27 Nisan 2024 Cumartesi

Efe Dağlı yazdı | Kopuş gerçekleşti

Büyük bir kapışma var. Kanlı bıçaklı biçimlere bürünmesi de kaçınılmaz. Ancak bu karşı devrim cephesinin hesaplaşmasıdır ve bizler tümünü teşhir etmeden, halk düşmanı eylemlerini hedef almadan biri yararına diğerini söz-eylem saldırısına muhatap kılamayız. AKP-MHP ile CHP-İYİP arasına sıkışan toplum boğulur. Tam da oraya müdahale etmek, sosyalist halkçı seçeneği toplumsal güce dönüştürmek en doğal işimiz olarak görülmelidir.

İçişleri Bakanı ile CHP'li idareciler arasındaki söz dalaşmasında S. Soylu'nun "çakallık" ile nitelenmesi sıradan bir atışma değil. AKP'lilerin sessiz kalması kadar MHP'nin, artık sokak siyaseti yapma isteğini saklamayan paramiliter idarecisi D. Bahçeli'nin bakanı iştahla savunurken "Meydan boş değil" demesi de.

İstanbul Belediyesi üzerinden yürüyen tartışma ve yakın zamanda daha ajitatif-provokatif hamlelerin geleceğini gösteren aleni yalan kampanyalar kitlelerin yeni duruma hazırlanması kadar, "söyleye söyleye olağanlaştırma" stratejisiyle bağlı.

Muhtemel bir OHAL'i haber veren, bu yolla ekstrem metotları gündelik olağan işmiş gibi savunan bakış açısı, sadece sinizme yol açmakla sonuçlanmayacak olan derin toplumsal kaosun da ortamını hazırlıyor.

Karşı hamle ezel ebed "devlet"li olan Hüsamettin Cindoruk'un "Boşluk var" tespitiyle devlet boşluğuna işaret etmesidir. Eğer devlet boşluğu varsa onu doldurmalı. Boşluğun sebebi AKP-MHP ise, onun dışında kalan muhalefet cephesi harekete geçmeli.

Bu gibi adımlar, kadim-geleneksel devlet bürokrasisiyle idarecilerin devleti AKP-MHP'den geri alma stratejisi biçiminde ifade ettiğimiz yönelimle uyumlu.

Devletin dehlizlerinde çok sert bir iç savaşa hazırlanılıyor. Doğrudan karşıdevrim cenahının içinde sürecek bir iç savaş bu. Bedelinin topluma ödetilmesi ayrı bir konu.

Sadece bu da değil. Devlet başkanı alenen, AİHM ve AKPM'nin Kavala-Demirtaş kararlarını tanımayacaklarını, 'ne halleri varsa görsünler' meydan okuması eşliğinde ortaya koyuyor. 

İsimlerden daha önemlisi AKP-MHP'nin dışa kapalı, içeride olabildiğince sert ve 1930'lar tarzını hayata geçirme kararını verdiğini göstermesiydi.

Erdoğan aynı açıklamada "Binlerce terörist gömdük" diyor, konuya HDP'yi dahil ediyor, meydan okuyor ve bundan asla geri adım atmayacaklarını ekliyor.

Yanı sıra Bakara suresinden yapılan alıntılar, Hayrettin Kahraman isimli birine yazdırılan ve esası iktidarın bütün stratejik adımlarını siyasal islamcı muhitte temize çıkarmak olan yazılara bakılınca elde olan veya kalan silahları böyle sıralayabiliriz.

Batı karşıtlığına yaslanan milliyetçilik, devlet islamcılığı, mahkemeler ve içişleri teşkilatının topluma dönük güvenlik mesaisi.

Erdoğan'ın AİHM'e rest çeken tutumundaki bir detay önemli. Hala, bu evrede, yasallığa önem veriyor ve "bizim mahkemeler"in aldığı kararlara atıf yapıyor. Kanuna-kitabına-uydurma mecburiyeti ve hassasiyeti henüz sona ermiş değil.

Sona ermesi demek, El-Beşir, Mursi gibi isimlere karşı takınılan uluslararası tutumlara davetiye çıkarmak olacak. Tam da bu nedenle "adliye" aygıtı çok sıkı tutulacaktır. Muhalefet cephesinin de etki-nüfuz oluşturmak isteyecekleri stratejik mevzi "adliye"dir.

Bu bir devlete kimin hakim olacağı tartışması ve olağan bir iktidar-muhalefet çekişmesinin çok ötesinde. Ani, hızlı, beklenmedik hamlelere tanık olabiliriz. Bütün rutinler ve alışıldık kalıplar kenara itilmiş halde.

AKP yandaşları da artık kabul ediyor: ABD tarafından gözden çıkarıldıklarını, AB'nin dışlayıcı davrandığını, başlarının çaresine bakmaya mecbur kaldıklarını.

Ancak onlar, yatıp kalkıp 'seçim' diyen sığ muhalefetten farklı biçimde, meseleyi stratejik bir iş gibi kavrıyorlar ve "terörle iltisak" argümanlarını topluma kabul ettirebilirlerse seçim sonuçlarına aldırmayacaklarını ima ediyorlar. Öyle ya, onlar 'milli' ise ve muhalefet 'terörle iltisaklı' ise, elbette  mahkemelerden de böyle üç beş karar çıkartırlarsa, neden iktidarı "düşman"a teslim etsinler ki!

Bu, bir tür "son savaş" stratejisi. İktidar konumunu kaybedene dek AKP-MHP, asıl olarak da AKP o stratejiyi hiçbir etik ilke, tenezzül eşiği ve merhamet duygusu tanımadan uygulayacaktır.

Kendi karşıtını, AKP'ye devasa düşmanlık, yargılama ve hatta kurşuna dizme hayalleri gören bir kısım fanatik Ergenekon mirasçılarının intikam çığlıklarında bulan ve bu defa karşılıklı askeri darbe denemelerini de çağıracaktır. İktidar partisinin genel anlamda bütün siyasal islamcıları değil, günden güne daralan ve daraldıkça fanatikleşen bir kliğin elinde olduğu düşüncesiyle bunu güçlendiren veriler, AKP karşıtı eğilim ve kuvvetleri, önceki yıllarda göze almadıkları sertlikteki karşı çıkışlar için cesaretlendiriyor.

Bütün bu dağdağa şu kilit noktayı unutturmamalı. Devleti tekrar ele geçirme ya da ele geçirdiğini asla bırakmama biçimindeki saflaşma "100. yıl"a odaklıdır. 2022'de gerilim tam da o istikamette artırılacak ve bütün toplum, bütün siyasal eğilimler iki cepheden birinin aktif yahut ihtiyat kuvveti kılınmak istenecektir.

Her savaş stratejisi "en geniş ittifak cephesi"ni gerekli kılar. Oradan bakınca AKP- MHP'nin neredeyse bütün imkanları tükettiğini, iyice tepkinin olduğunu ve manevra kabiliyetini büyük oranda kaybettiğini, çıplak zora baş vurdukça bir tür büzüşme yaşadığını görmek mümkün. "Bizim polis", "bizim mahkemeler", "bizim bekçiler" eliyle yol alabildikleri kadar gidecekler.

Burjuva muhalefet blokunun hareket olanakları fazla. MHP ve AKP'ye karşı toplumsal linç hassasiyeti onların avantajı. "Yeter ki Erdoğan rejimi yıkılsın" ruh halini canlı tutuyor, harlandıkça harlıyor ve emekçi solun kimi bileşenlerinin dahi örtük desteğini alıyorlar. Yeni faşizmden geleneksel faşizme doğru sıçramak ya da "ilerlemek" gibi sonuçlar doğuracak böyle bir siyasal stratejiye meşruiyet kazandırmak, orta ve uzun vadede başlarına gelecek musibete karşı çıkışlarının zeminini zayıflatacak, sözlerini anlamsızlaştıracaktır. Ergenekon operasyonları döneminde iktidar ve cemaat şebekesinin stratejisine eklemlenenlerin sözü uzun yıllar sonrasına bugün bile üç kuruş etmiyor ve bu bile muhalefet cephesine eklemlenmeye yatkın kim varsa ibretlik bir örnek olarak hatırlanmalıdır.

Büyük bir kapışma var. Kanlı bıçaklı biçimlere bürünmesi de kaçınılmaz. Ancak bu karşıdevrim cephesinin hesaplaşmasıdır ve bizler tümünü teşhir etmeden, halk düşmanı eylemlerini hedef almadan biri yararına diğerini söz-eylem saldırısına muhatap kılamayız. AKP-MHP ile CHP-İYİP arasına sıkışan toplum boğulur. Tam da oraya müdahale etmek, sosyalist halkçı seçeneği toplumsal güce dönüştürmek en doğal işimiz olarak görülmelidir.

Elbette dar propaganda gruplarının diliyle değil, pratik politikadan uzak sinik argümanlarla değil, gayet somut biçimde. Mesele madem 100. yılda devleti hangi ekibin-kliğin ele geçireceği etrafında yapılanıyor. O zaman on milyonlara tam da buradan teklifimizi sunabiliriz: 100. yılda Halk Cumhuriyetleri Birliği'ni hep beraber inşa edelim. Çağrının olası bütün gereklikleriyle donanırsak siyasal özgürlükler devrimi programıyla iç içe olacak bu hedefi hayata geçirebiliriz.