29 Mart 2024 Cuma

Konut hakkı onurlu yaşam hakkıdır

İzmir depreminin ardından bir kez daha gündeme gelen konut hakkını Cihan Uzunçarşılı Baysal ile konuştuk. Baysal, "Konut hakkı sadece tapulu mülk üzerinden tanımlanamaz, bir arsa ya da mülkün yasadışı işgali ve iskanı da konut hakkıdır. Bu hak, neoliberal kentleşmenin getirdiği konutun metalaşmasının önüne geçecektir. Kullanım değeri üzerinden konut hakkı bu sisteme dur diyebilecek bir mekanizmadır. O bakımdan çok temel ve sistem karşıtı bir haktır" dedi.

İzmir depreminin ardından konut güvenliği, insanca yaşam hakkı ve konut hakkı yeniden tartışılmaya başlandı. AKP-MHP iktidarı, aynı Covid-19 salgınında olduğu gibi depremde de halkı sorumlu tuttu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Keşke birkaç metrekare fazla pay alma uğruna riskli binalarda oturmak tercih edilmeseydi" derken, AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, konutların güvenli hale getirilmesinde halkın elini taşın altına koymasını istedi. İnşaat sektörü üzerinden ekonomiyi diri tutmaya çalışan, işgal ve talan ettiği alanlara müteahhitlerini sokan AKP-MHP saray rejimi, halka deprem yıkıntıları arasında ölümü reva görürken, depremi patronların karına kar katmasının olanakları haline getiriyor.

Konut ve kent hakkı savunucusu, araştırmacı Cihan Uzunçarşılı Baysal ile konut güvenliği, insanca yaşam hakkı ve konut hakkını konuştuk.

'GÜVENLİ, YAŞANABİLİR KENTLER İNŞA SORUMLULUĞU DEVLETİNDİR'
İzmir depremi sonrası AKP ve MHP'den yapılan açıklamalarla sorumluluk halka yüklendi. Yeni binaların yapılması, eskilerin güçlendirilmesi için halkın sorumluluk alması istendi. Siz bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnsanlara riskli binalarda oturmayın demek onlarla alay etmektir. Öncelikle güvenli, yaşanabilir kentler inşa etmek devletin sorumluluğundadır. AKP ile birlikte vites değişikliği görüyoruz bu bakış açısında. Devletin, can güvenliğini sağlama taahhütlerinden kopuş görüyoruz. 'Riskli binalarda oturmayın' diyorlar mesela. Sağlık Bakanı da geçenlerde benzer bir şey söyledi. Covid'e karşı sorumluluğu bize attı. Daha önce de imar barışını gördük. İmar barışının çok önemli bir maddesi var. Şöyle diyor orada; 'ben sana ruhsat veriyorum, evini yıkmama garantisini veriyorum. Ama depremde ya da afette yıkılırsa sorumluluk sende'. Bu, can güvenliğini koruma altına almaktan, sosyal kontrattan tamamen sapmadır. 'Kendi can güvenliğinden sen sorumlusun, yeter ki sen bana para var' diyor. 

'AFET YASASI DENİLDİĞİNDE AKLA SÜRGÜN YASASI GELİYOR'
AKP 2005'te iki tane yasa çıkardı. Biri 5366 Sayılı yenileme yasası, diğeri belediye yasası. 5393 Sayılı Belediye yasasının 73. maddesinde, depreme karşı sağlam binalar yapma taahhüdü yer alıyor. Bu iki yasa yetmemiş 2012 senesinde bir de afet yasası gibi hegemonik yasayı çıkarmış bu iktidar. Ve 2012'den 2020'ye, 2005'ten 2020'ye kadar biz evlerimizin depreme, afete karşı güçlendirilmesi yönünde bir adım görmedik. Aksine sağlam zeminli mahalleler kriminalleştirildi. Sonra bu mahallelerin, deprem ve afet kaygısı varmış gibi yıkımına meşruiyet alanı kurulmaya çalışıldı. Bu yasalarla bu mahalleler yıkıldı yerine lüks konutlar yapıldı. Oradaki insanlar çeperlere, TOKİ'lere püskürtüldü. Dolayısıyla, afet yasası, riskli alan söylemlerine insanların inancı kalmadı.

Japonya Deprem Ajansı'nın hazırladığı riskli alan haritaları ile bunların riskli alan ilanlarının çakışmadığını görüyoruz. Rantı yüksek bölgelerin riskli alan ilan edildiğini görüyoruz. Bu nedenle afet yasası denildiğinde vatandaşın aklına sürgün yasası geliyor. Üstüne de vatandaş borçlandırılıp ev veriliyor, üstelik yaşadığı bölgede değil çeperlerde veriliyor bu evler. Tabii ki insanlar buna isyan etti, karşı çıktı.

'DEVLETİN SORUMLULUĞU SOSYAL KONUT YAPMAKTIR'
İnsanlar binaları yenilensin istemiyor, risksiz yapılarda barınmak istemiyor anlamına gelmez. Burada yapılması gereken çok basit bir şey. Mesela binanın sağlamlaştırılması gerekiyorsa illa yıkıp yapmaya gerek yok. Sağlamlaştırılması, güçlendirilmesi gerekiyor, sen o mekanizmaları kur. Teknik destek mi vereceksin, ucuz kredi mi vereceksin, insanlar evlerini kendi ekonomik bütçelerine göre yenilesin, otursun. Çok mu riskli, güçlendirme ile yapılamıyor mu. O zaman yık, yerine yenisini yap, sosyal konut olarak yap. Sen devletsin. Vergilerimizden her sene milyarlarca lira köprülere, otoyollara, havalimanlarına, şirketlerin ceplerine savruluyor. Madem para savurmak istiyorsun sosyal konut yap, devletsin sen. Kar gütme, zarar et, şirket değilsin ki sen. Çok ucuza mal et, lüks konut yapma. Güvenli, ekonomik şartlarda ama insan onuruna yakışan konut yap. Biz konut hakkı savunucuları hep bunu söylüyoruz, insan onuruna yakışan, ödenebilir şartlarda, güvenli konut...

'YASADIŞI İŞGAL DE KONUT HAKKIDIR'
Konut hakkı nedir desem, nasıl yanıt verirsiniz?

Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal, Kültürel Haklar Komitesi'nin hazırladığı Ekonomik, Sosyal, Kültürel Haklar Sözleşmesi'nin 11. maddesinin 1. paragrafında barınma hakkı diye tanımlanıyordu ve insan onuruna yakışan bir yaşam standardının bileşeni olarak ele alınıyordu. Bu sözleşme ilk olarak 1966 tarihinde yayınlandı. Konut hakkı savunucularının anayasasıdır bu sözleşme. Komite '91 ve '97 yıllarında iki tane genel yorum ekledi sözleşmeye. İlk genel yorum yaşamaya elverişli konut hakkıdır. Barınma kelimesi çıkarılarak konut ifadesi konuldu. Çünkü dört duvar bir çatı da barınma, tenekeden yapılmış konut da barınma.

Oysa insan hakları savunucuları olarak, insan onuruna yakışır yaşam standardı diyorsak, o yaşam standardına yakışır konut hakkı olması gerekiyor. Bu konut hakkını meta, değişim değeri üzerinden değil de kullanım hakkı üzerinden tanımladı komite. Kullanım hakkı çok çeşitli biçimlerde olabilir. Afet konutu, sosyal konut, özel mülkiyet, kiralık, geçici konut vs. Ama "bir arsa ya da mülkün yasadışı işgali ve iskanı da konut hakkıdır" diyor sözleşme. Çünkü konut hakkı temel bir hak. Diğer haklara, sosyal, ekonomik, kültürel haklara, politik, medeni haklara erişim hakkı ile (ikametiniz olmadığı zaman oy bile kullanamıyorsunuz), birebir ilişkili. Bu çok önemli, ezber bozan bir şey.

KONUT HAKKINDA 7 KRİTER
1991 tarihli 4 numaralı genel yorum, yaşamaya elverişli, insan hakkına yakışır konut hakkı için asgari 7 kriter olması gerektiğini söyler. Bir tanesi kullanım hakkının yasal güvenliği. Burada yasadışı işgal ve iskanı da katıyor. Yani insanlar, birilerinin gelip evlerini başlarına yıkmayacağından, sabahın köründe dozerlerin mahallelerine girmeyeceğinden emin olması gerekiyor.

İkincisi alt yapı ve hizmetlerin yeterli olması. Yeterlilikten kasıt, yeterli ısınma, yeterli su, yeterli ışık olacak. Covid-19 ile ortaya çıkan bir diğer şey de yeterli mekan olacak, mesafe olacak o konutta. 8 kişilik aileleri 72 metrekare evlere tıktığında yeterli konut olmuyor.

Üçüncü kriter, insanları, afetlerden, iklim şartlarından koruyacak, güvenli, sağlam konut yapacaksın.

Bir diğer kriter konutun konumudur. Konut diğer hizmetlere erişimde, ulaşım bakımından uzak olmayacak ki, bütçeni sarsmasın. TOKİ binasındasın sağlığa, eğitime ulaşmak için ulaşıma para veriyorsun.

Bir diğer kriter, ödenebilir olacak, insanların ekonomik şartlarına uygun olacak. Mahalleyi yıkıp, yenileme projesi deyip üstüne para istiyor. Ama insanlar ödeyemiyor. Hiçbir ayrım yapmadan, LGBTİ bireyler, engelliler, kadınlar her kesimi kapsayacak.

Diğeri kültürel yeterlilikler. Modern konut biçiminde değil, toplumun kültürü ne ise o kültüre saygıyla yapmalısın. Avlulu evlerde yaşayan Romanları kalkıp, TOKİ'de 8 katlı evlere tıkamazsın. 'Ayağımız toprağa basmadan yaşayamayız' diyen Ayazma'da yaşayan Kürtleri, asansörlü 12 katlı daracık mekanlara yerleştiremezsin. Alışılagelmiş yaşam biçimlerinden koparan TOKİ'lerde, açık hava düğünleri, kına geceleri, taziye çadırları gibi etkinliklerini yapamamayı eksiklik olarak görüyor insanlar.

Zaman içerisinde kadına yönelik şiddete karşı güvenli konut, katılımcı planlama ile yani oradaki nüfusla birlikte konut inşası eklendi bu maddelere.

'97 senesinde de 7 numaralı genel yorumu yazar komite, bu da zorla tahliyelerdir. Bireylerin, ailelerin, toplulukların yaşam alanlarından alternatif olanaklar sunulmadan çıkartılmalarını ihlal olarak sayar.

'META DEĞİL KULLANIM DEĞERİ ÜZERİNDEN KONUT'
Enformal konut alanları ile ilgili 2016 yılında yapılan BM Habitat-3 Konferansı'nda, artık tapusuz da olsa yerleşik alanların korunması gerektiği kayıtlara geçti. Bugünden bakıldığında belki ütopik görülebilir ama, biz kullanım değeri üzerinden bir kenti ve konutu tesis ettiğimiz zaman bu sisteme kısa devre yaptırmış olacağız.

'GECEKONDULAR METAYA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ'
Farklı isimler adı altında neredeyse her iktidar döneminde imar affı vb. gündeme getiriliyor. İnsanların yıllarca oturduğu konutların tapusu verilmeyerek tehdit olarak kullanılıyor. AKP de son olarak imar barışı çıkararak benzer bir yönteme başvurdu. Ama tapu sorununa çözüm bekleyen milyonlarca emekçi var. Buna dair ne öngörüyorsunuz?

AKP'nin yaptığı imar barışı idi. Öncekilerde imar afları gördük. 1983-'85 senelerinde Özal zamanı çıkarılan imar aflarında, gecekondunun kullanım değerinden değişim değerine evrilişini gördük. Ne dedi Özal; "Biz maaşlara zam yapamıyoruz. Gecekondularının üzerine iki kat çıksınlar, onun geliriyle geçinsinler." Birden bire gecekondu kullanım değeri üzerinden değişim değerine, metaya dönüştürüldü.

Bu aflar ve imar barışları çözüm olmuyor. Devamlı mahallelerin başında Demokles'in kılıcı gibi sallandırılıyor. Tapusunu vereceksin ver tapusunu. Bu yapılmayarak devamlı arafta tutuluyor gecekondu mahalleleri. Ne ruhsatlı ne ruhsatsız, ne tapulu ne tapusuz. Bu iktidarların işine geliyor, bir oy kullanma mekanizması, bir Demokles'in kılıcı ve bir ehlileştirme mekanizması aynı zamanda.

'KİRACI NÜFUS ARTIYOR'
Deprem olsa da olmasa da insanların güvenli konutlarda barınmasını sağlayacak bir sistem olması gerekiyor. Bugün böyle bir anlayış yok. Olması gereken üzerinden bir tarif yapmaya çalışsak nedir bu?

Türkiye'de mülkiyet odaklı konuta bakış var. Sosyal konut projelerinde de TOKİ, KİPTAŞ ya da belediyelerin konut projelerine baktığımızda onlar da mülkiyete odaklı. Ödenebilir şartlarda, güvenli, kiralık, kullanım değeri üzerinden sosyal konut düşünülmüyor.

Türkiye'deki gidişata baktığımız zaman mülk edinen nüfuslar yüzde olarak azalıyor. Yeni nüfuslar sisteme girdikçe onlar konut satın alamıyorlar. Konut o kadar pahalandı ki, kiralık konutlara yöneliyorlar. Kenti markalaştırmak, tasarımlaştırmak, soylulaştırmak projeleriyle her yerde özellikle kent merkezlerinde kiralık konut fiyatlarının yükseldiğini görüyoruz. Bu durumda insanlar çok kötü şartlarda, çok emniyetsiz konutlarda barınmak zorunda kalıyorlar. Bir araştırmada, 20 sene sonra kiracı nüfusun, mülk sahiplerini geçeceği belirtiliyordu. İstanbul'da bu daha kısa sürede olacaktır. Böyle baktığımız zaman geleceğe yönelik yatırım bakımından da bu şart. İvedilikle, güvenilir şartlarda, ödenebilir kiralarla alt-orta gelir gruplarına merkezlerde kiralık konut tahsis edilmeli.

BOŞ KONUTLARI İŞGAL HAREKETLERİ
Ekonomik şartlardan dolayı insanlar kötü şartlarda konutlarda oturmak, kentin çeperlerine gitmek zorunda kalıyor. Kentin merkezi noktalarında boş konutlar görüyoruz. İstanbul'da 260 bin civarında olduğu söyleniyor boş konutların. Ben daha fazla olduğunu sanıyorum.

Amerika'da 4 bekar siyah anne boş konutları işgal ederek yerleştiler. Polis geldi çıkarmaya kalktı. Bu bir örnek oldu. Bir kooperatif el attı, orayı satın aldı, annelere kiraladı. Bizde kooperatif sistemi de yok. Kooperatifçiliğe destek de yok. İnsanlar mahallelerini mi dönüştürecek, bırakın kendi kooperatiflerini kurup dönüştürsünler. Sadece şunu görüyoruz. Şehircilik Bakanları riskli alan ilan ediyor, TOKİ oraya giriyor. Ve insanlar kendi mahallelerinden kentin çeperlerine sürülüyor. Benim önerim, kullanım değeri üzerinden kiralık sosyal konut ve kooperatifçiliğin geliştirilmesi.

Ayrıca acil olarak Konut Bakanlığı kurulmalı. Türkiye deprem bölgesi. İstanbul'u büyük bir deprem bekliyor ve bu kentte bir şey olduğu zaman ekonomi çöker. Şu kanal için uğraşınızı, savuracağınız parayı, Konut Bakanlığı kurup, güvenilir, emniyetli, kiralık konutları yatırın.

'KONUT HAKKI TEMEL VE SİSTEM KARŞITI HAKTIR'
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Konut hakkı, 'gözardı ettiğimiz, yazık hakkımız' diyorum ben. Konut hakkı, insan haklarının çok temelinde duran bir hak. Hem onurlu yaşam hakkı bağlamında, hem diğer haklara erişim bağlamında. Neoliberal kentleşmenin getirdiği konutun metalaşmasının önüne geçebilecek olan şey, kullanım değeri üzerinden konut hakkı mekanizmasını kurmaktır. Bu, çok temel ve sistem karşıtı bir haktır.