3 Mayıs 2024 Cuma

Faşizm ve AKP'nin tutmayan 'hegemonya'sı

AKP, ne kültürel alanda, ne entelektüel alanda hegemonya kurmayı başarabilmiştir ve bu alandaki çapsızlığı (son T. Karadağlı örneğinde olduğu gibi) yalnızca kalite sorunu değil, asıl olarak faşist şeflik rejiminin de çürümesine ve çöküşüne delalettir.

Erkek egemen "taş fırın erkeği" tiplemesiyle zihinlere kazınan faşist ırkçı Tamer Karadağlı, faşist şef Erdoğan'ın imzasıyla, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olarak atandı. Faşist karakteri de bir yana liyakat yönünden profili ve çıtası son derece düşük (uzun yıllar önce devlet tiyatrolarında yer almak için girdiği sınavı veremeyen ve 30 yılda sadece 6 oyunda oynamış!) birinin bu mevkiye atanması, sosyal medya sahasıyla sınırlı kalsa da, çok doğal olarak büyük tepkilere yol açtı.

Bu atama, AKP ve Erdoğan'ın, kültür-sanat mecrası başta olmak üzere, rejimin üstyapı kurumlarına dönük "fetih operasyonları"nın son halkalarından biri oldu. Zaten "atama"lar, faşist şeflik rejiminin, bu rejimin karakterine de son derece uygun ve elverişli, çok başat bir yönetme enstrümanı olarak kullanılıyor.

Otorite ve egemenlik, tarih boyunca daima iki öge ile sağlanmıştır; zor ve rıza. Bu ögelerin bileşimi/oranı iktidarların karakterleriyle değişkenlik arz etmiştir. Despot veya faşist iktidarlar, zor aygıtlarının esas, rıza aygıtlarının ise oldukça tali, önemsiz olduğu yönetme biçimlerini uygulamışlardır. Demokrat/halkçı iktidarlarda ise tam tersidir. Fakat burada önemli bir noktayı kaydetmek gerekir; otorite veya egemenlik salt biriyle inşa edilemez, tarihte böyle bir egemenlik biçimine ya rastlanmaz ya da çok çok kısa ömürlü olmuştur. 19. yüzyıl Fransız politikacılarından Talleyrand'ın Napolyon'a söylediği ünlü; "Efendim, süngü ile her şeyi yapabilirsiniz ama üzerine oturamazsınız" sözleri; yönetme, otorite veya egemenliğin salt zor aygıtlarıyla sağlanamayacağının egemen bir tarihsel figür tarafından itirafıdır. Yani otorite/egemenlik ne mutlak biçimde yalnızca zor aygıtlarına, ne de aynı biçimde yalnızca rıza aygıtlarına dayanır. Bu genelleme despot-faşist iktidar veya devletleri de, halkçı-demokratik ve sosyalist iktidarları da kapsar. Önemli fark şuradadır ki; birincilerde zor biçim ve aygıtları esas iken, ikincilerde ise (zor aygıtları gerici ve karşı devrimci sınıf ve odaklara karşı kullanılmakla sınırlıdır) rıza-ikna aygıtları esastır.

AKP-MHP faşist iktidarı ve faşist şef Erdoğan da elbette Talleyrand'ın iki asır önce sarf ettiği sözlere, iktidarını güvencelemenin yalnızca faşist zor araçlarıyla mümkün olmadığı gerçeğine kulak kabartıyor, faşist iktidarını rıza üreten aygıtlarıyla da tahkim etmesi gerektiğini biliyor. İşte esas olarak bu rızaya ve aygıtlarına dayanan tahakküm biçimi "hegemonya" olarak tanımlanıyor. Hegemonyanın taşıyıcı unsuru "ideoloji"dir. İdeolojinin temel kulvarlarından biri de, kendini Marksist olarak ifade eden Fransız yapısalcı filozof L. Althusser'in "devletin ideolojik aygıtları" olarak tanımladığı kapsamda da yer alan "kültür"dür. Burada, başta hegemonya ve ideoloji olmak üzere kimi kavramların önünü ardını görmek için Marksist referanslara dönmek kaçınılmaz görünüyor.

Bilimsel sosyalizmin önderleri Marx ve Engels, birlikte kaleme aldıkları Alman İdeolojisi'nde şöyle diyorlardı: "Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir, başka bir deyişle, toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda, zihinsel üretimin araçlarını da emrinde bulundurur." Marx ve Engels burada temel (ekonomik) ve üstyapı (ideoloji ve öğeleri) arasındaki ilişkinin en genel serimini yapar. Engels'in daha sonraları vurguladığı üstyapının zaman zaman özerk hatta kimi özgün ve istisnai koşullarda belirleyici olduğu yönündeki vurguları, İtalyan Marksist Gramsci tamamlar. Gramsci, bu ilişkiye eklediği "hegemonya" kavramı ile egemen düşüncelerin ezilen sınıflar arasında karşılık bulmasının mantığını açıklar. Gramsci bununla, hem kapitalist üretimin, hem de burjuva ideolojisinin ve onun çeşitli varyantlarının ezilen sınıflar arasında, zor aygıtına başvurmaksızın "rıza" sağladığını ileri sürer. Ne var ki, Gramsci'ye göre, yine de rıza talep eden egemenler ile rıza gösteren ezilenler arasındaki bu ilişki asla statik/durağan değil, değişkendir. Değişimi yaratan vektörler ise sınıf mücadelesinin nesnelliğinden doğar.

Demek ki hegemonya, zor aygıtlarından farklı olarak ideolojik aygıtlar eliyle kurulur. Eğitim, din ve kültür-sanat; hegemonyanın inşasında burjuvazinin de kurucu rol biçtiği ideolojik sahalardır. Faşist AKP-MHP iktidar bloku, iktidarını esas olarak özellikle 2015-2016 konseptine dayanarak tesis ettiği faşist şeflik rejimiyle birlikte çıplak zor aygıtlarına dayandırsa da, iktidar tarihi boyunca söz konusu ideolojik sahalara da etkince yönelmiş, zor aygıtlarıyla düzlediği yolda, bu ideolojik aygıtlarla yarattığı hegemonya sayesinde iktidarını yeniden üretebilmiştir. Pekiştirme adına ve tekrar pahasına diyebiliriz ki; faşist şeflik düzeni, uzun yıllar boyunca ezilenlere dönük zora dayanan tahakkümünü, rızaya dayanan tahakkümle, yani hegemonya ile tamamlamıştır. Türkçü-İslamcı ideolojik kodlarla şekil verdiği bu kültürel hegemonyada belli bir yol katettiği, bu konuda son derece mahir olduğu söylenebilir. Şüphesiz bunda AKP ve faşist şef "mertebesine" ulaşan Erdoğan'ın, 21 yılı bulan iktidar özdeneyimi ve devlet mekanizmasına hâkimiyette kazandığı düzeyin çok büyük bir rol oynadığı tartışmasızdır. AKP ve Erdoğan'ın hegemonya oluşturmada iki alanda da, yani hem sınıfdaşları burjuva klikler arasında hem de geniş ezilen yığınların saflarında önemli ölçüde rıza yarattığını söyleyebiliriz.

Yine de bu, meselenin sadece bir boyutunu oluşturur. Çünkü gelinen noktada sadece AKP'nin geçmiş 21 yılda yarattığı hegemonik düzeyin değil, an'da ve verili koşullarda bu hegemonyadaki çatlamaların da giderek daha görünür olduğu gerçeği de karşımızda duruyor. İktidar ve devlet olmanın sınırsız olanaklarına karşın, AKP ve rejimin faşist şefinin, 21 yıl öncesinden itibaren adım adım ördüğü hegemonyasının, esasen 2015-2016'dan itibaren tasfiyeci faşist saldırganlığının kapsam ve derinliğini artırmasıyla ters orantılı olarak dağılmaya yüz tuttuğu açıkça görülür. Ekim 2020'de İbn Haldun Üniversitesi külliyesinin açılışında konuşan Erdoğan'ın şu sözleri itiraf niteliğindedir: "Genç bir nüfusa sahibiz ama medeniyet tasavvurumuzu hayata geçiremiyoruz. Medyamız bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmıyor. İlimde, sanatta, kültürde benzer sıkıntılarla karşı karşıyayız". "Dindar nesil yetiştirme" çabaları karşılık bulmamıştır. Zor aygıtlarının işlerlik sahası genişledikçe, rıza aygıtlarının sahası daralmış, inandırıcılığı kaybolmuştur. Daha genel bir ifadeyle söylersek faşist saldırganlık tırmandırıldığı ölçüde hegemonya alanı daralmaya başlamıştır.

Faşizm ile hegemonya arasındaki ters orantıdır bu, kaçınılmazdır. Sınıf mücadelesinin nesnel yasaları, AKP ve rejimin faşist şefini, süngüler üzerinde daha fazla oturmaya zorluyor. Bu ise gittikçe rıza üretme kapasitesini, yeteneğini daraltıyor. Söz konusu edilen (2015-20016) tasfiyeci konseptin inşasından bu yana; belediyelerden cemevlerine, MESAM'dan(*) devlet tiyatrolarına, hayatın her alanına nüfuz eden "kayyum-atama politikası", faşist şeflik rejiminin ideolojik yeniden üretiminin tıkandığının, kitlelerde rıza üretemediği gerçeğinin en yalın göstergesidir. Atamaların belli kararnamelere, yasalara dayandırılması, bu politikanın zor aygıtlarıyla yürütüldüğü gerçeğini değiştirmez. Kaldı ki HDP'li belediyelere atanan kayyumların makamlarına polis eşliğinde yerleşmesi ve görevden alınan belediye başkanlarının hapsedilmesi zor'un en çıplak biçimleridir.

Tarih dersi, sınıflar mücadelesinin tarihi Talleyrand'ın da işaret ve itiraf ettiği gibi, egemen sınıfların tahakkümünün hegemonya alanında zayıflaması, politik çöküşün de habercisidir. Gelinen aşamada AKP, ne kültürel alanda, ne entelektüel alanda hegemonya kurmayı başarabilmiştir ve bu alandaki çapsızlığı (son T. Karadağlı örneğinde olduğu gibi) yalnızca kalite sorunu değil, asıl olarak faşist şeflik rejiminin de çürümesine ve çöküşüne delalettir. Sopa, silah, hapishane, işkence, yasaklar, kayyum... Sadece faşist zor aygıtlarıyla yönetmek, faşist iktidarların yenilgisinin semptomlarıdır. Bu semptomların çoğalması, sınıf mücadelesinin yasalarına, toplumsal çelişkilerin derinliğine bağlıdır fakat buradan insanlığın zaferine giden yeni bir yol açmak, ezilenlerin devrimci sosyalist yurtsever öncülerinin başlıca misyonudur. Bu da, burjuva ideolojisiyle şekillenen burjuva hegemonyaya karşı yeni bir hegemonya kurmakla mümkündür. Dolayısıyla, faşizmin tutunamayarak zayıfladığı, özellikle kültür-sanat bağlamlı hegemonya alanlarında, devrimci-demokratik ve sosyalist hegemonyayı kurmak, sadece faşizmin yenilgisini öne çekmek bakımından değil, aynı zamanda faşizmin yenilgisini güvencelemek için toplumsal çürümenin önünü almak bakımından da bu dönemin yakıcı görevidir.

(*)Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği. Tıpkı HDP belediyeleri gibi, halkçı-ilerici yönetimleri defalarca kayyum darbesine maruz kaldı.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 16 Ağustos tarihli 129. sayılı başyazısı