savma sokağa çıkma yasağı ilânı sebebiyle istifa etti" ifadeleriyle dünyaya duyurulmuştu. Sabah yazarları o kadar hızlıydı ki, Soylu'nun yerine kimin vekalet edeceğini bile yazmıştı.

Sabah gazetesi her ne kadar sonrasında "Soylu'nun istifası Başkan'dan döndü" diye haber yapsa da, aslında devam eden iç çatışmanın, şimdilik "Başkan" eliyle dondurulduğunu gösteriyor.

Bilindiği gibi, Sabah gazetesi, halihazırda "Pelikancılar" diye adlandırılan grubun sesi konumunda. Pelikancıların başında da Berat Albayrak, namı diğer "damat" bulunmakta. Albayrak ve Soylu arasındaki çatışmayı bilmeyen yok. Şu da açık ki, dünkü istifanın saçma sapan sokağa çıkma kararının sorumluluğunu üstlenmeyle de alakası yok.

Albayrak-Soylu çatışmasıyla açığa çıktığı üzere, AKP içi çatışmanın artık önlenebilir tarafı kalmadı. Üstelik, koronavirüs koşullarında bütün toplumsal meseleler ötelenmişken, ekonomik krizin bütün ağırlığı "evde kalmış"ken bütün bunların yaşanıyor olması, pimi çekilmiş el bombasının hala elde tutulmaya devam edildiğini gösteriyor. Bombanın kimin elinde patlayacağını zaman gösterecek.  

Ancak, Süleyman Soylu'nun bundan "kârlı" çıkacağını da beklememek gerek. Her ne kadar sokağa çıkma yasağı fiyaskosunun "sorumluluğunu" alarak istifa kararı alması "millet" nezdinde popülaritesini artırsa da Saray nezdinde bunun kıymeti harbiyesi yok. Hatta, "Sen istifa edemezsin, ancak ben atarım" şeklinde kendisine geri dönmeyeceğinin bir garantisi yok. Nitekim, istifasının Erdoğan tarafından reddedilmesinin üzerinden ancak 12 saat sonra kararını açıkladığı sosyal medya paylaşımını kaldırması, meselenin hiç de kendisine teveccüh edilmesi meselesi olmadığını gösteriyor. Sıkı bir pazarlık olduğu kesin ve Erdoğan, bu en sıkışık döneminde kendisini pazarlık konusu yapacak kadar dayatan S. Soylu'yu ilk fırsatta "düşman" kategorisine alacaktır. Örnekleri çok. S. Soylu'nun aynı koltukta oturmuş selefleri Efkan Ala, İdris Naim Şahin örnekleri güncelliğini yitirmiş değil.

İbrahim Kalın'ın sokağa çıkma yasağı ile ilgili açıklamalarında üstü kapalı Soylu'yu işaret etmesi de istifa meselesinin etkilerinin yakın dönemde süreceğinin işareti.

Bu anlamıyla dünkü sonuca bakarak "saray kavgası berabere bitti" demek pek mümkün gözükmüyor.

Keza, AKP iktidara geldiğinden beri "başbakan" düzeyinde görevden almalar da yaşandı ancak ilk kez bir "istifa" krizi cereyan etti. Bunun sonuçları sahipleri kadar, AKP'ye de yansıyacaktır. Zira, kan kaybı devam ediyor, bütün halklarımız buna bir kez daha şahitlik etti.

***

Son günlerde sıkça tekrarlanan Tezer Özlü'nün "Bu ülke bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin" sözünü bu vesileyle de hatırlamak isteriz. Süleyman Soylu, onun istifasını koşullayan "damat" ve istifasını reddeden Erdoğan, istifanın geri çevrilmesinden memnun olan Bahçeli; hepsi, ama hepsi "bizi öldürmek isteyenlerin" en başında geliyor.

Elbette ki istifa etmeleri, ettirmeleri, reddedilmeleri hepsi bizi ilgilendiriyor. Ancak her şeyden daha önemlisi, hepsini başımızdan defetmemiz gerekiyor. Bu ülkenin gerçek sahipleri olarak yaşamak için buna mecburuz.