22 Aralık 2024 Pazar

?Hayattayım, nefes alıyorum?

Kadınların hala ellerinde erkeklerin canını aldığı kadınların fotoğrafları var. Yanlarına, erkek şiddetine teslim olmayan, özsavunma yaparak hayatta kalan kadınların fotoğrafları eklendi. Adalet mücadelesi, hem katledilen kadınlar için hem de hayatta kaldıkları için cezalandırılan kadınlar için yürütülüyor.
Erkek yargının kadın katillerini nasıl koruduklarının sayısız örneği ile karşılaştık. Duruşma salonuna "takım elbise" ile gelmenin mahkeme heyetleri üzerindeki "etkisi"ni çokça gördük. Bu “etki” kararlara “iyi hal indirimi” olarak yansıdı. Katledilen kadınları suçlama üzerine kurulu olan savunmaların, nasıl makbule geçtiğine çokça tanık olduk. Bu kadın düşmanlığına da en son Şule Çet davasındaki sanık avukatının savunmasında maruz kaldık.
 
Erkek yargı, her zaman kadınların katili erkekleri korudu. Kadınlar lehine alınan kararlar ise ancak kadın dayanışması ve yoldaşlığının bir sonucu oldu.
 
Erkek yargının, hayatta kalmak için kendilerine şiddet uygulayan erkekleri öldüren kadınlar karşısındaki tutumu da ortada.
 
Hayatta kalmanın cezasını kadınlara ödetiyorlar.
 
Nevin Yıldırım'ı hatırlıyorsunuz değil mi? İki jandarmanın arasında elleri kelepçeli yürürken çekilmiş fotoğrafını.
 
Isparta'nın Yalvaç ilçesine bağlı Korukaya köyünde yaşıyordu. İki çocuğu vardı.
 
Nurettin Gider de 2 çocuğun babasıydı. Nevin’e şiddet uygulayarak tecavüz etti.
 
2012 yılının Ağustos ayında Nevin, Nurettin Gider’in cezasını verdi, başını kesti ve bir çuvala koyarak, köy meydanına attı. Çünkü Nevin’in canına tak etmişti. İsyan etti ve tecavüzcü erkeğe ibret-i alimlik bir ceza kesti.
 
Film gibi değil mi? Ama gerçek.
 
Eğer Nevin özsavunma yapmasaydı, bir gün Nurettin Gider tarafından öldürülecekti. Belki de iki çocuğu ile birlikte. Eğer Nevin, Nurettin Gider’i öldürmeseydi, bugün mezarda olacaktı. Nurettin Gider de “takım elbisesi” ile katıldığı birkaç duruşmanın ardından bir “baba” olarak suç şebekesi “aile”ye dönecekti, “aile baba”lığına devam edecekti.
 
Ama Nevin, hayatına sahip çıktı.
 
Erkek yargı elbette, itaat etmeyen, erkeğin verdiği ölüm fermanına karşı çıkan bir kadına cezasını kesti; “tecavüz saldırısı” suçunu görmezden geldi, Nevin'e müebbet hapis cezası verdi. Kadınlar, erkek yargı karşısında kadın dayanışması duvarıyla Nevin’i korumaya çalıştı. Ancak bu kez yetmedi. Kadın dayanışmasının başka örnekleri de oldu elbette; Yasemin Çakal ve Çilem Doğan özgürlüklerine kavuşabildi.
 
Kadın dayanışmasının gücü ile dört duvarın ardında özgürlüklerine kavuşmayı bekleyen çok sayıda kadın var elbette.
 
Namme Öztürk bu kadınlardan biri. Boşanmasına rağmen Kazım Aydemir’in şiddetinden kurtulamamış Namme. Kendisi ile birlikte iki çocuğunu da öldürmek isteyen Kazım Aydemir’e karşı özsavunma hakkını kullandığı için hapsedildi. Bu düzen, Namme’ye de erkek şiddetine teslim olmamanın bedelini 12 yıl 6 ay hapis cezası vererek ödetmek istiyor. Kadınlar, Namme’yi yalnız bırakmadılar. Kadınların mücadelesi sonucunda savcı Namme için “meşru müdafaa”dan ceza verilmesini istedi. Ancak mahkeme ise “kasten öldürmek”ten ceza kesti, sadece “iyi hal indirimi” yaptı. Namme için adalet mücadelesi bitmiş değil elbette.
 
Defalarca ölümden dönen ve özsavunma ile hayatta kalmayı başaran Aylin Işık’ın şu sözleri çok önemli: "Hayattayım, nefes alıyorum."
 
Aylin, bugün hapiste. Dört duvar arasında. "Ama burada dayak yemiyorum, aşağılanmıyorum, sürekli ölüm korkusuyla dolaşmıyorum" diyor.
 
İşte bu.
 
Hayatta kaldı. Erkek yargı, bu sevincini kursağında bırakmak istiyor elbette.
 
Kadın düşmanı Saray düzeninin bir parçası olarak erkek yargı elbette “görevi”ni yapıyor. Onları, kadınlardan yana karar almaya itecek olan tek güç ise kadınların dayanışması ve yoldaşlığı.
 
Bu topraklarda kadınların, erkek şiddetine karşı çok güçlü ve köklü bir mücadele geleneği var.  1987 yılının 17 Mayıs günü dayağa karşı yapılan "dayanışma yürüyüşü"nden bugüne kadınlar basın açıklamalarından işgallere kadar çeşitli eylemleri devreye soktular, adliye koridorlarını mesken eylediler, kampanyalar örgütlediler, zaman zaman kızıl sopaları devreye soktular, polisin şiddetine rağmen sokağa çıktılar, kadın dayanışma merkezleri, sığınaklar kurdular.
 
Sokaklara çıkan kadınlar, katledilen sayısız kadının fotoğrafını taşıdı.
 
Güldünya vardı. Hatırlar mısınız? Kucağında bebeğiyle çekilen bir fotoğrafı kaldı bize. Akrabasının tecavüzüne uğramış, bu tecavüzden hamile kalmış, bebeği doğurmuş ve ardından da "aile" denilen o gerici ve kadın düşmanı en küçük "devlet birimi"nin kararıyla öldürülmüştü.
 
Kadınların hala ellerinde erkeklerin canını aldığı kadınların fotoğrafları var. Yanlarına, erkek şiddetine teslim olmayan, özsavunma yaparak hayatta kalan kadınların fotoğrafları eklendi.  Adalet mücadelesi, hem katledilen kadınlar için hem de hayatta kaldıkları için cezalandırılan kadınlar için yürütülüyor.
 
Kadın özsavunması, her şeyden önce kadın örgütlenmesi ve kadın yoldaşlığı demek. Bu özsavunmanın neleri başarabileceğini, Rojava devrimi dünyaya gösterdi. Kadınlar, hem karma örgütlerin içinde “eşit temsiliyet, eşit varlık” ilkesi ile örgütlenirken, hem de polisten ekonomiye kadar her alanda erkeklerin sirayet edemeyeceği kendi örgütlerini kurdular. Ve bu kadın örgütlerinin başında gelen YPJ, 8 Mart’a giderken, şimdi de Deyr el Zor zaferini armağan ediyor.
 
Rojava devriminden öğreneceğimiz en önemli şey “kadın örgütlenmesi”. Ancak silahlı/silahsız kadın örgütlenmeleri ile şu erkek dünyada kendimize yer açabiliriz ve hayatta kalabiliriz. Ancak örgütlenerek, erkeklerin şerrinden kendimizi koruyabiliriz.
 
Sokaklarda, adliye koridorlarında kitleselleşirken, geceleri de sokakları da isterken, örgütlü olmak zorundayız.
 
Çünkü erkek iktidar, medyasından ordusuna kadar her alanda örgütlenirken, onun karşısında “her türlü biçimde” örgütlenmekten başka hayatta kalma ve kadından yana bir dünya kurmanın yolu yok.