22 Aralık 2024 Pazar

HDP’nin sine-i millete dönme meselesi üzerine

Bu çağrı çeşitli kesimlerden geldi. HDP’nin Saray faşizmi karşısında etkin ve gerektiğini gibi mücadele yürütemediğini düşünerek bu çağrıyı yapanlar var. Bu kesimin çağrısını, Saray iktidarının halklara karşı yürüttüğü savaşa karşı büyük bir öfkenin sonucu olarak görmek mümkün elbette. HDP’den daha fazla yapmasını beklemek, HDP tabanının hakkı. Ama bu sadece HDP yönetiminin sorunu olarak görülemez. HDP’ye oy verenler de dahil olmak üzere tüm HDP tabanına bir sorumluluk yükler.

Ezilenlerin geleceğe dair büyük umutlar biriktirdiği 7 Haziran seçimlerinden sonra olanları kısaca bir anımsayalım: Faşist şeflik rejiminin DAİŞ eliyle gerçekleştirdiği kitle katliamları, sandık sonuçlarını tanımayan Saray darbeleri, Cizre bodrumları örneklerinde olduğu gibi Kürt halkının özyönetim kararı karşısında devreye sokulan kitle katliamları, 15 Temmuz darbe girişimi, OHAL ilanı ve KHK’lar, HDP Eşbaşkanları ile milletvekillerinin tutuklanması, muhalif basının tasfiye edilmesi, Rojava’ya yönelik işgal saldırıları, kayyum darbeleri, başkanlık sistemine geçiş vs…
Sadece bu kısa döküm bile, Saray iktidarının ezilenlere karşı çok büyük bir savaş yürüttüğünün göstergesi. Bugün “sine-i millet” çağrısı yapılan HDP işte bu savaş ortamı içinde muhalefet yapmaya çalışıyor. Üstelik kendisi de ana hedef konumunda.
2016 yılındaki 4 Kasım darbesi ile tutuklanan milletvekillerinden 7’si -ki içlerinde dönemin eşbaşkanları Yüksekdağ ile Demirtaş da var- hala rehin tutuluyor.
4 Kasım’ın ardından hızı artırılarak sürdürülen siyasi soykırım operasyonlarıyla AKP-MHP iktidarı, HDP’yi tasfiye ederek siyaset sahnesinden silmeyi amaçladı. Ama HDP siyaset sahnesinde öyle ya da böyle kalmayı başardı.
Gelelim “sine-i millet” meselesine.
Bu çağrı çeşitli kesimlerden geldi. HDP’nin Saray faşizmi karşısında etkin ve gerektiğini gibi mücadele yürütemediğini düşünerek bu çağrıyı yapanlar var. Bu kesimin çağrısını, Saray iktidarının halklara karşı yürüttüğü savaşa karşı büyük bir öfkenin sonucu olarak görmek mümkün elbette. HDP’den daha fazla yapmasını beklemek, HDP tabanının hakkı. Ama bu sadece HDP yönetiminin sorunu olarak görülemez. HDP’ye oy verenler de dahil olmak üzere tüm HDP tabanına bir sorumluluk yükler.
Bir de kişisel beklentilerinin karşılanmamış olmasından dolayı taşıdıkları öfkelerini radikal muhalefetmiş gibi sunarak HDP’ye “sine-i millet” çağrısı yapanlar var ki, onların kısa sürede ipliği pazara çıktığı için mevzu bahis bile yapmıyorum.
Soru şu: HDP’nin faşizme karşı mücadelede gereken muhalefeti yapamamasının nedeni ne? Parlamentoda bulunduğu için mi HDP muhalefeti yapamıyor?
Hayır.
İlk sorunun birbiri ile bağlantılı çokça nedeni var: İlk neden, HDP’nin bir parti olarak iradesinin zayıflaması. Bunun da nedeni elbette ki belli. Yüzlerce devrimci kadrosunu kaybetti.
İkincisi, bu kayıplarla bağlantılı olarak örgütleri dağıtıldı ve halk arasında siyasi çalışma yapamaz hale geldi. Binlerce kişiden oy alınan yerlerde bırakın ilçe örgütünü kurmayı çalışma yürütecek tek bir kadrosu bile kalmadı. Bu da giderek, halka yabancılaşan bir siyaset tarzını üretti. Bu yabancılaşmayı “radikal demokrasi” olarak tariflenen HDP’nin kuruluş felsefesi ile birlikte düşünmek gerekiyor. Siyaset tarzının ağırlıklı olarak seçimlere ve temsillere odaklı olması, partiyi halktan uzaklaştırdı. Hatırlayalım ki, HDP’nin en temel sloganı “yeni yaşam”dı ve bu da yerel örgütlenmelere dayalı bir fikirdi.
Rehin tutulan HDP’nin önceki dönem Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ’ın 20 Kasım günü Y.Özgür Politika’da yayınlanan röportajı çok önemliydi. Sayın Yüksekdağ şöyle diyor: “Daha somut baktığımızda ise, formel siyasete mahkum da mecbur da olmadığımızı görürüz. Elbette HDP için bütün mücadele seçenekleri masada olmalıdır. Bunların başında da fiili meşru mücadeleyi esas alan siyasi çizgi gelir. Bu çizgi yeri geldiğinde boykotu da kopuş hareketlerini de kitlesel ya da grupsal sivil itaatsizlik eylemlerini de kapsar.”
Gerçekten de HDP’nin ihtiyacı olan yeni bir çıkış. Önümüzde Aralık ayının ikinci haftasından başlayıp Şubat’ın sonuna kadar sürecek olan -HDK de dahil- konferans ve kongre süreci var. HDP ve HDK bu süreci halkla yeniden buluşacağı ve mücadele çizgisini birlikte belirleyeceği bir süreç olarak değerlendirebilir.
Yüksekdağ’ın da dediği gibi, HDP zaten “sine-i millet”, yani halkın içinde olan bir parti. HDP bir halk partisi olmasaydı, Saray iktidarının çığırından çıkmış bu saldırıları karşısında ayakta kalabilir miydi? Bir düşünün hangi parti yapabilirdi bunu?
HDP’nin yapması gereken yeniden ait olduğu yerde, halk arasında siyasi çalışma yapma imkanını yaratmak ve halkla birlikte yeni mücadele dönemine hazırlanmaktır. O’nun kurucu fikrini hatırlamaya ve hatırlatmaya ihtiyaç var. HDP’nin çıkış yolu, onu büyüten ve kitlelere mal olmasını sağlayan kurucu fikir ve bu fikre olan inançtan geliyordu. Elbette koşullar aynı değil. Ancak izlenecek hat belli. O hat da; umudun gemisini ilk fırtınada terk etmemek!