21 Aralık 2024 Cumartesi

Metin Botan yazdı | Öncelikli stratejik savaş ortaklığı

NATO merkezli İsrail-ABD ittifakı; Ukrayna, Filistin-Gazze, Suriye, Yemen, Basra Körfezi vb. yerlerde Rusya merkezli Ukrayna cephesinde, İran merkezli Filistin cephesinde yanı sıra çelişkilerin ve çatışmaların yaşandığı bütün cephelerde engelleri kaldırmak için öncelikli stratejik savaş ortaklığı kurdular.

ABD ve AB emperyalist devletleri Rusya'ya karşı Ukrayna üzerinden stratejik bir savaş yürütüyor. Özellikle Kafkasya, Ortadoğu, Baltık, Balkanlar ve Afrika'da yani dünyanın yeniden paylaşma hamlelerinin yapıldığı birçok yerde Rus emperyalizmiyle ve onun müttefikleriyle karşı karşıya geliyorlar. Konumuz kapsama alanına girmediği için orta ve uzun vadede Çin'in Rusya'dan daha öncelikli potansiyel bir tehdit oluşturduğunu vurgulayarak geçiyorum. ABD ve AB emperyalizminin Rus emperyalizmiyle dünyanın neredeyse en kritik ve en önemli enerji, hammadde, madenler, ucuz işgücü-ucuz üretim alanlarında ve bütün bunlara ulaşım ve ulaştırma hatlarında karşı karşıya gelmesi Ukrayna'da yürütülen savaşın asla kaybedilmemesi anlamını geliyor. Bu anlamıyla Ukrayna savaşı her iki cephe bakımından da öncelikli stratejik savaş niteliği taşımaktadır.

ABD ve AB emperyalist devletlerin ve tabii ki de NATO'nun Rusya'ya karşı yürüttüğü savaşta işler hiç de iyi gitmiyor. Moral motivasyonu kaybetmekle kalmadılar askeri olarak da geriliyor ve yenilgi de gittikçe yaklaşmakta. Rusya ise tam tersi daha yüksek bir moral motivasyon yakalamış durumda; Putin seçimi bir öncekine göre daha yüksek bir oranla kazandı, ekonomik olarak büyümesini sürdürdü ve bütçe açığını çok aza indirdi. Bütün ambargo ve yaptırımlara rağmen ekonomik olarak sorun yaşamayacağı açığa çıktı. ABD ve AB emperyalistlerinin Rusya'ya karşı Ukrayna üzerinden yürüttüğü savaşta çanlar çalıyor. Telaş ve yeni savaş taktiklerinin devreye girmesi çanları susturmak için.

Başını ABD emperyalizminin çektiği blokun önünde şöyle bir durum var? Bu gidişatı tersine nasıl çevirebilirler? Bunun için de önlerinde iki seçenek varmış gibi gözüküyor. Birincisi Ukrayna'ya mali ve askeri desteği artırmak. Bunu aslında savaşın başladığından itibaren kademeli olarak yapıyorlar. Paranın her şeyi çözemediği açık. Daha şimdiden savaş yorgunu haline gelmiş bir Ukrayna gerçekliği var. Halk desteğini de gittikçe kaybediyor. Asker kayıplarını ve yıpranmışlığını savaşın ihtiyacı doğrultusunda karşılayamıyor. Kendi potansiyeli bunu karşılamaya yetmiyor artık. Emperyalistler bundan dolayı hem silah yardımındaki niteliği yükseltmek (F16 savaş uçaklarının verilmesi bunun en önemli bir ayağı, diğeri ise yüksek teknolojik füzeler) hem de doğrudan asker göndermek istiyorlar. Özellikle Fransa bu fikrin başını çekiyor ve bunu işleyerek kamuoylarını hazırlıyorlar. Rusya lehine gelişen süreci tersine çevirmek istiyorlar. Savaşın uzaması Rusya'nın yıpranmasına ve savaşı kaybetmesine değil ABD-AB emperyalistlerinin yıpranmasına ve savaşın gittikçe Rusya'nın lehine doğru ilerlemesine neden oluyor. Üstelik emperyalist devletlerdeki halk desteği savaşın ilk dönemlerine göre gittikçe gerileyen bir eğri oluşturuyor.

ABD ve AB emperyalistleri savaşın seyrini değiştirmek ve dengeyi kendi lehlerine çevirmek için yukarıda kısaca en genel hatlarıyla ifade etmeye çalıştığımız politikayı zaten uygulayacaklar ve uygulamak zorundalar. Çünkü zaman da dahil her şey aleyhlerine işiyor. Peki bütün bu politikaları uygulamalarına rağmen istedikleri sonucu elde edemezlerse ne olur? Ne tür bir plan devreye koymak isterler ya da şu anda da zaten uyguluyorlar mı? Burada ikinci seçenekleri devreye girmiş durumda.

Öyle görünüyor ki Rusya'yı çevreleme, Rusya ile ittifak ve işbirliği içerisinde olan kuvvetleri devre dışı bırakma, Rusya'dan uzaklaştırma, kendi sorunlarına gömme, Rusya'ya olan desteğini kesme ya da sınırlama politikası uyguluyorlar ve bu politikayı gittikçe derinleştirecekler. Yani Rusya'yı başta Ukrayna olmak üzere yalnızlaştırma stratejisi izleyecekler. Peki kime(lere) karşı bu politika uygulanırsa Rusya özellikle Ukrayna'da yalnızlaşır ve savaşın seyri kendi lehlerine doğru değişir?

Politik, ekonomik, askeri, ideolojik olarak, bu tarife uyan, kelimenin dar anlamıyla bir tek İran var. Ve İran bundan dolayı bu emperyalist devletlerin kendisiyle ilişkilerinde farklıklar barındırmış olsa da bu farklılıklar Rusya'ya karşı yürütülen öncelikli stratejik savaşa göre ikincil bir nitelik taşır.

İran'ın Rusya ile ilişkisine bakalım bu çerçevede: Rusya'yı Ukrayna'da yürüttüğü savaşta en aktif ve en görünür biçimde destekleyen bir konumda bulunuyor. Ayrıca ABD'nin Ortadoğu'daki çıkarlarını zorlayan ve darbe vuran bir rol de oynuyor. İşte Irak'ta, Ürdün'de, Suriye'de, Yemen'de yaşananları görüyoruz. 'Terörist' diye ilan ettiği politik islamcı Şia örgütler kök söktürdü ABD emperyalizmine ve onlarla masaya oturmak zorunda kaldı. Yemenli Husiler'e ne demeli? Neredeyse İsrail, ABD-AB emperyallerinin ticaretlerine ağır darbeler vurdu, vurmaya da devam ediyor.

NATO bloku, İran'ın merkezinde olduğu hareket alanını daraltan bu durumu tersine çevirmek için, Rusya'ya karşı Ukrayna'da yürüttükleri öncelikli stratejik savaşı, iktidarı sallantıda olmasına rağmen (ki bu faşist Netanyahu iktidarı için önemli bir avantaj oluşturuyor) İsrail'in Netanyahu hükümetini İran'a karşı harekete geçirdiler. İsrail, Filistin direnişi karşısında bütün soykırımcı katliamcı faşist politikaları uygulamasına rağmen Hamas'ın Gazze'deki direnişini kırmayı başaramadı; üstelik ABD emperyalizminin her türlü desteğine rağmen. Filistin'in sadece Filistin olmadığı, Gazze'nin de sadece Hamas olmadığı hem dünya halklarının desteği bakımından hem de İran, Lübnan-Hizbullah, Yemen-Husiler, Suriye desteği bakımından görüldü. İsrail'in Gazze'yi topyekun işgal etme, direnişin merkezinde olan Hamas ve İslami Cihat örgülerini ezme ve tasfiye etme amacına ulaşmadı, direnişi de direnişin potansiyelini de kıramadı.

Tam da böylesi bir durumda İsrail, ABD, AB emperyalist devletlerinin İran, Rusya ve müttefiklerine karşı yürüttükleri örtülü, dolaylı, vekalet adına ne dersek diyelim savaşta onları öncelikli stratejik savaş ortaklığında birleştirdi. Denilebilir ki bu iki devlet (ABD-İsrail) zaten her zaman ortak hareket ediyor, ne değişti? Değişen şu: ABD-AB: NATO kuvvetleri Rusya'ya karşı Ukrayna üzerinden yürüttükleri savaşın yakın ve orta zaman dilimi bakımından kendileri için çok ağır sonuçlar doğurabilecek bir durumla karşı karşıyalar. Bu Ukrayna ve Baltık cephesini etkilemekle birlikte Ortadoğu başta olmak üzere birçok bölgesel çıkarlarını tehlikeye atıyor. Bu yüzden önlerinde çözmeleri gereken öncelikli stratejik sorun (Ukrayna savaşı) var. Bu onlar bakımından yakın, orta ve uzun vadeli çıkarlarını etkileyebilecek nitelikte ve acil çözüm gerektiren bir durum. Yani zamana çok fazla yayamayacakları operasyonel davranmayı gerektiren bir durum.

Gelelim İsrail'e. O da yakın, orta, uzun vadeli ve hatta varoluşsal durumuna etkide bulunan İran'a karşı nasıl planlar geliştirecek? İdeolojik, politik, örgütsel, askeri kapasite alanında etki gücünü, kendisine karşı her fırsatta etkin biçimlerde kullanan İran'ın en kısa zamanda bu özelliğini yitirmesini, kendi sınırlarına çekilmesini, bölgesel etkisini azaltmasını sağlayacak daha saldırgan bir politika izlemeyi zorunlu kılmaktadır.

İsrail'in ve ABD merkezli NATO güçlerinin İran'ın hem Rusya hem de Filistin'e desteği bakımından etkisizleştirmesi ve kendi içine dönmesini sağlamak öncelikli stratejik savaş ortaklığının temelini oluşturmaktadır. Bu yüzden ABD her zaman İsrail'e sahip çıkmasına ve desteklemesine rağmen, süreç, ayırıcı, özgün ve acil olgular barındırıyor.

NATO merkezli İsrail-ABD ittifakı; Ukrayna, Filistin-Gazze, Suriye, Yemen, Basra Körfezi vb. yerlerde Rusya merkezli Ukrayna cephesinde, İran merkezli Filistin cephesinde yanı sıra çelişkilerin ve çatışmaların yaşandığı bütün cephelerde engelleri kaldırmak için öncelikli stratejik savaş ortaklığı kurdular. Bu savaş ortaklığı temelinde planlar oluşturdular ve bu planı uyguluyorlar. Bu planın İran'ı etkileyen boyutu; bölgesel etki gücü ve düzeyini geriletmek, etkisiz hale getirmek. Bu plan doğrultusunda İsrail'in İran'a yaptığı son saldırılar mesajı doğrudan verme amaçlıdır. Eğer İran mesajı almazsa saldırıların içeriği, biçimi, niteliği yoğunlaşarak artacaktır.

Bu planın gereği olarak İsrail, İran'a karşı fazlasıyla orantısız bir kuvvet uyguluyor. İran'ın Şam büyükelçilik binasını vurdu örneğin. Yine Suriye'de birçok defa İran'ın önemli askeri ve ideolojik değer taşıyan İran Devrim Muhafızları Ordusu'nun generalleri de dahil olmak üzere çok sayıda askerini öldürdü. İran bunların hiçbirine karşılık vermedi doğru düzgün. İran, neyin içerisine çekilmek istediğinin fakında. ABD ve İsrail'e karşı kapsamlı bir savaşa girerse içeride ve dışarıda kaybedeceğini biliyor. Örneğin askeri ve ekonomi başta olmak üzere nitelikli altyapısını gelişkin füzelere karşı koruyabilme kapasitesi de çok zayıf. Ayrıca İran içeride de istim üzerinde duruyor. Daha yakın dönemde yaşanan ayaklanmaları katliamlarla bastırmasına aldanmamak lazım. Çelişkilerin hepsi orta yerde duruyor. Bu çelişkiler hangi nedenden olursa olsun onu kısa sürede alaşağı edebilecek bir magmayı bağrında barındırıyor. İran'ı korkutan ve temkinli olmaya iten, zorlayan bu olgulardan dolayı savaşa girmemek için direniyor.

İsrail, ABD-NATO ise İran'ı Ukrayna'da Rusya'ya verdiği destekten arındırmayı, onu Rusya'dan uzaklaştırmayı, Rusya'yı yalnızlaştırmayı ve İran'ı da kendi sorunlarıyla uğraşan bir duruma getirmeyi istedikleri için saldırıların dozunu iyice artıyor. Öyle ki burjuva uluslararası hukukta bile dokunulmazlığı olan, o ülkenin toprağı sayılan Şam büyükelçilik binasını bile vuracak bir hamle yaptılar. Daha önce egemenler arasındaki hiçbir savaşta yaşanmamış bir durum. İran ise savaşa girmemeyi tercih ettiği ve karşılaşabileceği riskleri öngördüğü için "stratejik sabır" diye durumunu teorileştiren bir yol izliyor. Aslında başkonsolosluğuna yapılan saldırıya karşılık olarak İsrail'e karşı yanıt niteliğindeki saldırıya bakacak olursak "stratejik sabır" durumunu hala koruduğunu, korumak istediğini söyleyebiliriz. Uluslararası ilişkilerde İsrail'in yaptığı büyükelçilik saldırısına karşılık 'mütekabiliyet esasları' gereği buna denk gelen bir karşılık verirse bu meşru olur. Yani eş değerde bir hedefe saldırmış olurdu. Ama öyle olmadı, bunun çok çok altında bir karşılık verdi, adeta önceden davetiye gönderir gibi bir saldırı gerçekleştirdi. Oysa Hamas, İslami Cihat, Hizbullah bu tarz saldırıları zaten fazlasıyla yapıyor. İran saldırısının kapasite düşüklüğünü anlamak için basit bir kıyaslama yapmak yeter. Filistin direniş örgütleri ve Hamas, İslami Cihat önderliğinde İsrail'e karşı 7 Ekim'de Aksa Tufanı hamlesi başlatıldığı ilk bir saatte 5 bin evet yanlış okumadınız 5 bin füze ile saldırdı İsrail'e.

İsrail, İran'ın Suriye Şam Büyükelçiliği'ne saldırarak -ister aynı düzeyde olsun ister olmasın- onu, karşılık vermeye mecbur bırakacak bir hamle yapmış oldu. Ve İsrail, 'İran benim topraklarıma saldırdı ve ben de uygun gördüğüm bir zamanda, uygun bir karşılık vereceğim' diyor. Nitekim verdi de.

Durum şu: Öncelikli stratejik savaş ortaklığında bir araya gelmiş olan İsrail, ABD, NATO ve işbirlikçileri İran'ı kendi içine kapatarak, Rusya'dan uzaklaştırmayı amaçlıyor. Emperyalistlerin çıkarlarını tehlikeye atan hamleler yapmasını engellemeyi, öncelikli olarak da Ukrayna, Suriye, Yemen, Lübnan ve Irak'taki nüfuz alanlarında etkisini zayıflatarak en geri düzeye çekmesini sağlamak; Rusya için ise, Ukrayna cephesindeki savaşı kazanmak; bu planı uyguluyorlar. Bunu ne kadar başarırlar başaramazlar zaman gösterecek. Her cepheden yapılan ve yapılacak olan hamleler karşı taraf üzerinde yarattığı etki düzeyine bağlı olarak ya yükseltilecek ya da ivme kaybedecek.

İsrail, ABD ve NATO'nun merkezinde durduğu öncelikli stratejik savaş ortaklığı yürürlükte. Atılan bütün adımlar bu plan doğrultusunda atılmaktadır. Başını emperyalist ABD'nin çektiği blokun yakın dönemde stratejik hedefi bellidir: Rusya'yı Ukrayna'da İran'ı kendi topraklarında ve bütün nüfuz alanlarında yenmek.