20 Nisan 2024 Cumartesi

Nadal'ın büyük yanılgısı

Kadınlar değişimi kendi elleriyle getiriyor. Tıpkı 2017'deki şampiyonada final oynadıktan sonra greve giden Danimarka kadın futbol takımı gibi. Danimarka kadın futbol takımı, elde ettiği başarının ardından medyanın kendilerine yönelik ilgisinin görece artması üzerine fırsatı değerlendirdi. Toplu sözleşme, erkek takımıyla eşit prim ve sakatlık sigortları gibi taleplerle greve giderek idmanlara çıkmadılar. Federasyonun erkek yöneticileri istemeyerek de olsa bu talepleri kabul etmek zorunda kaldı ve kadınlar büyük bir kazanım sağladı.
İspanyol tenisçi Rafael Nadal geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada bir süredir devam eden kadın tenişçilerin turnuvalarda erkek tenişçilerle eşit ödül talepleri konusunda, kim daha çok izleniyorsa o daha çok alır şeklinde konuştu. Böylece spordaki ve medyadaki erkek egemenliğinin en yavan argümanlarından birini tekrarladı. Kadınların eşit işe eşit ücret talebinin spordaki yansımaları alanın kendine has dinamiklerini barındırsa da işin özü liberal dünya görüşünün eşitlik ve adalet anlayışında yatmaktadır aslında. Buna göre herkesin eşit şansı vardır ve ne elde ediliyorsa bu eşitliğin üzerine inşa edilir. Peki bu ne kadar adaletli? Patriyarkal sistemde gerçekten herkes eşit koşullara mı sahip? Kadınlar cevabı eylemlerinde veriyorlar.
 
Bir kere daha en başında çocukluktan başlamak lazım. Eline daha ilk anda oyuncak silah veya top tutuşturulan erkek çocukları ile oyuncak bebek tutuşturulan veya özenle fiziksel faaliyetlerden uzak tutulan kız çocuklarının yetiştiği bir toplumda, kadınlar sporcu olmak için elbette erkeklerle aynı noktadan başlamıyorlar. Keza tüm toplumsal yaşam, toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden gelişirken sporun düzenlenişi de buna göre olmuştur. Kadınlar, "kadın sporu" olarak görülen spor dalları da dahil olmak üzere hiçbir dalda yönetim mekanizmalarında yer almamaktadırlar. Örneğin, "kadın sporu" olarak görülen volaybolda, Türkiye Voleybol Federasyonu'nun 16 kişilik yönetiminde sadece 3 kadın bulunmaktadır. Bu dikey ayrımcılık, yani tabanda fazla olunsa da yükselememe hâli, spor kulübü yönetimlerinden, antrenörlüğe kadar her karar mekanizmasında mevcuttur. Kadınlar bir şekilde kendilerini adayarak adım atsalar dahi yine hemen hemen hiçbir spor dalında kendi fiziksel, sosyolojik, ekonomik ihtiyaçlarına göre düzenlemeleri elde edememektedirler. Bir başka absürtlük de "kadın sporları" dışında, örneğin futbol gibi maçoluğun tavan yaptığı spor dallarında kadınların yaygın olarak lezbiyen damgası yemesi veya erkekleşmiş olarak görülmesidir. Bunun böyle olup olmamasından bağımsız olarak, lezbiyenliğin toplumda bir aşağılama yaftası olarak görülmesi ayrıca tartışılması gereken bir noktadır.
 
Hazır futbola değinmişken kadın futboluyla ilgili de bir iki söz söylemekte fayda var. Futbolun milyar dolarlık pastasından kendilerine çok çok ufak bir kırıntının kaldığı kadın futbolcuların bir çoğu yarı profesyoneldir. Ki bu, sadece Türkiye gibi kadın futbolunun yerlerde süründüğü ülkelerde değil, Avrupa'da da pekçok ülke için de geçerlidir. Yani, kadın futbolcular, çoğu zaman haftada ancak 1-2 gün idman yapabilen, geçinmek için başkaca işlerde çalışmak durumunda olan sporculardır. Bir kadın futbol maçını izleyen fakat futbol kalitesinden şikayetlenen erkeklere de şunu söyleyebilirsiniz: Kadın futbolu 19. yüzyılın sonunda erkek futboluyla eş zamanlı başlamış ancak kısa süre içinde yasaklanmıştır. 50 yıl süren bir yasağın ardından sıfırdan başlamıştır. Önüne dikilen toplumsal engelleri aşarak gelen bir avuç kadın sporcu havuzunda elde ne varsa onun en iyisini ortaya koymaktadır. Tırnağının ucunu milyonlarca dolara sigortalatan, her gün idman yapan, çok profesyonel erkek futbolcuların aksine kadınlar yine de direnerek, mücadeleyle ilerlemektedir. Kadın futbolu, erkek futbolunun aksine daha az fiziksel ve daha çok kolektif güce dayanmakta ve önlerindeki engeller kalktıkça hızla kalite anlamında da gelişmektedir.
 
Basının durumuna güncel bir örnek verelim. Dünya Kupası (farkındaysanız erkekler futbolu denmiyor) devam ediyor bugünlerde. Tarihte ilk kez dünya kupası maçları bazı ülkelerde kadın yorumcular tarafından yorumlandı. İngiltere, Hollanda ve İsveç'te devlet kanallarında futbolda aktif yer alan veya emekli kadın futbolcular maç değerlendirmelerine katıldı. BBC'de İngiltere milli takımı oyuncularından aynı zamanda bir avukat olan Eniola Aluko ve bir gazeteci olan Alex Scott, programlardaki erkek yorumcuların kinayeli sözlerine rağmen her daim iki işte çalışmanın verdiği alışkanlıkla ve ciddiyetle programlara katılarak çok fazla beğeni topladılar. Erkek futbolcuların profesyonelleştikçe kültürsüzleşmeleri gerçeğinin aksine kadın futbolcuların çoğunlukla iyi eğitimli, meslek sahibi insanlar olarak gelişiyor oluşu kadın futbolundaki ve futbolcularındaki mantalite farkının da bir göstergesi. Bu iki oyuncunun da yer aldığı 2009 Avrupa Kadınlar Futbol Şampiyonası reytinglerini düşük diye televizyondan vermek istemeyen BBC'ye en iyi cevabı şimdi vasat erkek yorumculardan daha başarılı olmaları gerçeğiyle yine kadın yorumcular veriyor.
 
Kadınlar değişimi kendi elleriyle getiriyor. Tıpkı 2017'deki şampiyonada final oynadıktan sonra greve giden Danimarka kadın futbol takımı gibi. Danimarka kadın futbol takımı, elde ettiği başarının ardından medyanın kendilerine yönelik ilgisinin görece artması üzerine fırsatı değerlendirdi. Toplu sözleşme, erkek takımıyla eşit prim ve sakatlık sigortları gibi taleplerle greve giderek idmanlara çıkmadılar. Federasyonun erkek yöneticileri istemeyerek de olsa bu talepleri kabul etmek zorunda kaldı ve kadınlar büyük bir kazanım sağladı. Yine Fransa'da RTÜK'ün oradaki muadili SAS kurumu kadın sporunda dört mevsim adında bir kampanya düzenleyerek tüm kadın sporlarının kanallarda yer almasını sağlayacak düzenlemelere gitti (bu Nadal'ın eşitlik anlayışı karşısında adaleti sağlayabilecek bir tedbir).
 
Buralarda neler oluyor? Bir düşünün, mesela Türkiye'de geçelim herhangi bir kanalı, devlet kanalı TRT'de dahi bir kadın futbol maçını izleyen kaç kişi vardır? Kadının spor basınındaki yerini anlamak için meşhur arama motoruna "kadın spor yorumcuları" yazın. İlk çıkan sonuçların nerdeyse tamamının "en güzel spikerler" foto galerileri olduğunu göreceksiniz. Fazla söze gerek yok. Fakat spor haberi sunuculuğundan veya yorum programlarındaki süs pozisyonundan öteye geçebilen bir avuç örnek var. Sinem Ökten, Merve Toy, Seyhan Şaşko ve daha eskilerden Banu Yelkovan bunlardan birkaçı. Giderek daha fazla muhafazakârlaşan, erkekleşen, güçten yana olan bir ülkede ve genel olarak dünyada basının bu hâli çok da şaşırtıcı olmasa gerek. Erkeklerin sporda yürüdükleri düz yola karşılık kadınların engelli bir koşuya tabi kılınması karşısında Nadal gibi erkeklerin şark kurnazı kaçışları daha fazla sökmez. Kadınlar her alanda engelleri yıkarak, mücadeleleriyle kazanarak gelmektedirler.