30 Aralık 2024 Pazartesi

Herkesin bir 'Roma'sı vardır!

Filmin en unutulmaz sahnelerinden biri hiç kuşkusuz 1970'lerin başında iktidara gelen Luis Echeverria hükümetinin kanlı yüzünün bir mağaza sahnesine sığdırılmasıdır. 1968 gençlik eylemlerinin artçısı denilebilecek protestoların CIA'nın eğittiği paramiliter bir güç olan Los Falcones tarafından bastırılması için Corpus Christi Katliamı'nın hatırlatılması güçlü bir politik mesaj niteliğindedir.
Büyük Umutlar, Son Umut, Harry Potter ve Gravity-Yerçekimi gibi birbirinden farklı türlerdeki filmlerin usta yönetmeni Alfonso Cuaron'un son filmi "Roma"da ses getirdi. Geçtiğimiz yılın son döneminde gösterime girmesine rağmen hala tartışılmaya devam ediyor. 75. Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan ödülünü alması, 76. Altın Küre yarışmasında "En İyi Yabancı Film" seçilmesi ve 24 Şubat'ta düzenlenecek Oscar Ödülleri'ne on dalda aday gösterilmesi, Roma filminin gündemdeki yerini koruyacağını gösteriyor.
 
Alfonso Cuaron'un "istediklerimi tam anlamıyla hayata geçirebildiğim ilk filmim oldu" dediği Roma filmi, 1970'lerin başlarında Meksika'nın başkenti New Mexico'nun bir mahallesinden alıyor adını. Yönetmen, filmi çekme nedenini ise "anılarıma dönmek ve belleğimi zorlamak" diye açıklıyor. Cuaron, objektifini çocukluğunu geçirdiği zamana ve mekana çevirse de anlatımı bir çocuk gözünden değil de ailenin hizmetçisi Cleo'nun bakışından vermeyi tercih ediyor. Çünkü çocukluğunda hayran olduğu dadısına bir saygı duruşunda da bulunmak istiyor.
 
Her ne kadar bir bellek filmi olsa da 70'lerin Meksika'sının küçük bir mahallesinde geçse de sınıfsal, ulusal ve cinsel çelişkileri bir potada işlemeyi başarıyor. Emek sömürüsünden ezilen halkın insanlarına hizmetçiliğin reva görülmesine; aile kavramından kadın dayanışmasına, erkek şovenizminden paramiliter devlet terörüne, hayata ve politikaya dair birçok "insanlık durumu"na tanıklık ediyoruz.
 
Alfonso Cuaron'un senaryosu ile birlikte görüntü yönetmenliğini de üstlendiği "Roma"nın siyah beyaz çekilmesi, kendi tabiriyle filmin DNA'sının siyah beyaz olmasından kaynaklanıyor. Yer yer belgesel tadı da veren film, doğal ve sade oyunculukla da birleşince seyirciyi hikayeye ortak etmekte zorlanmıyor. Acele etmeyen bir anlatım, karakterlerin ve sahnelerin seyircinin gözüne sokmadan işlenmesi ve müziklerin senaryodan ve oyunculardan rol çalmasına izin vermeyen bir düzeyde kullanılması dikkat çekiyor.
 
Doktor Antonio ve biyokimyager Sofia dört çocukları ile yaşıyorlar. Cleo ve Adela adlı iki hizmetçileri ve bir de köpekleri var, Borras! Cleo neredeyse tüm filmi gözlerinden izlediğimiz karakter. Evin neredeyse tüm işlerine Adela ile birlikte koştururken çocuklarla da özel bir ilişkisi var. Adeta ikinci anne gibi. Ailenin bir parçası gibi gösterilmeye çalışılsa da, onlarla birlikte film izleyebilse de bir yandan Antonio'ya kahve getirmek ve Sofia'nın azarlamalarına katlanmak zorunda! Emek ile birlikte evde sevgi de üretmek zorunda olması, kendisinden sınırsız bir şefkatin beklenmesi sömürünün tartıya gelmeyen, ölçülemeyen yanını göstermesi bakımından oldukça çarpıcı.
 
Cleo'nun tek sosyal yaşamı Adela ile birlikte dışarı çıkmak. Kendisi gibi yerli halktan olan, yoksulluğu ve toplumun dışına itilmişliği iliklerine kadar yaşayan Fermin ile sevgili olmak sıradan hayatının heyecanı olarak yansır beyaz perdeye. Fakat hamile olduğunu öğrenir öğrenmez Fermin'in kayıplara karışması heyecanın kabusa dönmesine yol açar.
 
Aynı dönemde Antonio'nun evi terk etmesi, bir yandan Sofia'nın yalnızlığa alışmaya çalışırken diğer yandan evin ekonomisini kurmaya ve çocukların psikolojisini gözetmeye yönelmesini koşullar. Birbirinin yaşadıklarının farkında olan iki kadın aralarındaki dayanışmadan güç alırlar.
 
Arabasına gösterdiği özeni çocuklarından sakınmış olan Antonio, çocuklara hiçbir ekonomik katkıda bulunmadığı gibi onların evde olmadığı bir zamanda kütüphaneyi ve bir dizi eşyasını evden almakta da bir beis görmez. Cleo'nun arayıp bulduğu Fermin ise "senin ve bebeğinin ağzını yüzünü dağıtmamı istemiyorsan bir daha ne bunda bahset ne de beni ara" diyerek şiddet çağrıştıran tehditkar hareketler yaparak "s…. hizmetçisi" diye hakaret etmekten geri durmaz! İki farklı sınıftan, egemen ve ezilen ulustan iki erkeğin tavırlarındaki benzerlik erkek şovenizminin en çıplak hallerinden biri olarak ortaya çıkar.
 
Filmin en unutulmaz sahnelerinden biri, hiç kuşkusuz 1970'lerin başında iktidara gelen Luis Echeverria hükümetinin kanlı yüzünün bir mağaza sahnesine sığdırılmasıdır. 1968 gençlik eylemlerinin artçısı denilebilecek protestoların CIA'nın eğittiği paramiliter bir güç olan Los Falcones tarafından bastırılması için Corpus Christi Katliamı'nın hatırlatılması güçlü bir politik mesaj niteliğindedir. Fermin'in bu çetenin bir üyesi olması dünyanın her yerinde yoksulların devşirilerek karşıdevrimin piyonlarına dönüştürülmesi stratejisinin yansıması gibidir. Kapitalizm ve faşizm, yoksullukla ve ırkçılıkla kişiliksizleştirdiği insanları sermayenin bekçisi haline getirerek onlara bir "kimlik" vermesi ezilenlerin çözmesi gereken en önemli çelişkilerden biri olarak orta yerde duruyor!
 
Filmdeki dramı, kadınlık ve erkeklik hallerini, zenginlik ve yoksulluk çatışmasını klişe bulanlarda olacaktır. Finalin açık bir "mesaj" vermemesini eleştirenlerin olması da kuvvetle muhtemel. Hızla tüketme, anlık duygulanımlarla sınırlı değerlendirmeler yapmadan sakınanlar için önemli imkanlar sunuyor "Roma" filmi.
 
Filmdeki kimi metaforlar ise her izleyen tarafından yorumlanmayı hak ediyor. Sofia'nın "evin babası"nın iktidar simgelerinden biri haline gelen Ford'unu iki kamyonun arasına sürerek perte çıkartması; Cleo'nun kendi hapishanesi de olan evde Borras'ı sürekli tasmasından tutarak sokağa çıkmasını engellemesi; Güney Meksika'nın yerli halkı Mixtecli olan Cleo'nun zengin bir evde temizlik işleri yaparken Fermin'in iktidarın kirli işlerini yapması gibi filmdeki bir çok metafor, arkadaş ortamlarında, dost meclislerinde tartışmayı hak ediyor.
 
Kişisel olanın politik olduğu, yerel olanın evrensele açıldığı bir sinema arayanların mutlaka izlemesi gereken bir film "Roma".