18 Nisan 2024 Perşembe

Efe Dağlı yazdı: Toplumsal tek tipleştirme arayışı

Bahçeli'nin üslubundaki tıkanma, asıp kesen ifadelerle gizlenebilir değil. Aksine, hırçınlık ve tahammülsüzlük aracılığıyla tartışma konusu olmaktan çıkma/uzak tutulma hedefi gittikçe tutturulamaz hale geliyor. Devlet gücünü, bir tür kahredici kuvvet gibi kullanmadan yol alamamak bitiştir. O vakitlerin içinden geçiyoruz.

Erdoğan-Bahçeli-Soylu ve Akar dörtlüsü, iktidar bloğunun yürütme komitesi gibi çalışıyor. Dördü de ayrı politik eğilimlerden geldi. Belli güç merkezlerine ve hiziplere temas ediyorlar. Hep beraber altına girip omuzlamamaları halinde rejimin devamı oldukça zor. 'Damat'lığı onur kabul ettiğini ilan eden Albayrak ise Pelikan'ın hararetli çabasına karşın ekonomideki malum hal dolayısıyla anketlerde teveccüh görmüyor. Soylu-Albayrak ekipleri arasındaki gerilimde, iki tarafın da durmaksızın 'Erdoğan'a sadakat' dilini kullanmaları ayrıca dikkate değer ve kaydetmiş olalım; henüz hiçbir ekip diğerlerini tasfiye edecek kadar güçlü değil ve rejim krizinin ötesinde iktidar bileşenlerinin içinde de hâkimiyet savaşları yürüyor.

Ancak rejimin yeni biçimi işlemiyor. Bahçeli'nin “reform” çağrısı her şeyden önce bunu söylüyor. Krizi, burjuva muhalefetin nefesini kesecek bir baskı harekâtıyla ve elbette tek tipleştirme ideali çerçevesinde çözmeye çalışmak hâlihazırdaki arayıştır.

Üstelik bunun, bütünüyle kaybedilmiş ideolojik hegemonyayı gerici-faşist iç savaşı tetikleme potansiyeli bulunan başlıkları kışkırtarak yapmaya çalışıldığını belirtelim. Türkiye; siyasi coğrafyasında böyle bir toplumsal çatışmanın tetikleyicilerinden biri Türk-Kürt, diğeri Alevi-Sünni ve ötekisi laik-şeriatçı ana başlığı altında, türlü çeşitlemeleri bulunan dinamiktir.

Alıcısı bol olmakla birlikte bu dinamikleri kontrollü olarak kışkırtmak, lokal düzeyde tutmak ve siyasal rantını devşirmek iktidarın ve iktidarların asıl politikası oldu. Bu yolla, “düşmanlar” kışkırtmasıyla toplum hizaya sokulmakta, merkezkaç eğilimler bastırılmakta, eleştiriler itibarsızlaştırılmaktadır.

Elbette bu siyasal mühendisliğin sahaya çok başka biçimlerde yansıdığını her seferinde gördük. İktidarların dar çıkarları halkların akıtılan kanı pahasına korunmuştur.

Esaslı itibar kaybına uğrayan, kendi ideallerinin ölçüleriyle sınanan ve oradan kan kaybederek çıkan, yolsuzluktan akraba kayırmacılığına dek pek çok başlıkta adeta duvara toslayan iktidar bileşenleri korku politikasıyla hem kendilerini yapılandırıyor hem toplumu tek tipleşme ekseninde yapılandırmaya çabalıyorlar.

Bahçeli'nin üslubundaki tıkanma, asıp kesen ifadelerle gizlenebilir değil. Aksine, hırçınlık ve tahammülsüzlük aracılığıyla tartışma konusu olmaktan çıkma/uzak tutulma hedefi gittikçe tutturulamaz hale geliyor. Devlet gücünü, bir tür kahredici kuvvet gibi kullanmadan yol alamamak bitiştir. O vakitlerin içinden geçiyoruz.

'Reform' çağrısı dağılma korkusudur. Kimi meslek örgütlerini hedef alan, ancak bunu yine 'çoklu' değil 'tekli' yapı üzerinden (söz gelimi tek baro dayatması) gerçekleştirme arayışı olabilecek her yolun deneneceğini anlatıyor. İktidar hizipleri dışında karşı devrimin diğer bileşenlerine dahi tahammül edilemediği bir kez daha görülmektedir.

Geleneksel faşizmde, devlet kadroları kendi aralarında bir büyük aileydi, 'seçilmiş' kişiler gibilerdi; lokallerde, gecelerde hepsi bir araya gelir, hangi partiden olduklarına aldırmaksızın “devlet” için iş görürlerdi. Şimdi iktidar bloğu diğer kadroların da tamamını istiyor, almak için koşulları zorluyor. Karşısındaki İYİP'li olmuş, CHP'li olmuş; bu bahiste hiç fark etmiyor.

Ne var ki toplumsal reaksiyon önce homurtu ve sonra sesli eleştiri biçimini alarak dışa vuruyor. Politika konuşmak netameli, ancak çarşı-pazar odaklı, zam-işsizlik gibi gayet somut ve “ekonomik” eleştirilerle tepki ifade ediliyor. Toplumun derinlerinde bulunan, aslında çoğu zaman emekçi sol siyasal reflekslerden geri duran o “sağduyu”nun, gemi azıya alan saldırganlığa karşı da itiraz yükselttiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Toplumu, milyonları tam da buradan kavramak ve bu itirazı siyasal demokrasi ortak ideali çerçevesinde örgütlemek gayet mümkün.

Beceriksizlik ve başarısızlığın yanı sıra AKP'nin güçsüzlüğünün kanıtlarından biri Perinçek'in hâlâ AKP'nin kapatılması için çağrıda bulunmakla övünmesi ve AKP'nin eski konumunu terk ederek kendi anlayışını savunmaya başlaması üzerine söyledikleriyle birlikte net-kesinlikli bir 27 Mayıs darbesi savunusunu sakınmaksızın yapmasıdır. Keza MHP'nin de genel olarak 15 Temmuz öncesinde özel olarak 17-25 Aralık öncesinde AKP aleyhine söylenenleri savunmasıdır. Ortalık süt liman olmadığı gibi ortaklar ellerinde birer hançerle birbirlerine sarılmaktadır.

Bu bloğa karşı her zamanki gibi, emekçi sola seslenen pek çok kesim CHP öncülüğünde bir muhalefet çağrısı öneriyor. Ufukları bununla sınırlı. CHP ise “Bu haftaki iktidar açıklamasında bize küfredilmedi” diye seviniyor. Bazı haftalar bütün yaptığı bu. Kişilerden, isimlerden bağımsız olarak partilerin temsil ettiği bir kültür, ürettiği bir tarz vardır. CHP'de halk yararına bu açıdan herhangi bir pratik olmadı. Kurumsal işleyiş itibarıyla CHP ulusal sorunda AKP'den bin kat daha tekçidir. O kadroların/mekanizmanın bütün derdi “biraz da biz yiyelim”dir, sadece bu; geçmiş pratikleri apaçık ortada.

Kısacası CHP hülyası terk edilmek durumundadır. Emekçi sol CHP'ye dönük hiçbir karşılığı bulunmayan beklentilerden kurtulmadıkça özgücüne yaslanamaz. Kemalizm'e sol misyon biçme dolayımı üzerinden CHP ile politik veya duygusal ortaklıklar aramak, arayanları bir defa daha düzene savuracaktır. Müstakil bir güç olmak ve onun etki alanı sayesinde politikaya en zengin biçimlerde müdahale etmek başkadır; güçsüzlüğü ve iradesizliği perdelemek için CHP'ye eklemlenmek başka.

Rejim krizi türlü vesilelerle yüzeye vuruyor. Politika sahasındaki hareketlilik giderek hızlanacak. Ekonomik sefalet ortada. İktidar mali ekonomik sömürgecilik ilişkilerini daha fazla kabullenmeyi içeren, uluslararası tekellere eklemlenmeyi kabullenen ve Türkiye'yi Çin benzeri yoğun işçi sömürüsünde öne çıkaracak yeni arayışlar içinde, onun bütün derdi hacıyatmaz gibi her durumda ayakta kalmayı başarmak.

Mutluluk değil; kaos, daha fazla sömürü ve baskı bekliyor Türkiye siyasi coğrafyasını. Kürdistan'ın diri siyasal devrimci dinamiği işliyor. Buna üç temel alan olacak kampüsleri, havzaları ve mahalleleri dahil ettiğimizde nesnel devrimci durum öznel güçleriyle ve bütünüyle buluşmuş olur. İktidarın 'düşman' kategorisinde saydığı kadın dinamiği ile Alevi dinamikler de kendi kanallarından akıyor.

Dayanışmanın ve örgütlenmenin sahaya taşınması görevi ise duruyor. Tam saha pres mantığıyla pratik politikada var olma arayışı sosyalistler bakımından kazanılmış düzeydir. Ancak bunun sahada, somut, günlük hayata müdahale biçimindeki yerel modellerin inşası görevi başarılmış değildir. Belirlenmiş kampüs, işçi havzası ve mahallelerde günlük hayata özgüçlerden çevreye, oradan halkın doğrudan organize ettiği biçimlerle etkide bulunmanın pek çok sahada çarpan etkisi olacağı kesindir.