19 Nisan 2024 Cuma

Faşizme karşı onur ve özgürlük hücumu

Leyla Güven?in odağında durduğu açlık grevi direnişi, faşist şeflik rejimine karşı antifaşist mücadelenin büyük bir güncel imkânıdır. Ve bilinmelidir ki, bu imkânla devrimci tarzda ilişkilenmek, onu faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin gelişimine basamak yapmak, 31 Mart seçimleri, Rojava?ya yeni işgal saldırısı, mali-ekonomik kriz ya da sömüren-sömürülen, zengin-yoksul, ezen-ezilen, devlet-halk saflaşmasının herhangi bir başka uğrağında, faşizme karşı özgürlük barikatlarını güçlendirmenin, işçilerin ve ezilenlerin direnme ve mücadele etme azimlerini bilemenin de şartıdır.
Atılım gazetesinin bu haftaki "Gündem" köşesinde; Leyla Güven'in açlık grevi eyleminin odağında olduğu antifaşist mücadele işleniyor.
 
Atılım Gazetesi'nin Gündem yazısı şöyle
 
Leyla Güven’in süresiz açlık grevi 15 Şubat’ta 100. gününü dolduracak.
 
Sokak dayanışması hala çok zayıf ve tutuk. Faşizme karşı mücadeleyi yükseltme imkânı karşısında temkin, izleyicilik, bedel ödeme çıtasını en düşük seviyede tutma tavrı baskın.
 
Tek bir kıvılcımın önce küçük bir yangına dönüştüğünü, ateşin alevlerinin gün gün gürleştiğini ve yangının giderek büyüdüğünü görmeyen var mı?
 
Leyla Güven’in öncülük ettiği direnişin, gelinen aşamada, tıpkı ölüm orucu gibi cüretli bir hücuma dönüştüğünü reddeden var mı?
 
Varsa, durum fena demektir. Orada politik kötümserlik, umutsuzluk, düşmanın faşist psikolojik savaşının öncülük iddiasındaki emekçi sol parti ve gupların üzerindeki baskısı tartışılmak zorundadır.
 
Dünyanın herhangi bir köşesinde, halkın bilinçli iradesiyle, faşizme ve sömürgeciliğe meydan okuyarak seçtiği bir kadın vekil böyle bir direniş başlatsa, direnişin hücuma dönüşmesine öncülük etse ve eylem 100. güne gelse, direnişçilik adına, öncü irade adına, kadın öncülüğü adına, neler yazılıp çizilirdi acaba? Emekçi sol basının durumu haberciliğin ötesinde nedir bu açıdan?
 
Duruma devrimci sorular sormalıyız.
 
Leyla Güven İmralı’daki katmerli tecridin, dolayısıyla, faşizmin bugün F tiplerinden de taşmış tecrit saldırısının sonlandırılması talebini bayraklaştırıyor. Bu, faşizme karşı yalnızca pratik değil, büyük moral kazanım sağlayacak bir taleptir. İmralı tecridi, hapishanelerdeki tecrit politikasının en ağır uygulaması, bir nevi tepe noktasıdır. Devrimci hareketin, antifaşist güçlerin, demokratik hak ve özgürlüklerden, insan onurundan yana duran herkesin hem İmralı’daki özel tecride hem de hapishanelerdeki genel tecride karşı mücadeleyi yükseltme sorumluluğunda olduğu tartışma gerektirir mi? Bu konuda, faşizmin, 1996’da püskürtülen, uzun bir hazırlıktan sonra, 19 Aralık 2000 katliamıyla yeniden başlattığı tecrit saldırısına karşı tekrar yükseltilen ölüm orucu eylemiyle ödenmiş devrimci bedeller hala capcanlı değil mi? Yeni hücumlar örgütlenememiş olsa da, fiili mücadele yoluyla tecride karşı mücadele tutsakların süreğen bir gündemi olmadı mı? Bugün, hapishanelerde sürgün, tecrit, en doğal haklardan yoksun bırakma, ağır bir baskı altında tutma, işkence politikası ayyuka çıkmış değil mi? Hasta tutsaklar şahsında hapishaneler bir mezarlığa çevrilmek istenmiyor mu? Tek tek devrimcilerin, mücadeleci parti ve grupların iradesi hapishane cenderesinde ve hapishane tehdidiyle kırılmak istenmiyor mu?
 
Ne yazık ki, emekçi sol hareket saflarında, bu eylemi yalnızca Kürt ulusal demokratik hareketine özgü bir politik gündem sayan yüzeysellik, hatta böyle saydığı için ilgisiz ve mesafeli duran sosyal-şoven çarpıklık nedeniyle bu devrimci imkânı değerlendirecek bir politik ataklık sergilenemiyor.
 
Oysa gerçeklik son derece yalın. Leyla Güven etrafında gelişen direniş, faşist şeflik rejimine karşı, işçilerin ve ezilenlerin demokratik hak ve özgürlük taleplerinin, politik özgürlük mücadelesinin önemli bir etabı. İşte bakın, 96. günde HDP’li vekillerin Taksim’de yapmak istedikleri yürüyüşün maruz kaldığı polis kuşatmasına. Irkçı, faşist lümpen Süleyman Soylu’nun HDP’li vekillere, “Sizi yürüten adam değildir” diye böğürmesine. Bu söz, aynı zamanda kayıplarını isteyen Cumartesi Annelerine, direniş ve grev için harekete geçen işçilere, hak talepli bir gösteri için sokağa çıkan öğrencilere, erkek şiddetine, cins kırımına dur demek için eyleme çıkan kadınlara, doğal ve tarihi çevreyi savunma gösterileri yapan emekçi köylülere; açız, işsisiz, yoksuluz, baskı altındayız, ırkçı şoven ayrımcılığa uğruyoruz haykırışlarıyla sokağa çıkan herkese söylenmiştir. Faşist şeflik rejiminin özü ve özetidir.
 
İşte bakın, vekiller öncülüğünde yürüyüş başlatılacağı açıklanan her kentte, gösteri, basın açıklaması, stant açma, bildiri dağıtma, imza toplama bir hafta, on gün, on beş gün yasaklanmıştır fetvası yayınlıyor faşist şeflik rejiminin valileri.
 
Durum budur. Ve Süleyman Soylu’ya cevap nettir. HDP meclis grubu toplantısının yapıldığı salonda şöyle yankılanıyor Leyla Güven’in sesi, inancı ve çağrısı: “Ben bu direnişin mutlaka başarı ile sonuçlanacağına olan inancımı koruyorum. Bu yolda kuşkusuz düşenler olabilir ama önemli olan bunun nihai hedefe ve başarıya ulaşmasıdır. Ben bu konuda sizlere ve halkımıza güveniyorum. Mutlaka başaracağız.”
 
Demektir ki, Leyla Güven’in odağında durduğu açlık grevi direnişi, faşist şeflik rejimine karşı antifaşist mücadelenin büyük bir güncel imkânıdır. Ve bilinmelidir ki, bu imkânla devrimci tarzda ilişkilenmek, onu faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin gelişimine basamak yapmak, 31 Mart seçimleri, Rojava’ya yeni işgal saldırısı, mali-ekonomik kriz ya da sömüren-sömürülen, zengin-yoksul, ezen-ezilen, devlet-halk saflaşmasının herhangi bir başka uğrağında, faşizme karşı özgürlük barikatlarını güçlendirmenin, işçilerin ve ezilenlerin direnme ve mücadele etme azimlerini bilemenin de şartıdır.
 
Devrimci ve demokratik güçlerin, 100. günü bulan açlık greviyle politik ve pratik ilişkilenme tarzları, daha fazla vakit geçirilmeksizin yenilenmek zorundadır. Bu yenilenme, açlık grevi direnişinin esasen dışsal ve salt dayanışmacı unsuru olmaktan çıkıp, içsel gücü olarak direnişi büyütecek somut adımlar atmakla mümkün olur. Emekçi sol saflarda yer alan milyonları, bu eyleme omuz verecek bir kararlılığa yöneltmek, öncülerin kararlılığının yol açıcı iradesi dışında olanaklı değildir.
 
Dönem, bedelsiz tek bir adımla bile ilerlemenin mümkün olmadığı bir dönemdir. Yerinde çakılmak, hareket cesaretini yitirmek, kitle dayanışmasını geliştirmek için bir yol bulmaya veya bir yol açmaya çalışmamak, yalnızca daha büyük bedelleri gerektirecek koşulların oluşmasının yolunu açacaktır.