3 Mayıs 2024 Cuma

Gelişmiş araçlarla kadına ilkelliği ayar etmek - Hatice Eroğlu Akdoğan

Din sömürüsü sayesinde zenginleşenler kadının elde ettiği statüleri görmezden gelerek sürekli bir geri çekme, eskiye döndürme gayret ve saldırısı içindeler. Bunlardan biri geçtiğimiz günlerde bir televizyon ekranından yayınlandı. FM TV'de, Sürahi adlı programda sarıklı cübbeli Mesut Özdemir kadının kocasına nasıl hitap etmesi gerektiğini ciddiyetle anlatıp durdu.
Eski olan bazen geri olanı temsil eder. Bazen de eski ya da geçmişte olan şeyler gülümseyerek yâd ettiklerimizi kapsar. Üretim ilişkileri değişirken beraberinde sosyal, siyasal ilişkiler bakımından da birçok şeyi değiştirmiştir. Köyden kente göç, kapalı küçük ekonomilerin merkezi pazar ilişkilerine eklemlenmesi sosyal ilişki ve kültürümüzü de hızla değiştirmiştir. Buna bağlı olarak kadın erkek ilişkileri ya da her iki cinsten birinin konumu diğerine göre artık eskisi gibi değildir.
 
Salt cinsiyete dayalı bir toplum dizayn etmek mevcut üretim ilişkilerinin hem varlığına hem de insanlığın günümüzde erişmiş olduğu eşitlik, hak ve adalet anlayışına aykırıdır. Sosyal ilişkilerin üretim ilişkilerine uyum göstermeye çabalamasını hazmedemeyip; eskiyi diriltmeye, yeni ekonomik temele; sosyal ilişkilerin tedavülden kalkmış eski halini monte etmeye çalışmak gericiliğin en önemli yanlarından biri değil de nedir?
 
Bir toplumu sosyal açıdan eşitlik ölçütlerine tabi tutmak istediğinizde kadınların sahip olduğu haklara bakmak yeterli olacaktır. Dünyanın her yerinde bu bir gelişmişlik ölçütüdür. 7'den 70'e kadınların okullaşma oranı nedir? Kaçı orta ya da yüksek öğrenime devam ediyor, kaçı etmiyor? Kaçı çocuk yaşta evleniyor, kaçı evlenmiyor? Çalışabilir yaştaki kadınların yüzde kaçı çalışabiliyor? Erkekle kadın arasındaki ücret farklılığı nedir? Bu ve bunun gibi soruların yanıtı hem ekonomik hem de insani gelişmişliğin seviyesi ile ilgili önemli bir fikir edinilmesini sağlar.
 
Ancak bizim ülkemizde kadınlara yönelik öylesine küçümseyici, ötekileştirici ve ayrıştırıcı söylemler/eylemler oluyor ki kadının ilerlemesine ışık tutacak sorunlar üzerinde tartışmaya çoğu kez sıra bile gelmiyor. Bir gün kalkıyoruz etek boyunu, öteki gün kalkıyoruz  kadının gece sokakta olmasını tartıştırıp duruyorlar bize. Biz de bunların tartışılmaması gerektiğini anlatarak gündeme dahil olmuş bulunuyoruz.
 
Din sömürüsü sayesinde zenginleşenler  kadının elde ettiği statüleri görmezden gelerek sürekli bir geri çekme, eskiye döndürme gayret ve saldırısı içindeler. Söz konusu söylemlerini de hep kadının konumu üzerinden yapmaya çalışıyorlar. Din erkek egemenliğin etkin olduğu bir kültüre tekabül ediyor. İslamcı ideoloji üzerinden kendi iktidarlarını ve güçlerini kadınların sosyal ilişkilerine ayar vererek pekiştirmek istiyorlar. Kız çocuklarının yetiştirilmesinden, giyim kuşamına, evlendirilme yaş ve biçimlerine, evlilikte kocasıyla ilişkilerinin içeriğine dair bir sürü tutumu Kuran ya da Hadislere dayandırarak benimsetmeye çabalıyorlar.
 
Bunlardan biri geçtiğimiz günlerde bir televizyon ekranından yayınlandı. FM TV'de, Sürahi adlı programda sarıklı cübbeli Mesut Özdemir kadının kocasına nasıl hitap etmesi gerektiğini ciddiyetle anlatıp durdu. Biz kadınların eğitimde erkeklerden geride kalışını, iş gücüne katılım oranlarının düşüklüğünü, çalışabilen kadınların sosyal güvenceden yoksun oluşunu, evlere hapsolmasını tartışıp sorunlardan çıkış yolunu bulmakla uğraşa duralım iktidardan güç alan cübbeliler, kadınları böyle güncel somut bir örnekte olduğu gibi paçasından çekiştirip geriye sürüklüyor. Ha cübbeli Ahmet, ha cübbeli Mesut! Aynı toplum mühendisliğinin mimarları. Mesele de kadının kocasına ismiyle hitap edip etmemesi.
 
Kadının kocasına ismiyle hitap etmek edepsizlikmiş! Her türden feodal gerilik ikliminde kadın her şeyi  var etse de kendisi görünmez oluyor. Adı olmayacak, her bildiği adı da kullanamayacaktı. Kadınlarla ilgili yaptığım sözlü tarih çalışmasında (1) kadınların anlatımlarında bunu tespit etmiştim. Kadının kocasına ismiyle hitap etmesi genel olarak kadının hafifliğine, terbiyesizliğine yoruluyordu. Gücün de gücü vardı. Eğer geniş ailede, babanın ve ya ağabeyin yanında yaşayan bir erkekse o da karısına ismiyle seslenemiyordu. Peki, nasıl anlaşıyorlardı? Yani işitme ve konuşma engelliler bile anlaşacak bir yol bulduktan sonra onun da yolu kolay bulunuyor. Kadın kocaya "hey", "hişt", "ula bak", "birisi", "herif" gibi seslenerek anlaşmaya çalışırken erkek de karısına "gızz", "saçaklı" vs. diyerek iletişimi sağlamaya çalışır. İstisnalar elbet var ama bunlar daha çok kadın ya da erkeğin kişilik özellikleriyle ilgili bir tutum olmaktan öteye gidemiyor. Toplumsal açıdan geçerli olan özellikle de kadının kocasının ismini söylememesi, yolda yürürken en az bir adım geriden takip etmesi, sofrada oturmaması, otursa bile baş tarafta olmayıp kıyıda bir yere kendini sıkıştırması… Genel politikada kadının görünür olmaması. Dünkü mantıkla bugün kadına dikte edilmeye çalışılan şey özünde aynı şey. İktidar sahipleri de  yeni türeme İslamcı sermaye de eski adetleri yeni yapıya giydirme çabasında. Birçok konuda elde ettikleri başarı, bir sonraki adım için onlara güç de veriyor.
 
Cübbeli Mesut, kadının kocasına ismiyle hitap etmesini epesizlik olarak görürken olayı biraz sevimli hale de getirmeye de çalışıyor. İsminin başına ya da sonuna ekleme yapabilirmiş: Ahmet Efendi, Efendi, Hoca Efendi, Hacı Efendi gibi. En önemlisi de işçinin patronuna ismiyle hitap edemez olmasıymış. Bu da kadının kocasına ismiyle hitap etmemesi gerektiğine bir örnekmiş! Böyle bir samimiyet olurmuymuş hiç, nereden geliyormuş böyle bir samimiyet! Yani patronla işçinin birbirine hitap şeklini alıyorsunuz, karı ve kocanın birbirine hitap şekline uyguluyorsunuz. Cübbeli Mesut kendi mantığına göre haklı! Patronun emek gücü üzerindeki egemenlik hakkı, aslında kendisi dini teamüllere göre hareket etse de, erkeğin kadın üzerindeki egemenlik hakkıyla aynı sonuca götürüyor.
 
Kadını görünmez kılmaya çalışmak, onun için farklı bir dil ve davranış kalıpları geliştirmek nereye kadar tutunma şansı bulur kılı kılına hesap edemeyiz belki ama tarihin ayaklarının altında dağılmış taşlarla, yeni yollar döşenemeyeceği de önemli bir gerçekliktir.
 
1 - Kadınlarımız; Soframızda Yeri Ağzında Dili Olmayan, Ceylan Yayınları, İstanbul 2017