30 Aralık 2024 Pazartesi

Kefernahum'a mahkum değiliz!

Her gün sokaklarda binlercesini gördüğümüz mültecinin, trafik ışıklarında gördüğümüz Suriyeli çocukların hayat hikayeleri hakkında daha fazla tartışmamıza vesile olacaktır Kefernahum. Irkçı politikaların, nefret söyleminin yarattığı "cehenneme mahkum değiliz" sözünü kişisel ve kolektif olarak bir kez daha yinelememizin olanaklarını sunacaktır.
Oyuncu, senarist ve aynı zamanda yönetmen olan Nadine Labaki'nin son filmi "Kefernahum"; "göçmenlik", "yoksulluk", "ebeveynlik" ve özelde de "çocukluk" üzerine yoğunlaşıyor. Senaryoyu hazırlayanlardan Labaki, filmin hikayesinin ve adının nereden çıktığını şöyle anlatıyor. "Burada, çocuk hakları, bu çocuklara yapılan adaletsizlik, sınırların absürtlüğü ve var olduğunuzu kanıtlamak için bir belge gerekmesi gibi şeyler yer alıyordu. Bunların hepsini tahtaya yazdım ve tahtaya baktığımda bu "Kefernahum" gibi dedim; "Bu cehennem ve biz de cehennemde yaşıyoruz" filmin adı işte böyle ortaya çıktı." Fransızca kaos ve karmaşa anlamına gelen Kefernahum aynı zamanda bugün İsrail devleti sınırları içinde yer alan Celile Denizi kıyısındaki antik bir Filistin kentinin de adıdır.
 
Labaki, yaklaşık 3 yıl hazırlık yaptığı film için Beyrut'ta mültecilerin yaşadığı mahallelerde, karakollarda ve çocuk hapishanelerinde araştırma yapıyor. Ekonomik kriz ve mülteci krizinin sonuçlarına yoğunlaşıyor. Çocuk işçiliği ve çocuk hakları özel olarak odaklandığı noktalar oluyor. Oyuncu seçiminde de profesyoneller kullanmak yerine bizzat mülteci yaşamı iliklerine kadar hisseden, yaşayan amatörleri seçiyor. Filmin ana karakterleri olan 12 yaşındaki Zain (Zain Al Rafeea) 8 yıldır Beyrut'ta yaşayan Suriyeli bir göçmen, Rahil (Yordanos Shiferaw)'de Beyrut'ta kaçak yaşayan Etiyopyalı bir mülteci.
 
Rahil, çok çocuklu Suriyeli mülteci bir ailenin çocuğu. Okuyamamış ve sürekli sokakta olan, birçok işte çalışarak erken yaşta olgunlaşmış biri. Anne, babası ve kardeşleri ile hayata tutunmaya çalışıyorlar. Özellikle kızkardeşi Sahar ile özel bir ilişkileri var. Sahar regl olunca ailesi fark etmesin ve onu evlendirmesin diye reglin izlerini birlikte silme çabaları son derece çarpıcı. Ancak Zain'in tüm gayretlerine rağmen aile Sahar'ı çocuk yaşta, ev sahipleri ve mahalle bakkalı olan Assaad ile evlendirir. Ailesi ile son bağını da koparan Zain evden kaçar ve yolları kaçak olarak temizlik işçiliği yapan Etiyopyalı Rahil ile kesişir. Beyrut'tan Avrupa'ya kaçmak için bebeği Yonas ile gün sayan Rahil'in barakasında Zain'e de kucak açması ezilenlerin, yurtsuzların dayanışmasının bir resmi gibidir. Zain'in kardeşi Sahar'ı koruyamayışını telafi etmek istercesine Yonas'a bakması son derece dramatik bir tablodur.
 
Rahil'in Avrupa'ya gidiş kapısı olan telefon kılıfı satan insan tüccarı Aspro karakteri mülteciliğin en önemli köşe taşlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Adları, ırkları, görünürdeki meslekleri değişse de kapitalizmin mültecilik çarkında en önemli rollerden biri onların oluyor. Devlet, mafya işbirliği ile çaresizliği ranta çevirmenin, milyarlarca doların el değiştirmesinin sağlandığı kara delik! Mültecilerin ucuz işgücünün satılması sonucu biriken "kişisel sermayeler"in akıtıldığı kara delik! Mültecilerin nefret ettiği ama ne yapsalar, ne isteseler boyun eğmek zorunda oldukları insan müsveddeleri çağımızın en lanetli türlerinden birini oluşturuyor. Aspro karakteri üzerinden bir kez daha bu çark üzerine düşünme fırsatı sunuyor Kefernahum.
 
Zain'in Türkiye veya İsveç'e gitmek için Aspro'ya kendi hakkında evrakları getirmek zorunda olması, onu yeniden evine gitmeye zorluyor. İki acı gerçekle bu anda karşılaşıyor. Ona ait hiçbir evrakın olmadığı, ne bir kimlik ne de başka bir kağıt parçasının bulunmadığı, aslında var olmadığı gerçeği ile yüzleşiyor. Bundan daha sarsıcı olan ise 11 yaşındaki kardeşi Sahar'ın hastanede kan kaybından öldüğünü öğrenmesi. Çocuk istismarı ve tecavüzün evlilik kisvesi altında olmasının hiçbir hükmünün olmadığını, milyonlarca mülteci çocuktan kız çocuklarının payına daha büyük bir zulüm ve eziyet düştüğünü bir kez daha görüyoruz Sahar'ın hikayesinde.
 
Zain'in, kardeşi Sahar'ın katili olan Assaad'ı bıçaklaması ve yakalanıp çocuk hapishanesine kapatılması açlık, yoksulluk, kimliksizlik dışında insanın başına daha beter ne gelebilir sorusunun yanıtı sanki.
 
Zain'in hapishanede televizyondaki bir programa telefonla katılıp canlı yayında anne ve babasından şikayetçi olması mülteci ve çocuk tutsakların çığlığını duymak bakımından sarsıcı oluyor; "Anne babamdan şikayetçi olmak istiyorum. Yetişkinlerden beni dinlemelerini istiyorum. Çocuk yetiştiremeyen yetişkinlerin çocuk yapmamasını istiyorum. Şiddet, aşağılama, dayak, zincirle, demirle, kemerle dövülme. Duyduğum en tatlı sözler ‘defol orospu çocuğu' Hayat bir b.k çukuru. Beş para etmez. Burada cehennemde yaşıyorum. Çürüyen et gibi yanıyorum. İyi insanlar olacağımızı ve sevileceğimizi düşünmüştüm. Ama Allah bizim için bunu istemedi. Bizim ötekiler için paspas olmamızı tercih ediyor."
 
Mülteci ebeveynlerin ne kadar zor hayatlar yaşasalar da çocuklarına şiddet uygulamaya hakları olmadığı, çocuk yaşındaki Sahar'ı 30'lu yaşlardaki  ev sahiplerine adeta satmalarının da meşruiyeti yok. Bu bağlamda 12 yaşındaki bir çocuğun yaşadıklarının sorumlusu olarak ebeveynlerini görmesi normal. Gerçeğin bu kısmını göstermek bakımından film oldukça başarılı. Ezilenler arasındaki çelişkilere ve birbirini ezme pratiklerine ayna tutmayı da başardığını söyleyebiliriz.
 
Ancak yönetmenin eleştirinin sivri ucunu anne babaya yöneltilmesi tartışılır. İster istemez insanın aklına bazı sorular geliyor! Mülteciliğin sorumlusu olan emperyalist kapitalist dünyaya, savaş politikalarını çıkartan Ortadoğu'daki diktatörlere gönderme yapmadan mültecilik anlatısı yapmak gerçeğin nirengi noktasına kameraları kapatmak anlamına gelmez mi? Kaçak mültecileri kamplar yerine hapishanelere koyabilen bir iktidarın mahkeme salonlarında ebeveynleri yargılamayı tercih etmek eleştirinin gücünü azaltmaz mı? Zaten filmin en zayıf yanını da bu oluşturuyor. Hayatın ve sokağın içinden geçen kamera bize mülteciliğin insani gerçekliğini sunarken, mahkeme salonuna giren kadraj kurgusal bir yapaylığın kurbanı oluyor. Dünya üzerinde 70 milyondan fazla zorla yerinden edilmiş insanın olduğu günümüzde, 4 milyondan fazla mültecinin barındığı bir ülkede yaşayan insanlar olarak, eminim ki filmi izleyip hepimizin söyleyeceği daha fazla söz olacaktır. Her gün sokaklarda binlercesini gördüğümüz mültecinin, trafik ışıklarında gördüğümüz Suriyeli çocukların hayat hikayeleri hakkında daha fazla tartışmamıza vesile olacaktır Kefernahum. Irkçı politikaların, nefret söyleminin yarattığı "cehenneme mahkum değiliz" sözünü kişisel ve kolektif olarak bir kez daha yinelememizin olanaklarını sunacaktır.
 
Cannes Film Festivali'nde "Jüri Özel Ödülü"nü, Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde Zain Al Rafeea'nın "En İyi Erkek Oyuncu Ödülü"nü ve "Gençlik Jürisi Ödülü"nü alması ve 91. Akademi Ödülleri'nde(Oscar) "Yabancı Dilde En İyi Film" adayları arasına giren Kefernahum'un bebek olan Yonas'ı canlandıran Boluwatife Treasure Bankole de dahil tüm oyuncuları sade ve sahici oyunculukları ile öne çıkarken; filmin müzikleri dramatik konuyu köpürtmeden yer yer belgesel tadında kullanılıyor.
 
İyi seyirler.