7 Mayıs 2024 Salı

Marksist Teori Kolektifi’nden manifesto: Kapitalizmin cenazesini devrim kaldırır

Kimsenin bizi kandırmasına izin vermeyelim. Sınıflar arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi değil, sınıf işbirliğini temel alan; sorunun etkin ekonomi politikaları değil, siyasi iktidarı alma sorunu olduğu gerçeğini örten; işçi sınıfını devrime değil, patronları ve onların devletlerini önlem almaya çağıran; farklı bir toplumsal düzen istediğini söyleyip “sosyalizm” diyemeyenler, nesnel olarak işçi sınıfı ve ezilenlerin değil, tekellerin çıkarlarını korumaktadırlar.

Marksist Teori Yayın Kurulu, “Kapitalizmin cenazesini devrim kaldırır” başlığıyla bir manifesto yayınladı. Manifesto Türkçe, Kürtçe, Arapça, İngilizce, Fransızca, Almanca ve İspanyolca dillerinde derginin internet sitesinde yayınlandı.

Kapitalizmin varoluş krizinin koronavirüs salgını ile birlikte daha da derinleştiğine dikkat çeken Marksist Teori Yayın Kurulu, manifestoyu “Burjuvazi bu krizden çıkış için kendi planlarını yapıyor. Küçük burjuva aydın tabakaları kapitalizmi kurtarma çağrıları yapıyor. Biz de Marksist-Leninistler olarak dünya işçi sınıfına ve ezilenlerine bir çağrı yapmayı görev ve sorumluluk bilerek bu manifestoyu hazırladık” sözleriyle sundu.

Manifesto şöyle:

KAPİTALİZMİN CENAZESİNİ DEVRİM KALDIRIR

Kapitalizm salgından önce de büyük bir krizdeydi. Bir yanda milyarlar için yoksulluk, işsizlik ve ölüm, diğer yanda bir avuç asalak için devasa bir zenginlik biriktiren sermaye düzeni büyümekte zorlanıyor, zorlandıkça da daha fazla eşitsizlik üretiyordu. Salgın, düzenin tüm çelişkilerini çok daha fazla keskinleştirdi. Önce ormansızlaştırma yoluyla ölümcül virüsler yaban yaşamdan toplumsal yaşama taşındı. Tüm uyarılara rağmen salgınla mücadeleye aylar sonra başlandı. Salgın başladığında ise yoksullar gerekli önleyici ve tedavi edici sağlık hizmetlerinden mahrum bırakıldı. Hatta üretemeyecek ve tüketemeyecek olan yaşlı nüfus doğrudan ölüme terk edildi. Fiziksel mesafeyi korumak adına bir çok yerde sokağa çıkma yasakları ilan edildi ancak binlerin yan yana çalıştığı fabrikalar, şantiyeler, madenler, atölyeler mümkün olduğunca açık tutuldu, yüz milyonlar kitlesel olarak ölüme gönderildi. Üretimi sürdürmenin mümkün olmadığı yerlerde de milyonlar işten atıldı. Kadınlar karantinada erkek şiddeti ve cinsiyetçi sömürü ile başbaşa kaldı. Devletler trilyonlarca dolarlık paketlerinin tamamına yakınını şirketleri kurtarmaya ayırdı. İşçi ve emekçilere sağlanan gelir destekleri ve yardımlar devede kulak kaldı.

Salgın süreci bize tekelci kapitalist düzenin ve burjuva devletlerin kendi yarattıkları sorunları çözme yeteneklerini tamamen kaybettiklerini bir kez daha gösterdi. Burjuvazinin insanlık için sırttan atılması gereken bir yük olduğu herkes için gözle görünür hale gelirken, değeri yaratanın ve çoğaltanın makineler, girişimciler, bankalar değil, sadece ve sadece işçi sınıfı olduğu iyice açığa çıktı. Tarih şimdi çok daha gür bir sesle işçileri yeni toplumun öncüsü ve kapitalizmin mezar kazıcısı olarak harekete geçmeye, tüm emekçileri ve ezilenleri etrafında birleştirmeye çağırıyor.

Sınıf işbirliği insanlığı değil, sermayeyi kurtarır

Bugün tekelleri, dünya burjuvazisini ve burjuva devletleri devrim korkusu sarmış durumda. Emperyalist ülkelerin orta sınıflarını ve özellikle düzenden beslenen küçük burjuva aydın tabakaları da düzeni korumanın telaşına düşmüş gözüküyor. Dünya proletaryası ve ezilenlerin devrim hazırlığının temel bir yönü de bu sol-liberal sınıf işbirliği ideolojisini ve politikasını etkisizleştirmektir.

Sınıf işbirliği ideolojisinin yaslandığı hayal, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası dönemde Avrupa'da tekelci sermayenin kendi proletaryasına verdiği kimi tavizlere dayanmaktadır. Oysa bu tavizleri mümkün kılan şey, kapitalizmin “insancıllığı” değil, SSCB'nin ve bir bütün olarak sosyalist kampın varlığının emperyalist ülke proletaryası üzerinde yaratacağı devrimci etkiyi engellemenin paniğiydi. Bugün sermaye sınıfı tüm bu “engellerden” boşanmış durumda. Kapitalizm, yazgılı olduğu krizlerin ve tükenen pazarların baskısı altında azami kar güdüsüyle saldırganlığının son raddesine geldi ve artık ilerleyerek değil, adeta “içe doğru patlayarak” büyüyebiliyor. Tarihsel olarak azalan kar oranları tekelci kapitalizmi elde ettiği karları yeniden üretimden ziyade geleceğin gasp edilmesine dayalı hayali sermaye pazarlarına akıtmaya, kamu varlık ve hizmetlerini piyasalaştırmaya, sosyal, siyasi ve sendikal hakları budamaya, işgalciliğe, ucuz emek gücü ülkelerindeki proletaryayı en acımasız şekilde sömürmeye, doğayı sınırsızca talan etmeye zorluyor.

Bu açıdan baktığımızda, üretim araçlarının mülkiyeti ve siyasi iktidar burjuvazide olduğu sürece “demokratik işyeri” mücadelesi kendi başına bir hedef değil, ancak ve ancak iktidarı alma mücadelesi temelinde bir anlam ifade edebilir. “İşçi konseyleri” ancak bu doğrultuda, işçi sınıfını üretim üzerinde denetimi, sonra da yönetimi ele almaya geçişinin bir aracı olarak işlev görebilir. Kapitalizm kendisi dışındaki bütün üretim ilişkilerini önce kendisine tabi kılan, ardından da yıkıma uğratarak kendi içinde eriten bir üretim tarzı olduğu için, emek gücü sadece belirli sektörlerde değil, ancak ve ancak toptan meta olmaktan çıkarılabilir - bu da kapitalist üretim tarzının ortadan kalkması demektir. Tekellerin azami karı gözeten çıkarları yenilenebilir enerjinin gerektirdiği yüksek maliyetli yatırımları üstlenmelerini engeller. Bu sebeple iklim krizi sadece ve sadece kapitalist sınıfın iktidarının yıkılmasıyla gerçek anlamda önlenebilir. Kapitalizm sadece ücretli emeğe değil, aynı zamanda ev içi bakım emeğine de bağlı olduğu ve tam da bu sebeple erkek egemenliğini tekrar tekrar ürettiği için, kadın devrimi de ancak kapitalizmin yıkılışı ile kesiştiğinde gerçek bir eşitliğin ve özgürlüğün teminatı olabilir.

Tekelleri sınırlamak için burjuva devletlere güvenemeyeceğimizi iyi bilmeliyiz. Toplumun tüm üretici güçlerini, tüm zenginliğini mülk edinmiş tekellerin iflası milyonları aç ve işsiz bırakacağı için, en sosyal-demokrat burjuva devlet bile krizlerde önce sermayeyi kurtarmak zorunda kalacaktır. Aksi yöndeki herhangi bir zorlama, diyelim servet vergisi, devletleştirme kararı vb. karşısında patronlar tüm mülkleriyle birlikte açık sınır kapılarından kaçıp gidecek ya da doğrudan saldırıya geçeceklerdir. “Sermayeyi sınırlandırma” söylemi ile Avrupa'da iktidara gelen sosyal-demokratların 2008'deki krizde sermaye sınıfını kurtarmaları ve bu kurtarma paketlerinin faturasını kemer sıkma politikaları ile işçi-emekçilere ödetme görevini üstlenmeleri yakın dönem hafızamızda kayıtlıdır. Bugün de tamı tamına aynı yol tutulmaktadır.

Sosyalist devrim insanlığın kurtuluşu için tek gerçekçi yoldur

Madem bilim ve tarih bize fabrikaları, toprakları, bankaları elinde bulunduran sınıfın her şeye karar vereceğini; bu kararların mecburen aleyhimize olacağını ve bu sınıfın yasalarla ve seçimlerle sınırlandırılamayacağını söylüyor, o halde insanca bir yaşam için geriye tek seçenek kalıyor: Burjuvazinin iktidarının zor yoluyla devrileceği ve üretim araçlarının zoralım yoluyla toplum mülkiyetine geçirileceği sosyalist devrim. Sosyalizmde üretim de, bölüşüm de kar değil, toplum için yapılacak, neyi, ne kadar, nasıl ve ne zaman üretileceğinin kararı da toplum tarafından verilebilecektir. Karın olmadığı yerde kriz de olmayacak, emek gücü meta olmaktan çıkacak, tam istihdam sağlanabilecek, ürettiğimiz fazla borsalara değil, toplum yararına yatırımlara döndürülebilecektir. Kadınlar olarak eşitlik ve özgürlük taleplerimiz de böylece maddi bir zemine kavuşacaktır.

Devrim bir çoğumuza bir hayal gibi geliyor olabilir. Oysa hayal olan tek bir şey vardır, o da kapitalizmden doğanın ve insanların lehine olacak adımları atmasını beklemektir. En elverişsiz koşullarda kurulan sosyalizm bile en müreffeh ve en demokratik kapitalizmden on kez, yüz kez daha insacıldır. Şüphesiz ki devrim, bir sınıfın diğerini kanlı bir şekilde alaşağı ettiği, mülksüzleştirdiği ve ezdiği son derece şiddetli bir tarihsel eylemdir. Ancak yaşadığımız açlık, yoksulluk, ayrımcılık, borç, cinsiyetçilik, eşitsizlik, ırkçılık, salgın, talan, baskı ve savaşlar devrimci eylemden daha az şiddet içermemektedir. Devrim, işçi sınıfı için bir bedel ödeme değil, bedel ödetme eylemi olacaktır.

Kimsenin bizi kandırmasına izin vermeyelim. Sınıflar arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi değil, sınıf işbirliğini temel alan; sorunun etkin ekonomi politikaları değil, siyasi iktidarı alma sorunu olduğu gerçeğini örten; işçi sınıfını devrime değil, patronları ve onların devletlerini önlem almaya çağıran; farklı bir toplumsal düzen istediğini söyleyip “sosyalizm” diyemeyenler, nesnel olarak işçi sınıfı ve ezilenlerin değil, tekellerin çıkarlarını korumaktadırlar. Kapitalizm yıkılıyor. Yapılması gereken onu onarmak değil, kirişlere asılmaktır. Dünya proletaryası, sosyalist devrimin insanlığın önündeki tek gerçek, rasyonel ve mümkün seçenek olduğu bilinciyle ayağa kalkmalı, devrim iddiasında olan partilerde örgütlenmeye başlamalı ve tüm ezilenlere önderlik ederek kapitalizmin mezara gönderileceği son kavgaya hazırlanmalıdır.
Bütün ülkelerin işçileri ve ezilenleri, birleşin!

Marksist Teori Kolektifi